Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İmar ihbar hattı kurmalı ve muhbirlere ödül vadetmeli 

İmar ihbar hattı kurmalı ve muhbirlere ödül vadetmeli 


YORUM | AHMET KURUCAN

Deprem sonrası imar çalışmaları adına tartışmalar başladı. Kimileri bazı yerleşim bölgelerine bir daha imar izni verilmemeli ve bir kulübe bile inşa edilmemeli derken kimileri aynı yerler için daha sıkı kontrollerle beraber mevcut imar yasalarının uygulanmasının yeterli olacağını söylemekte. Uzmanlarının bileceği şey. Bu konuda bir şey söyleyemem. Ama kamuoyunda devam eden tartışmalar arasında bir şey çok dikkatimi çekti. Mealen birileri diyor ki: “Bu kadar büyük yıkımdan sonra bizim insanımız inşaat yapımında deprem öncesi hatalarına dönmez. Dini ve ahlaki emir, yasak ve prensipler de bu sürece katkı sağlar.”

Allah korusun ülkemizin neresinde olursa olsun muhtemel bir depremde aynı şeylerin bir daha yaşanmaması için insanımızın meseleye daha duyarlı ve daha sorumlu yaklaşacağına ve bu bağlamda dini ve ahlaki umdelerin katkı sağlayacağı görüşüne ben de katılıyorum. Ama bu yaklaşım toplumun kaçta kaçı tarafından kabul edilir, uygulanır ve sürdürülebilir olduğu konusunda çok büyük şüphelerim var. Neden mi? Bir, insan fıtratı. İki, tarihi geçmişimiz.

İnsan fıtratı açısından bakalım; böylesi felaketler ve musibetler insanların geçmişleri ile yüzleşmelerine vesile olur. Tabir caizse otomatiğe bağlamış gibi hiç düşünmeden yaptığı mazideki eylemlerini sorgulamasına, hatalarını ve yanlışlarını tespite ve gelecekte bir daha aynı ve benzeri hataları yapmayacağı sonucuna insanı ulaştırır. Hele musibetin acılarının canlı olduğu anlarda dini inancı ve duyguları da canlı ise Yüce Yaratıcıya dualar eder, gelecek adına sözler verir. Sonra?

Sonra hayat normale döndüğünde aynı hataları yeniden yapmaya başlar. Dünyevi çıkarlar, kültürel düzlemde yerini alan öğrenilmiş ve öğretilmiş çaresizlikler, “Bize bir şey olmaz, Allah korur vb.” tabiat yasalarını yanlış yorumlamaktan kaynaklanan tevekkül anlayışları devreye girer ve aynı hataları tekrarlarlar. Kur’an bunu Yunus suresi 22. ve 23. ayetlerinde edebi bir tasvir içinde ne güzel ifade eder. Denizin ortasında şiddetli bir fırtınaya maruz kalan gemi devasa dalgalarla boğuşurken son anlarını yaşayan insanlar Allah’a samimi bir kalp ile yönelir ve bu badireden kurtulunca kendisine şeksiz ve şüphesiz itaat eden kullarından olacağı sözünü verirler. Hayat normale döndükten sonra da verdikleri sözü unutarak kaldıkları yerden taşkınlıklarına, sapıklıklarına, isyanlarına devam ederler.

Kur’an’ın anlattığı bu hikaye aslında hepimizin, bütün insanoğlunun hikayesidir. Çünkü Kur’an özünde insana insanı anlatır. Sen busun der. Böyle olmamalısın der. Alternatif yollar gösterir. Fakat gelgelelim her defasında netice değişmez ve ferdi istisnalar bir kenara külliyet planında aynı manzara tekrar tekrar yaşanır. Ben ümitsizim. On tane vilayetimizi içine alan bu büyük deprem sonrasında da neticenin değişeceğine inanmıyorum. Keşke değişse! Keşke ben tahminimde yanılsam. Bundan da mutluluk duyarım.

Gelelim ikinci sebebe yani tarihi geçmişiz. Aslında bu yukarıda anlattığım ve son cümlemde ifade ettiğim insan fıtratına ait gerçeğin toplumsal boyutta yansımasından ibaret ve bu sadece bize de has değil, bütün Orta Doğu coğrafyasını kapsayan bir özellik. Emin Ma’luf veciz bir dille şöyle anlatır bunu: “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar.” Bu sözü aktaran sosyal medya kullanıcısı şu yorumu yapıyor: “Şikayet eden bir insanın çözüm aradığını sanırsınız değil mi? Hayır, bizde insan çözüm için değil söylenmek için şikayet eder. 50 sene aynı şey anlatır, geldiği gibi gider.” Doğru değil mi?

Muhsin Ahmet Karabay, TR724’deki yazısında şunu söylüyor: “6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli iki deprem, Türkiye’yi kökten değiştirecek. Ne var ki hiç değiştiremeyeceği şeyler de var. Bunlardan birisi inşaat kalitesizliği. 26 Aralık 1939’da yaşanan 7,8 büyüklüğündeki Erzincan depreminde 35 bin dolayında insanın ölmesinin temel sebebi ile son depremde 100 binden fazla insanın can vermesinin sebebi aynı: İnşaatların kalitesiz olması.” Katılmamak mümkün mü?

Eser Karakaş, Erkam Tufan’ın programında şunu söyledi geçenlerde. “İmar affı tabirini İngilizce’ye Fransızca’ya çevirebilir misiniz?” Cevabını ben vereyim, çeviremezsiniz, çünkü böyle bir konsept yok. Ne zihinlerde var böyle bir konsept ne de uygulamada. Sonra bir başka öğretim görevlisinin ismini vererek onun şu sözünü aktardı: “Eğer bir tabiri İngilizce’ye Fransızca’ya çeviremiyorsanız orada bir yanlışlık vardır.” Her kavram için bu elbette söylenemez ama imar affı için söyleneceğine sanırım bu satırları okuyan herkes katılır.

Erkam Tufan Bey’in Mimarlar Odası’nın raporundan aktardığı şu bilgilere bir kez daha kulak kesilelim isterseniz. Diyor ki: “Mimarlar Odası’nın raporuna göre 2003’te iki kere, 2005’de, 2012’de, 2015’de ve 2018’de birer kez imar affı getirildi. Yani AKP iktidarı döneminde toplam 6 imar affı yapıldı. 2018’de yapılan son imar affı ise tam 4 kez uzatıldı. 2019 yerel seçimlerinde seçmene rüşvet olarak sunuldu. Sadece 2018 imar affı yasası ile depremin yaşandığı 10 ilde toplam 294 bin kaçak yapı affedildi.”

Şu bilgileri de balık hafızalı toplum olduğumuz için tekrarlamakta yarar var. “Marmara depremi sonrasında dönemin hükümeti tarafından 496 yerde toplanma alanları yapılmıştı. Bu toplanma alanlarından 419’u ranta açıldı. AVM’ler yapıldı. Kentsel dönüşüm adı altında rantsal dönüşüm yaptılar.

Yetmedi, 2003 yılından bu yana meclise depremle ilgili kaç önerge getirildi biliyor musunuz? 58 araştırma önergesi. Tamamı iktidarın oyları ile reddedildi.”  Şaşırdık mı?

Burada iktidarın siyasi gerekçelerle yaptığı bu eylemlerin toplumsal karşılığı olduğunu da unutmayalım. Tarihi geçmişimiz derken anlatmak istediğim bu. Tamam ortada iktidarın iş bilmezliği, hırsızlığı, aymazlığı, soygunculuğu, rüşvete ve iktidara doymazlığı var. Var ama bir gün gelecek kendi canlarına ve mallarına da dokunacak bu uygulamalar karşısında sessiz kalan, itiraz etmeyen aksine teşvik eden halkımız olduğunu bir kez daha hatırlatmak isterim.

Çözüm ne? Ben yukarıda da söylediğim gibi dini ve ahlaki umdelerin bu büyük yıkıma rağmen bizi olması gerektiği ölçüde harekete geçireceğine inanmıyorum. Bazı fertlerde örneğini göreceğimiz üzere katkı sağlayabilir ama tek başına yeterli çözüm olamaz. İnsan fıtratı ve tarihi geçmişimizin ispat ettiği kültürel zihni yapımızdan dolayı çözümü bence başka yerde aramalı. 

Onun için ilk teklifim, öncelikle şehir nazım imar planından iş yeri, konut, okul vb. bütün binaların deprem yönetmeliğine uygun bir şekilde inşa edilmesine kadar teorik açıdan her şeyi yeniden gözden geçirip olması gerekli seviyeye çekmeli. Buna muhalif olan bütün kanun ve yönetmelikler iptal edilmeli.

İkincisi; devletin yaptırım gücünü kullanarak görevini suistimal eden bütün yetkililere en ağır ceza verilmeli. 2000’li yıllarda Amerika’ya ilk geldiğimde dinlediğim sonra da belgesellerde izlediğim bir uygulamayı aktarayım. 70-80’li yıllarda Manhattan’ın Harlem bölgesine polis bile giremiyormuş. İtalyan asıllı bir belediye başkanı kısmen mafyavari sayılabilecek bir metod uygulamış başkan seçildikten sonra. İstihbarat, polis ve yargı güçleri ile anlaşarak ekip halinde hareket ederek küçük veya büyük her türlü kriminal eyleme sıfır tolerans demişler ve en küçük suça da en büyük cezayı vermişler. Bu uygulama kamu vicdanını rahatsız etmiş ama caydırıcılık amacıyla geçici olarak ve bilinçlice yapıldığını söylemişler kamuya. Çok geçmemiş, bölgedeki olaylar güvenlik güçleri tarafından kontrol edilebilecek seviyeye gerilemiş. Aynı şeyi yapalım. İki haftadır yüreğimiz deprem bölgesinde atıyor. Ciğerimiz yanıyor. Bundan sonra böylesi neticelere sebebiyet verebilecek ihmalleri olan herkese ceza verelim. İşe en küçük ihmali ve ihlali olandan başlayalım ve en ağır cezayı keselim. Keselim ki devletin kararlılığını görsün herkes ve kendine çeki düzen versin. 

Üçüncüsü bir imar ihbar hattı kuralım. İster resmi görevliler isterse kanuna karşı hile yapan, yapılmasını isteyen herkesin ihbar edileceği bir hat olsun bu. İhbar edenlere ihbarlarının doğru çıkması karşısında çok büyük ödüller yanlış çıkması karşısında da çok büyük cezalar verelim.

Bu son teklif bazılarınıza “Olur mu böyle şey?” dedirtmiş olabilir. Doğru olmaz ve olmamalı. Ama ne çare ki biz bizi biliyoruz. Devletin düşmanlaştırdığı kesimlere karşı ihbar furyasının nasıl çalıştığını yaşayarak gördük.  Hele 15 Temmuz sonrası sırf bu sebeple nice masum canlar yandı ve hala yanmaya devam ediyor. Düşmanlaştırma, ötekileştirme ve kendisini düşman üzerinden tanımlama bizim devlet geleneğimiz. Maalesef gerçek bu. Hem de o düşmanlaştırılan kesimlerin düşman olmadığını en iyi düşmanlaştıranlar bildiği halde yapıyorlar bunu.

İroni yapmıyorum, ciddiyim, madem bu bizim bir geleneğimiz. Öyleyse devletimiz bu defa gerçekten imar kanunlarına uymayan herkesi düşman ilan etse. Orantısız propaganda gücünü bir kez de burada kullansa. Baksanıza yüzbinlerce cana, milyarlarca maddi kayba sebebiyet verdi depremde yapılan ihmaller. Belki netice alınır.

Şimdi diyeceksiniz ki kim yapacak bunları. İşte ironi burada devreye girebilir. Çünkü balık baştan kokar. Baştaki balıklar kokmuş. Bu kokmuş balıklarla bir yere varılamaz. Yaptığım bu teklifler uygulanamaz. Doğru, haklısınız ama alacaklı değilsiniz. Bu ülke bir avuç siyasinin babasının çiftliği değil. Hepimizin. Öyleyse yaşananların bir daha yaşanmaması için herkesin sorumluluk duyması ve vazife yüklenmesi gerek. Bu şu an depremzedelere yapılan yardımlar kadar hatta uzun vadeli olarak ondan daha önemli bir görev. Vazgeçmemeliyiz ülkemizden, canımızdan, cananımızdan, malımızdan. Aksi halde irade sahibi insan olmanın hakkını vermemiş oluruz. Haklı değil miyim? Ne dersiniz?

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version