Kalem kılıçtan keskindir, dermiş eskiler. O eskidenmiş muhterem. Artık kılıç kalemi de kalemle yapılan işleri de kalemli insanları da kesip atar; insanı kesemezse açıkça ilan edildiği gibi dilini keser, o da olmadı kalemi keser, daha olmadı kalemle yapılan işleri keser. Örnek aramaya gerek yok, işte İhsan Eliaçık’ın Kuran meali ve tefsir kitabını yasaklatma ve yok etme kararıyla başlayan yasakçı yağmur bunun en son, en güçlü örnekleri: Kürt yayıncılığının önemli kurumlarından Avesta’nın internet sitesi erişime kapatıldı. Kürtçe gazete Xwebûn erişime kapatıldı. Hewler’den, yani Erbil’den yayın yapan Rudaw erişime kapatıldı. Ekşi Sözlük gibi son yıllarını iktidar lehine insan karalamaya adamış sitenin bile erişimi engellendi. Halk TV, Tele1 ve Fox TV’ye kesilen cezalar zaten malum.
ELİAÇIK KARARINDAKİ DAYANAKSIZLIK
Bu bıktırıcı ve bunaltıcı saldırılar, yeni kurulmak istenen rejimin, daha doğrusu devletin ve demek ki toplumun neye benzemesini istediklerini bize gösteriyor evvel emirde. Bu yazıda bu kararlarda görünen ve görünmeyen yanlara biraz eğilmek istiyorum, sabrınız için şimdiden teşekkür ederim. Maksadım, süregelen yasakçı ve baskıcı salvoların bugün itibarı ile ve yaklaşan seçim açısından neyi amaçladığını anlayabilmek.
İhsan Eliaçık’a yönelik yasağın tuhaflığına ilişkin dün yazmıştım, fakat hâlâ söylenecek çok şey var, örneğin dün hiç değinemediğim “mevzuat”a ilişkin bölümü var işin:
Kararda, hükmün Basın Kanunu’nun 25’inci maddesinin ikinci fıkrasına dayandığı dile getiriliyor, e gerekçe ve kanuni dayanak lazım ya, bir şeyler yazmak şart oraya: Oysa meselenin Basın Kanunu ile uzaktan yakından ilgisi bulunmuyor. O madde ile bu hükmü veremezsiniz, çünkü o madde ancak ve ancak ceza kanununa göre tanımlanmış bir suçun varlığı halinde işletilebilen bir madde. Oysa herhangi bir meal ya da tefsirin “İslam dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı unsurlar içerme suçu” diye bir şeyi düzenleyen bir kanun maddesi yok. Yani o maddenin kararda dayanak diye yazılı olması, mahkemenin mümkün olmayan bir kararı ihdas edebilmek için kendisini mecbur hissetmesinin sonucu. Boşluğa dayanıyorum diyemeyeceği için.
DİYANET İSTERSE HER SİTEYİ KAPATABİLİR
Tabii, yine de Diyanet’in mahkemelerin sekreteri haline getiren bir düzenleme var yine de: Teşkilat Kanunu’na, 508 sayılı kararname neticesinde giren ek hükümler. Bu maddede şöyle deniliyor:
“Beşinci fıkranın (h) bendine göre yapılacak inceleme sonunda İslam Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli mercie müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir. Yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli merci bu yayınla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verir. (…)”
Önce şu tuhaflık: 5/h şöyle diyor:
“h) (Ek: 2/7/2018 – KHK/703/141 md.) İlgili birim, kurum ve kuruluşlarla işbirliği yaparak namaz vakitleri ile dini gün ve geceleri tespit ve ilan etmek, bunun için gerekli çalışmaları yürütmek.”
Yani aslen, 5/h bile karar için yeterli değil; 5/ı var:
“ı) (Ek: 2/7/2018 – KHK/703/141 md.) Kur’an-ı Kerim meallerini Başkanlık ile diğer kamu kurumları, özel kişi ve kuruluşların talebi üzerine veya re’sen incelemek ya da incelettirmek.”
FETVA ÇAĞI GEÇTİ, FERMAN ÇAĞI GELDİ
İşte ek madde, 5/ı’da belirtilen incelemeden sonra yapılacakları söylüyor. Ne söylüyor? Şu: görevli mercie müracaat eder, merci de toplar ve imha eder. (Aynı şekilde Bilişim Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığı’na gönderirse, onlar da erişimi engeller. Yani düzenleme, Diyanet’i bir hüküm makamı haline getiriyor, mahkemeleri ve BTK’yi de uygulama memuruna çeviriyor. Böylece, kararnameyle başlayıp yönetmeliklerle filan tahkim edilen bir mekanizma oluşturularak Diyanet, yasamanın da yargının üstünde, mevcut iktidarın icra yetkili bir kurumuna çeviriliyor. Mahkeme, Diyanet’in talebi geldiğinde “mahkeme” olarak bir şey yapamama ve emredilen memuriyet rolünü oynama mecburiyetinde hissediyor kendisini, mahkeme olmaktan çıkıyor. Hem başvuranı, şikayetçisi ya da davacısı oluyor Diyanet mahkemenin, hem de verilecek hükmü mecbur kılan yargı üstü otoritesi. Yani Diyanet’in “görüş, düşünce, öneri ve fetva”ları böylece “ferman” haline getiriliyor. Bu hukuken ciddi bir facia ve İhsan Eliaçık’ın anlattığı gibi, İslam tartışma usul ve geleneklerine de tamamen aykırı bir durum. Yani “İslam dininin nitelikleri açısından sakınca”lı olan İhsan Eliaçık ya da yazdığı kitap değil, bizzat bu düzenleme ve yetki. Seyfiyenin ilmiyeye galebe çalması da değil bu, seyfiyenin ilmiyeyi boyunduruk altına alması. Erbaş boşuna kılıçla gezmiyor.
DAİMİ YASAK: KÜRT ve KÜRTÇE
İktidar, hedeflediği boyunduruk devletini güçlendirebilmek için uzun süredir “Kürt” kartına abanıyor. Mekanizma basit: Yasakları, baskıları, zorbalıkları “terör” maymuncuğunu kullanarak Kürt kişi ve kurumlarına yönlendir, itiraz eden olursa “teröristle işbirliği” de sustur. Doğrudan HDP’ye ve HDP’lilere yapılanlar zaten herkesin bildiği şey, fakat örneğin Avesta gibi bir yayınevine yasak meselenin “terör” veya “örgüt” ile ilişkili olmadığının, doğrudan kadim “Kürt yok, varsa da yok olmalı” konseptinin en açık delili. Çünkü Avesta “yayıncılık”tan başka bir iş yapmıyor, zaten kitaplarına defalarca yasaklar getirildi, internet sitesi ise yayınlarını duyurma ve işte alışveriş yapmaya imkan sağlama dışında bir içerik taşımıyor. Kararı alanlar bunu iyi biliyor fakat bu bilgi bir taşla sayısız kuş vurma stratejisini değiştirecek değil: Madem ki Kürtçe yayın yapıyor, Kürtlerle ilgili yayın yapıyor, o zaman kadim konsept gereği her zaman baskılanmalı. İtiraz edenler olursa (siyasetçiler özellikle) terör diyerek sustur ve böylece hem diğer siyasi partileri Kürtlerden uzak tut, hem Kürt varlığını bitirme stratejisini sürdür.
DAYANIŞMA ve YARDIMLAŞMA KAPISI AÇIK
Bütün bunlar aynı zamanda yaklaşan seçim için gerekli hamleler: Ekonomide iyi bir öykü anlatarak seçmenin gönlünü alma şansı kalmadı. Depremlerden sonra iktidarda kalma şansı da hayli azaldı. O zaman çalıştır yasak mekanizmasını, aç Kürt/terör kartını, din tartışmalarını tetikle, toplumu birbiriyle savaşan iki kampa böl ve ekonomide, depremde kaybettiklerini buradan kazanmaya çalış. Elinde çekiçten başka araç kalmayınca herkesi ve her şeyi çivi gibi görüp tepesine tepesine vurmaktan başka ne yapılabilir zaten?
İktidarın ne yapacağı, nasıl yapacağı tabak gibi ortada, mesele şimdi “muhalefet”lerin ne yapacağı? Bu tuzağa yeniden düşülecek mi, yoksa seçime kalan kısa süre içinde toplumun depremle katlanan acılarına derman olabilecek ferasetli siyaset üretilebilecek mi? Deprem çok can yaktı ama bir de umut kapısı açtı, yok iktidarın gitmesi değil umut kapısı, toplumdan gelen dayanışma, yardımlaşma ve komşularının, hemşehrilerinin ve yurttaşlarının kaderiyle yakından ilgilenme çabaları, bu iktidarın ulaşmak istediği “toplumsuz ülke” hedefine karşı başka bir toplum ve siyaset imkanının bulunduğunu gösterdi. Bu kapıya kapatmak iktidarın arzusu, baskı aygıtı o yüzden harekete geçti, bu kapıyı açık tutmak ise muhalefetlerin görevi.
NOTLAR
1)AYHAN YALÇINKAYAYA TEŞEKKÜR
İhsan Eliaçık konusunda dün yayınlanan yazıda dile getirdiğim, “yeni devlet-yeni din” ifadesi, Ayhan Yalçınkaya hocamdan çokça intihal biraz da ilhamdır. Ayhan hocamın Demokratik Cumhuriyet Konferansı’ndaki konuşması, “din ve devletin iç içeliği” fikrini işliyordu. Devletin dinsiz yapamayacağı, dinin tek bir yorumunu kamusal alanda hakim kılmaya çalışacağı ve diğer yorumları eve hapsetmeyi arzuladığını anlattı Ayhan hoca; Eliaçık kararı “Farklı yorumu sadece evinde yap” talimatıdır bu perspektifle. Elbette “hatalı kullanım” var ise kusur hocamın değil benimdir.
Konferans için buyurunuz, özellikle 51’inci dakikadan sonra:
2) İŞTE KARARNAME İLE GELEN EK FIKRA
(Ek fıkra: 2/7/2018 – KHK/703/141 md.) Beşinci fıkranın (h) bendine göre yapılacak inceleme sonunda İslam Dininin temel nitelikleri açısından sakıncalı olduğu Kurul tarafından tespit edilen meallerin, Başkanlığın yetkili ve görevli mercie müracaatı üzerine basım ve yayımının durdurulmasına, dağıtılmış olanların toplatılmasına ve imha edilmesine karar verilir. Yayının internet ortamında yapılması halinde, Başkanlığın müracaatı üzerine, yetkili ve görevli merci bu yayınla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verir. Bu kararın bir örneği gereği yapılmak üzere Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığına gönderilir. Bu kararlara ve Başkanlığın talebinin reddine dair kararlara karşı tefhim veya tebliğinden itibaren iki hafta içinde yetkili ve görevli mercie itiraz yoluna gidilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Toplatma ve imha kararına veya erişimin engellenmesi kararına itiraz edilmiş olması, karara konu yayınların toplatılmasını ve bu yayınlara erişimin engellenmesini durdurmaz. Toplatma ve imha kararına konu yayınlar, bu karara süresi içinde itiraz edilmediği veya yapılan itiraz reddedildiği takdirde imha edilir.
Diyanet’in her fırsatta verilen yeni yetkiler ve emirlerle bu hale getirilmesi aslında bugüne has değil; bu iktidar başından beri bunun peşine düştü, özellikle 2010 sonrası buna hız verildi; bu son karar bu sürecin zirvesi. Bir iki örnek hatırlatmak isterim:
2010’ların başında dönemin CHP milletvekili Hüseyin Aygün, TBMM yerleşkesinde cem evi talep etti. Talep, Diyanet’in “görüşü” ile reddedildi. Cemil Çiçek ve Bekir Bozdağ bu durumu o zaman, “Biz siyasetçiyiz, din işlerinde karar vermeyiz, o sebeple Diyanet ne derse o.”
Aynı dönemlerde bir mahkeme, cezaevindeki bir Alevi mahkumun “din insanları ile görüşme”ye ilişkin kanuni hakkı çerçevesinde, bir dede ya da pir ile görüşmeyi talep etti; bu talep de 1 Haziran 2012’de mahkeme kararı ile reddedildi; karar yine Diyanet’in görüşü hukuki fermanmış gibi oluşturulmuştu.
Aynı dönemde Bülent Arınç, Diyanet’in devlet protokolündeki yerinin yükseltileceğini müjde olarak duyuruyordu, Mustafa Kemal’e atfen:
“Protokolde ilk 5’in içinde bulundurmuştur. Şimdi 52’inci sırada olduğuna bakmayın. İnşallah yeni yapılacak protokol düzenlemesiyle aynı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘ün Diyanet İşleri Reisi’ne verdiği önem, bugün de yine protokolde en önde yerini koruyacaktır, korumalıdır.”
Denilen yapıldı, Diyanet fiilen de hukuken de yükseltildi, “ilk beş” ne, doğrudan “ilk bir”in gölgesi gücüne ve protokol konumuna kavuşturuldu. İhsan Eliaçık kararı, bu sürecin geldiği aşamayı gösterdi bize: Diyanet suç da ihdas edebilir.
Bütün bunlarla yapılan, dinci bir iktidarın basit bir “İslamizasyon” programının sonucu olmaktan ibaret değil elbette, yapılan kurulmak istenen otoriter-totaliter yapının egemenlerine siyaseti, devleti ve toplumu kendi iki dudakları arasından çıkacak hükümlere mahkum hale getirecek yeni bir devlet yapısına kavuşma çalışması.
3) TİMUÇİN KÖPRÜLÜ’YE TEŞEKKÜR
Mevzuattaki garipliğe ve kararnameye dikkatimi Timuçin Köprülü çekti. Timuçin hocama da müteşekkirim.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***