A’dan Z’ye her şeye hâkim olmaya girişmiş Tek Adam Rejimi bu deprem felaketinde hiçbir şeye hâkim olamadı. Şimdi bu durumun üzerine iki de tüy dikiyor:
1) Küçük tüy: Seçim gelirken, depremzedeleri talebe yurtlarına yerleştirmek için Türkiye’deki bütün üniversiteleri geçici olarak kapatıp “online”a geçirmek istiyor;
2) Büyük tüy: Anayasanın çok net hükmüne aldırmayıp seçimleri ertelemeye çalışıyor.
Önce, bu tüylerin nelerin üzerine dikilmek istendiğine mümkün olabildiğince kısa bir göz atalım:
***
Sen iktidara geldiğinden beri 6 tane (eklemeleriyle birlikte 8 tane) imar affı yayınla. Bakanlığın imar konusunda belediyeleri denetlemediğini saptayan Sayıştay raporlarını sumen altı et.
Topladığın milyarlarca deprem vergisinin nereye harcandığı bilinmesin; sıkıştığında da, halkın her yıl döviz üzerinden ödediği duble yollara harcadığını söyle. Deprem vergilerini nasıl istersem öyle harcayayım diye de, bir Deprem Fonu kurmamakta ısrar et.
Deprem konusunda esas tecrübeli olan TSK’yi (nedense?) çok uzak tut. Kızılay ortalıklarda gözükmesin ve ne çadır stoku bulunsun ne de konteyner. Bölgeye malzeme ve makine göndermek için kendini paralayan Haluk Levent gibi gönüllüleri, depremin başından beri (8 gündür) kayıp olan Devlet Bahçeli’nin ağzından “sahtekar” ilan etmek dahil, ürkütmek için ne lazımsa yap.
Bu acil vaziyette Efes ve Tuborg stoklarındaki 2.000 adet polar, atkı, bere ve eldiven bağışını reddet. Bu yıl Diyanet bütçesini %56,6 artırırken bütçesini %33,6 indirdiğin AFAD’ın Afetlere Müdahale Gn. Md. bir imam-hatip ve ilahiyat mezunu olsun.
Profesörün, “Deprem ve binalar öldürmez, Allah öldürür” desin. Cumhurbaşkanın da, “Bunlar kader planının içinde olan şeyler” diyerek Allah’ı sorumlu tutmaya katılsın ve “Biliyoruz ki bizim inancımıza göre bu tür afetlerde vefat edenlerin makamı şehadettir, şehitliktir” diyerek içimizi rahatlatsın.
70 kişiye mezar olan apartmanın müteahhidi cumhurbaşkanından bulduğu yüzle “mukadderat” desin. Aynı yüzle, Milano Başkonsolosluğun Diyanet’e bağış istesin. Aynı yüzle, İsmailağa tarikatı çadırkent kurmak için çadır başına 15.000 TL talep etsin.
Diğer yandan, AKP’li Balıkesir belediyen, düzenlediği mehter konseri için 2.040 adet yeni çadır satın alımı öngörsün.
Yüzlerce gönüllü sağlıkçıyı ve arama-kurtarma ekibini eşgüdümsüzlükten saatlerce havaalanlarında beklet. HDP’nin 30 tır gıda yardımına, ardından da 30 konteynerine el koy. Muhalif belediyelerin yardım tırlarının kalkışına, camlarına kaymakamlıkların veya valiliklerin posterlerini yapıştırmadan izin verme.
***
Bunları pek güzel hallet, ama bunca deprem felaketi geçirmiş bir ülkede internette satılıp duran portatif tuvalet kavramından haberin olmasın.
Herkesi susturup iniltiye kulak kabarttırmak yerine termal kamera kullanmayı aklına getirme. Üstelik, yıkıntı altındakilerin cepten yardım istemesini twitter’ı kapatarak engelle; hele de “Twitter yazdığımız para cezasını ödemedi” gerekçesiyle.
Üstelik, yurt dışından gönüllü gelen arama-kurtarma ekiplerini, “Aşağıda canlılar varken iş makineleriyle giriştiler, oysa daha epey insan kurtarabilirdik” diye hayal kırıklığı içinde geri dönmek zorunda bırak. Tayvanlı ekip çalışmalarını tamamlamak üzereyken, “yetkililer” tarafından uzaklaştırılsın film çekmek için
Güney Kıbrıs’ın yardım talebini önce kabul sonra reddet,ama ”Bir gece ansızın gelebilirim” deyip sürekli tehdit ettiğimiz Yunanistan’ın başbakanı bir gündüz haber vererek gelince ‘‘Efharisto Poli File’’ yani çok teşekkürler dostum diye manşet atsın Hürriyet. (Eyvah ki eyvah! Yunanistan nicedir bizim düşman ihtiyacımızı karşılıyordu; naaptın Ahmet Hakan!)
Prof. Eser Karakaş hatırlatıyor: Dünya Bankası, deprem için Türkiye’ye tahsis edeceği 1,8 milyar dolarlık kaynağın merkezî hükümete değil proje karşılığında yerel yönetimlere verileceğini açıkladı. Siz de söyleyin Dünya Bankası’nın niçin böyle yaptığını ve bunun kimin için bir zül olması gerektiğini. Ve de Türkiye’de insanların niye devletin AFAD’ının ve Kızılay’ının yerine Ahbap gibi gönüllü kuruluşlara ve İBB’ye bağış yaptığını.
Daha sürüyle var fakat içim fena karardı ve sizinkini de kararttım tarihe not olsun diye. Ama, yazının başlığına gelmeden netleştirelim: Bu felakette devlet yoktu derken aman sakın yanlış filan anlaşılmasın, Devlet Bahçeli yoktu demek istedim yalnızca!
***
Şimdi gelelim yazının konusuna. Tüy dikmelere.
1) Küçük tüy: Depremzedeleri öğrenci yurtlarına yerleştirmek için, sadece bölgedekileri değil, tüm üniversiteleri geçici olarak kapatıp “uzaktan eğitim”e geçirmek.
Oysa, Anayasa’ya göre (Md. 130 ve104/17) cumhurbaşkanının (niçin ilan ettiği meçhul olduğu) OHAL’de bile böyle bir yetkisi yok. YÖK yasasına göre YÖK’ün de yok. Yetki her üniversitenin kendisinde.
Aslında, bikaç gün öncesine kadar bunun tek tüy olduğunu düşünüyordum. Çünkü ben sadece bir akademisyenden ibaretim; üniversite eğitimi deyince çocukların hocayla didiş didiş didişerek ve tartışarak tahsil gördükleri sınıfı ve ayrıca çok öğretici olan yurt kantini sohbetini anlarım. Bu kadar basittir.
Ama normal. Yalnız deprem bölgesindekileri değil bütün Türkiye’deki ilkokulları, (Allah bilir üniversite kapatmaya kafiye tutturmak için) 20 Şubat’a kadar (tarihi uzatabilmek şartıyla!) kapatıp ana-babaları kördüğüm eden bir zihniyet mevcut. Bunun, yüksek lise olarak algıladığı üniversiteleri kapatmış olması normal. Üstelik, üniversite diploması olmayan (ve seçimi ölüm-kalım olarak algılayan) birinin böyle bir karar vermesi hiç acayip değil.
Unutmadan: Dünyanın en yavaş internetini en pahalı biçimde kullanan ve böylesi bi felakette E. Musk’ın Starlink teklifini “Türksat kapasitemiz yeterlidir” diye reddeden bir ülkeden bahsediyoruz. Yine unutmadan: Diyarbakır’da tek ayakta kalan Surp Giragos Kilisesi ve Mersin’deki Rum Ortodoks Kilisesi depremzedelerin kalmasına açılmışken İstanbul Üniversitesinden Prof. T. Kadıoğlu soruyor: “Uzaktan eğitim yerine uzaktan ibadet uygulansa olmaz mı? Bu kadar cami var, hepsi geçici sığınma alanı olabilir. Çamlıca camiini düşünün, cemaati yok denecek kadar az ama binlerce depremzede bu kış şartlarında barınabilir.”
2) Büyük tüy: İki günden beri, üniversite yurtları rezaletinden daha da büyük bir tüy zuhur etmiş vaziyette.
F. Altaylı Habertürk’te yazıyor; özetle: Zora giren iktidar seçimleri erteletmek ve bu işi kararlarına itiraz edilemeyen YSK’ye yaptırmak istiyor. Önce bir seçim kararı alınacak, ardından YSK seçimin en azından bazı illerde fiilen imkansızlaştığına karar vererek tüm yurtta erteleme isteyecek. Böylece seçimler en az 6 ay, muhtemelen 1 yıl ertelenecek.
Tek Adam’ın gözünden düşmüş gözüken eski TBMM Başkanı B. Arınç şimdi oturmuş, bunun senaryolarını yazıyor. Seçimlerin Kasım 2023’e bırakılmasını, hatta 2024’teki yerel seçimlerle birleştirilmesini öneriyor.
Oysa Anayasa Md. 78 çok açık: Seçimlerin geri bırakılması/ertelenmesi ancak savaş sebebiyle mümkün. O da, savaşın seçimlerin yapılmasını imkansızlaştırması ve bu imkansızlığın da TBMM tarafından tespit edilmesi şartıyla.
Anayasa ve Cumhurbaşkanlığı Seçim Kanunu bunun dışında hiçbir biçimde seçimlere müdahale edilmesine imkan tanımıyor; anayasacı arkadaşım Murat Sevinç’ten veya Prof. Fahri Bakırcı’dan okuyunuz.
Uyanıklar için ilave: Savaş ilanı derken, Anayasa Md. 92’ye göre “Milletlerarası hukukun meşru saydığı” durumdan (yani BM Antlaşması Md. 51’deki meşru müdafaa halinden) bahsediyoruz. Yoksa, “Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye sekiz füze attırıp savaş çıkartırım” hallerinden değil.
Can Dündar, seçimi erteleme olayını netleştiriyor “Ortada bir sivil darbe hazırlığı var. (…) Anayasada böyle bir hüküm olmadığını söyleyenleri hayretle izliyorum. Ülkede anayasal bir rejim ve meşru bir hükümet olmadığını ne zaman idrak edecekler, merak ediyorum. Şu anda Erdoğan’a anayasa hükümlerinden bahsetmek 1980’de Kenan Evren’e anayasal yükümlülüklerini hatırlatmakla aynı şey.”
***
Bitirmeden hatırlatayım; tüy dikmenin tarihteki anlamını konuşmuş muyduk?
“Deveboynu” denilen ve kokunun yukarı tepmesini engelleyen büyük icattan önce helalar hep dışarı yapıldığından, Versailles sarayında feodaller akşam bahçeye çıkıp öyle çatlarlardı. Uşakları da, sabah kuruyunca rahatça tutup atabilmek için gidip üzerlerine tüy dikerlerdi. Karışıklık olmazdı; her feodalin farklı bir tüyü vardı.
Baskın Oran: 1945 İzmir doğumlu. Uluslararası ilişkiler emekli profesörü. Özellikle azınlıklar üzerine çalışıyor. 1968’de bitirdiği SBF’de (Mülkiye) asistanken 1971 ve 1980 cuntaları tarafından toplam 9 yıl üniversiteden atıldı, her seferinde Danıştay’da kazanarak döndü. 1999-2009 arasında Avrupa Konseyi ECRI nezdinde ulusal irtibat görevlisi idi. Ekim 2004’te Başbakanlık İHDK’nın Azınlık ve Kültürel Haklar Raporu’nu yazınca mahkemeye verildi ve beraat etti. 2006’da erken emekliliğini isteyerek Oxford (2006) ve Harvard’da (2009) dizi konferanslar verdi. Aralık 2008’de Ermenilerden Özür Kampanyası’nı başlatan 4 kişi arasında yer aldı. Nisan 2013’te Kürt Barışı çerçevesinde Akil İnsanlar Ege heyetinde bulundu. Ocak 2016’da 1.128 akademisyenin Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalayanlardan biriydi. Mülkiye’deki lisansüstü dersleri Temmuz 2016’daki OHAL’den sonra kaldırıldı. 1985’te başlayan haftalık yazıları günümüzde Agos ve Artı Gerçek’de çıkıyor. 90’ı aşkın bilimsel makalesi ve 3’ü yurt dışında da olmak üzere 26 kitabı yayınlandı (https://baskinoran.com/)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***