YORUM | EKREM DUMANLI
Deprem ne kadar şiddetliyse öfke de o kadar derin. Çünkü göstere göstere gelen deprem için hiçbir ciddi önlem alınmadı yıllar boyunca. Zaten o yüzden 36 saat insan içine çıkamadı Erdoğan. Deprem sonrasındaki beceriksizlik ve ihmallere rağmen, propaganda şehveti işi iyice çığırından çıkardı. İktidar sahipleri acıyı dindirme adına seferber olacağına, gerçekleri örtbas etmeye, herkesi susturmaya yeltendi. Sosyal medyaya yapılan Çin usulü ezici baskı; daha da kötüsü, arama ve kurtarma gayretlerini kaba ve kibirli bir parti propagandasına dönüştürmesi öfkeyi daha da derinleştirdi.
İktidar dip dalgalarla gelen öfkenin farkında değil mi?
Belki güç sarhoşluğu yüzünden durumun vahametinin tam farkında değil. Ancak yönetme dürtüsünün cebrî insiyaklarıyla toplumsal tepkilerin başlarına bela olacağını biliyorlar. O yüzden üniversiteleri tatil ediyorlar. İstiyorlar ki insanlar bir araya gelmesin, vicdanî tepkiler bireysel düzeyde kalsın. Çünkü Gezi Direnişi ödünü koparmıştı, onun travması hala zihninde taptaze.
***
Gelelim hafta sonu Fenerbahçe ve Beşiktaş maçlarında yaşananlara. Deprem sonrası tüm spor müsabakaları ertelenmişti. Hal böyle iken nasıl oldu da futbol maçları oynanmaya başladı?
İki önemli sebebi var. İlki futbolun uluslararası takvimi ile ilgili. O takvime bağlı kalacaksın ki uluslararası müsabakalara katılabilesin. Yani? Bütün ülkelerinin ilk sırada yer alan takımları belli olduğunda sen de o süreci bitirmiş olacaksın ki UEFA veya Şampiyonlar ligine katılma hakkı kazanasın. Aksi halde kulüpler büyük zarar eder…
Diğer sebep daha enteresan geliyor bana: Aslında stadyumdaki seyircinin kimler olduğu rahatlıkla tespit edilebiliyor Türkiye’de. 14 Nisan 2014’te yürürlüğe giren “Sporda Şiddet ve Düzensizliğin önlenmesine dair kanun” gereği Passolig kartı olmadan stadyumlara giriş yapılamıyor. Passolig kartı alabilmek için de T.C. kimlik numarası vermek zorundasınız…
Dahası, stadyumlarda seyirciyi polislerin izlediği teknik donanımlar da var. Bu yasa çıkarken pek çok insan bunun bir çeşit fişleme olduğunu, seyircinin rahatsız olacağını söylemişti. Ne var ki holiganizme karşı o dönemde oluşan atmosfer bu tarz bir önlem için kapıları ardına kadar aralamıştı.
Demem o ki bu hafta sonu Fenerbahçe stadyumunda başlayan Beşiktaş’la devam eden “hükûmet istifa” tezahüratı halkın “inceldiği yerden kopsun” demesinden başka bir şey değildir. Seyircinin gırtlağı çatlarcasına, “Yalan yalan yalan/dolan dolan dolan/ 20 sene oldu, istifa ulan” diye bağırması, toplumsal vicdanın baskılara “yeter artık” demesi anlamı taşıyor. Bu sesi, devlet aygıtını kötüye kullanarak bastırmak, çareler üretmez; aksine öfkeyi büyütür, huzursuzluğu derinleştirir.
Geçmişte kimi zaman, stadyumlar özel harpçiler tarafından kullanıldı. O pervasız kullanım ile bugünkü feryatları karıştırmamak lazım. Eskiden sessiz çoğunluğun hissiyatını eze eze ifade edilen bağrışmalar, kurulu düzen tarafından korunur kollanırdı. Oysa bugün “istifa” tezahüratı yapanlar, her türlü baskıya maruz kalma riskini göze alıyor.
Stadyumlardan taşan tezahüratları duyunca aklıma Şili Diktatörü Augusto Pinochet gelmedi dersem yalan olur. 1973’te iktidarı zorla devralan Pinochet, astığı astık kestiği kestik bir adamdı. Onun zamanında 130 bin kişi tutuklanmış, 30 bin insan stadyumlara toplanıp işkenceden geçirilmiş, 2 binden fazla insan öldürülmüş ve binden fazla kişi devlet tarafından kaybedilmişti.
Öte yandan Pinochet, uyguladığı politikalarla bazı kitlelerin de kalbine girmişti. Şili ekonomisini yabancı yatırımcıya açmış, ekonomik şartları daha iyi hale getirmiş, kişi başına düşen milli geliri yükseltmiş; dolayısıyla ülkede maddi bir refah ortamı sağlamıştı. Hatta bir dönem enflasyonu sıfır noktasına kadar yaklaştırınca, liberal ekonominin demokrasi olmadan da büyük iş yapabileceğine dair aforizmalar dile getirilmiş, örnek ülke gösterilmeye başlanmıştı. Halbuki bunların hepsi balondu…
8 sene kendini cumhurbaşkanı seçtiren Pinochet, bir o kadar süre daha seçilme hakkını da elinde tutuyordu. Oysa ülke demokrasiden kopmuş, insan hakları ayaklar altına paspas yapılmıştı. 1982-83 senesinde ortaya çıkan ekonomik kriz, o güne kadar şişirilmiş rakamlar üzerinde deprem etkisi yaptı. Toplumdaki derin öfke içten içe kabarmaya başlamıştı. Her türlü olumsuzluğa rağmen her şeyin kontrol altında olduğuna inanıyordu diktatör ve adamları.
Ve bir gün… Herkes sus pus olmuş, Pinoche’nin polisleri ve askerleri eşliğinde maç seyrediyordu ki bir anda binlerce insan Diktatörü protesto etmeye başladı. Kısık bir sesle başlayan tezahürat büyüdükçe büyüdü ve sokaklara taştı. 1984’teki sıkıyönetim tedbirleri de işe yaramadı. Bir dönem herkesi sessizliğe mahkûm eden yönetim 1987’de seçime gitmek zorunda kaldı. Halkın yüzde 56’si Pinochet’in tekrar seçilmesine hayır dedi. Görevini devretmemekte direndi diktatör. Öyle ya; halkın hala önemli bir kesimi onu destekliyordu; yaptığı yolları, teknolojik yatırımları ve “Şili mucizesi” diye sunulan ekonomideki iyileştirmeleri unutmamıştı. Ama adam zalimdi, acımasızdı, zorbaydı…
Zorla güzellik olmaz; hele siyasette hiç olmaz.
Tiksinme süreci başladıysa, yaptığın zulümler kibrinle ihmallere dönüştüyse artık kamu vicdanında “Düş yakamızdan” feryatları yükselmiştir. Hele bir de yolsuzluğa karışmışsan! Pinochet iktidarı bırakmak zorunda kalınca yolsuzluk ve insan hakları ihlallerine ilişkin dosyaları tek tek açıldı. Akıbeti ne mi oldu? İlerleyen yaşında Londra’ya tedavi için gittiğinde, -iktidarda olduğu dönemde İspanyol vatandaşlarının öldürülmesinden sorumlu tutularak-, İspanya’nın talebi üzerine tutuklandı. 16 ay ev hapsi yaşadı. Çok yaşlı olduğu için ülkesine gönderilen diktatör askeri bir hastanede hayatını kaybetti. Devlet töreni yapılmadı. Hala var olan taraftarlarının ‘yas ilanı’ talepleri reddedildi. O kadar ki muhtemel saldırılar nedeniyle ailesi mezar bile yaptırmadı…
42 yıl sonra (2015’te) Amerika Kupası açılış maçı aynı statta oynanınca 47 bin kişi, bir zamanlar stadyumlarda işkence ile öldürülen kurbanların anısına boş bırakılan koltuklara bakacak o derin yarayı bir daha hatırlayacaktı…
Filmi geriye sarıp baktığınızda bir diktatörün çöküşünün başlangıcını, stadyumda bulabilirsiniz. Halkı polis zoruyla baskı altında tutmak akıbeti ortadan kaldırmaz; aksine hızlandırır. Tarih buna şahittir…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***