Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Gazeteci olarak “vatan haini” ilan edilsen de…

Gazeteci olarak "vatan haini" ilan edilsen de...


Bu haftaki yazımı bir gün önceden yazıyorum… Pazar günü Brüksel’de, Avrupa kurumlarının bulunduğu Schuman Meydanı’nda Avrupa Türk Gazeteciler Birliği (ATGB)’nin düzenlediği “Gazetecilik Suç Değildir” etkinliği var… 71 yıllık gazetecilik yaşamında Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm rejimlerin “suçlu” ilan ettiği bir gazeteci olarak, Avrupa Birliği duvarlarına “Özgür basın susturulamaz!”, “Türkiye’de sansüre son, gazetecilere özgürlük!” diye haykıracak genç meslektaşlarımla birlikte olmayı görev biliyorum.

Avrupa’nın başkenti Brüksel’de İnci’yle birlikte tam 51 yıldır gazetecilik yapıyoruz. Bunun ilk iki yılı, 1971 darbesinden sonra, hakkımızda yüzlerce yıl hapis istenen davalar varken ve sıkıyönetim bildirileriyle aranırken, takma isimlerle illegal bulunduğumuz Avrupa’da Demokratik Direniş Hareketi adına Türkiye Dosyası, Türkiye’de İnsan Avları ve İşkence Altındaki Türkiye adlı İngilizce kitaplar ve enformasyon bültenleri yayınlayıp Avrupa kurumlarını bilgilendirmekle geçti.

Bu faaliyetlerden dolayı Avrupa’da da “suçlu” ilan edilmemiz çok gecikmedi… 1972 yılında Türk parlamento heyetinin başkanı Tuhan Feyzioğlu, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin kürsüsünden gerçek isimlerimizi vererek “yurt dışında yıkıcı faaliyet yürüttüğümüz” gerekçesiyle Avrupa polisi tarafından tutuklanmamızı istedi… Ardından da, genel kurmayın isteğiyle Başbakanlık tarafından çeşitli dillerde yayınlanan bir Beyaz Kitap’ta sıkıyönetim tarafından aranan bir “suçlu” olduğumuz yedi düvele ilan edildi.

1973 yılında Türkiye’de basın özgürlüğünün nasıl ayaklar altına alındığını anlatan bir yazım İngiltere’de Index adlı bir dergide, Türkiye, Faşizm ve Direniş adlı bir kitabım Hollanda’da gerçek adımla yayınlandıktan sonra “suçlama” saldırılarının ardı arkası kesilmedi.

1974’te Brüksel’de beş dilde yayın yapan İnfo-Türk Ajansı’nı kurduktan sonra Türk Büyükelçiliği harekete geçmekte gecikmedi, Hollanda’da Birleşmiş Milletler mültecisi olarak tanındığımız halde, elçiliğin tahrikiyle ben sınırdışı edildiğim gibi Belçika’da çalışma ve oturma izni almamız da yıllarca engellendi… Üstelik 1977’nin son günü trenle Almanya’ya giderken Aachen’de tutuklanıp sınırdışı edildik…

1978’de Türkiye’ye yaptığımız iki kısa seyahatten sonra kesin dönüş hazırlıklarını sürdürürken, militarizm konusunda çevirdiğim bir kitabın İstanbul’da yayınlanması üzerine Donanma Askeri Savcılığı beni yine “suçlu” bulup hakkımda yakalama kararı çıkarttı…

TÜRK VATANDAŞLIĞINDAN ATILDIK

12 Eylül 1980 darbesinden sonra da sürgündeki diğer muhalif dostlarımız gibi Kenan Evren tarafından “kansızlar” diye suçlanarak, 1983 yılında Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’ın da imzası bulunan bir kararnameyle Türk vatandaşlığından atıldık.

1986’da Fransız A2 televizyonundaki bir programda Türkiye’de Kürtlere, Ermenilere ve Asuriler’e yapılan baskılar üzerine konuştuğum için Türk Hükümeti’nin baskıyla Mitterrand yönetimi tarafından Fransa’ya girişim yasaklandı…

1988’de Brüksel’deki bir basın toplantısında Türkiye’de insan haklarının durumuna dair sorduğumuz sorular üzerine dönemin başbakanı Turgut Özal bizim “suçlu” olduğumuza bir kez daha kanaat getirerek, beş yıl önceki kendi imzasını taşıyan “vatandaşlıktan atma” kararnamesini Brüksel’deki büyükelçilik aracılığıyla yeniden tebliğ ettirdi.

“Vatansız”laştırıldıktan sonra Avrupa ülkelerinde seyahat serbestisi kazanabilmek amacıyla Belçika vatandaşlığı için başvurumuzun kabulü, yine Türk Devleti’nin baskıları nedeniyle Belçika Kraliyet Savcılığı tarafından yıllarca engellendi.

12 Mart Darbesi’nin 30. yıldönümü nedeniyle Yazın Dergisi’ne yazdığım makalede Türk Ordusu’na hakaret ettiğim gerekçesiyle bir İstanbul mahkemesi beni yine “suçlu” bularak 27 Eylül 2002’de Türkiye’ye döndüğüm takdirde derhal tutuklanmam için tüm sınır kapılarına tevkif müzekkeresi gönderdi.

AKP İKTİDARI DÖNEMİNDE DE ARDI ARKASI KESİLMEYEN SALDIRILAR

Türk Devleti’nin bizi “suçlu” görmesi, Brüksel’de rejimin hizmetindeki Türkçe medya aracılığıyla bizlere karşı kışkırtmaları, “vatan hainliği” suçlamaları AKP iktidarı döneminde de sona ermedi… Öyle ki, 2008 yılında Dersim soykırımı konusunda Avrupa Parlementosu’nda bir konferans düzenlenmesine katkıda bulunduğumuz için hem Belçika’daki bazı Türk siteleri, hem de Türkiye’deki bir günlük gazete aracılığıyla hakkımda linç kampanyası açıldı.

2015’te, Ermeni soykırımının tanınmasını desteklediğim için, Türkçe bir İnternet sitesinde benim Ixelles’deki Ermeni Soykırım Anıtı önünde konuşurken çekilmiş bir resmim de konularak “Bu adamı iyi tanıyın!” diye hedef gösterildim.

2016’da da aynı Internet sitesi “Belçika’da her vesile ile terör örgütleri ve ayrılıkçıların yanında yer alanlar, Brüksel Saint-Josse Belediyesi sınırları içinde faaliyet gösteriyorlar! Türkiye karşıtı derneklerin başında ağa babaları İnfo-Türk kurucusu, eski solcu tüfeklerden Doğan Özgüden geliyor…” diyerek beni tekrar hedef gösterdi.

Bu açık tehditler karşısında, Türkiye’de ve Avrupa ülkelerinde başlatılan protesto ve dayanışma kampanyası sayesinde, Belçika Devleti beni resmen himaye altına almak zorunda kaldı.

Ancak, Türk kökenli seçmenlerin oylarını alabilmek için tüm Belçika partilerinin flört ettiği Ankara güdümlü islamcıların ve faşistlerin cirit attığı bir mahallede himaye ne denli mümkün?

Tüm bunlara karşın, sürgünümüzün ilk gününde baş koyduğumuz, Demokratik Direniş Hareketi’yle başlayıp İnfo-Türk’le, Güneş Atölyeleri’yle, 12 Eylül döneminde Demokrasi İçin Birlik örgütlenmesiyle sürdürdüğümüz Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesine katkımızı ileri yaşımıza rağmen aynı kararlılıkla geliştirmeye çalışıyoruz…

SADECE O MU?

İnsan hakları ve özgürlükler mücadelesi yürütürken, tüm sürgün yaşamımız boyunca, bulunduğumuz ülkede Türkiye’nin kültürel zenginliğini yansıtmak üzere çeşitli dillerde onlarca kitap, haber bülteni yayınladığımız gibi çeşitli sosyo-kültürel etkinlikler düzenlemekten geri kalmadık.

46 yıl önce, 1977’de, Nazım Hikmet’in 75. doğum günü dolayısıyla, Belçika sosyalist sendikalarının genel merkezinde bir gece düzenlediğimiz gibi büyük ozanımızı tanıtan Fransızca bir kitap ve de kendi sesinden bir de kaset yayınladık.

12 Eylül darbesinden sonra cunta yönetimini protesto için 14 Şubat 1981’de Brüksel’de düzenlediğimiz uluslararası konferansta, başta Behice Boran olmak üzere Demokrasi İçin Birlik yöneticilerinin konuşmaları yanı sıra o sırada sürgünde bulunan Melike Demirağ ve Tekoşer Kürt örgütünün folklor ekibi geceye kültürel zenginlik kattılar.

Daha da önemlisi, Türkiye’nin kültürel zenginliğinden üç örneği de Avrupa başkentinde ilk kez tanıtan, Türk Devleti’nin temsilcileri ve onların emrindeki dernekler değil, İnfo-Türk ve Güneş Atölyeleri oldu…

1982’de Brüksel’in dört ayrı belediyesinde Karagöz gösterileri, 1983’te Uluslararası Basın Merkezi’nde Türkiye dahil göçmen ihraç eden ülkeler karikatüristlerinin eserlerinden oluşan büyük sergi, 1985’te Brüksel’in en büyük salonlarından Botanique’de Nasreddin Hoca’yı canlandıran kukla tiyatrosu, ardından Güneş Atölyeleri gençlik tiyatrosu’nun Aşık Veysel’in “Gidiyorum gündüz gece”sinden esinlenen gösterisi herhalde “hain” damgası yememizi gerektirmeyecek etkinliklerdi…

2006’da, Brüksel Kürt Enstitüsü, Brüksel Asuri Enstitüsü ve Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’yle birlikte 12 Mart 1971 darbesinin 35. yıldönümünde düzenlediğimiz çok kültürlü etkinlikler Anadolu toprağının kültürel zenginliğini yansıtıyordu.

Brüksel’deki Türkçe medyada demokrat bir ses…

Neyse ki, Brüksel’deki Türkçe medyada sürgünün gerçeklerine Ankara rejiminin dayattığı prizmayla bakmayan değerli meslektaşlarımız da var…

Yıllardır eşi Serpil Aygün ile Binfikir haber-yorum sitesini ve Binfikir Tiyatrosu’nu yöneten Erdinç Utku, 27 Temmuz 2014 tarihli Cumhuriyet’te yayınlanan “Doğan Özgüden ‘vatan hainliği’ne devam ediyor hâlâ!” başlıklı yazısında şöyle ediyordu:

“Geçen günlerde Brüksel’deki bir ‘Vatan Haini’ ile, ‘vatansız’ Doğan Özgüden ile çok keyifli anlar paylaştım. Gazeteciliğin devlerinden birinden faydalanma ayrıcalığına sahip olmanın mutluluğunu yaşadım.

“Bir devrimci gazeteciden, 1960’lı yılların büyük gazetelerinden Akşam’ı emek ve demokrasi hareketinin yayın organına dönüştürmüş efsanevi genel yayın yönetmeni ve birçok ilki hayata geçirmiş Ant Dergisi’nin ve Ant Yayınları’nın kurucusu gazeteci Doğan Özgüden’den yararlı tüyolar aldım. Gazetecilik devinin alçakgönüllülüğü karşısında ‘yükseklere inerek çıkıldığını’ bir kez daha gördüm. Brüksel’de, yanıbaşımızda böyle değerler varken yıllardır bunları görmezden gelmek hatasına nasıl düşmüşüz anlamıyorum! 60 yıllık onurlu mücadelesinde davaları, sürgünlüğü, tehditleri göğüslemiş; yok sayılmayı, vatandaşlıktan çıkarılmayı, vatan haini olarak damgalanmayı, linç edilmeyi, sessizliğe terk edilmeyi yaşamış 78 yaşındaki bir devrimcinin değerini bu saatten sonra keşfetsek ne yazar?

“Doğan Özgüden, eşi İnci Tuğsavul’la birlikte 1971 askeri darbesinin ardından Türkiye’den ayrılmış ve Belçika’ya yerleşmişlerdi. O dönemden beri Brüksel’de çalışmalarını eşiyle birlikte yürüten ve birlikte kurdukları Info-Türk Ajansı’yla Türkiye üzerine çeşitli dillerde yayınlar yapan Özgüden, çok kültürlü eğitim merkezi Güneş Atölyeleri (Ateliers du Soleil) ile de 40 yıldır toplumsal-sosyal faaliyetler yürütüyor. Özgüden sıra dışı yaşam öyküsünü ve sürgün yaşamını ‘Vatansız Gazeteci’ adı altında iki cilt olarak yayımladı. Sadece Türkiye’nin yakın tarihini değil, Türkiye dışıdaki Türkiye’yi de daha iyi anlayabilmek, değerlendirebilmek için onun tanıklığından da yararlanabileceğiz.

“Güneş Atölyeleri üç hafta önce 40. yılını multi-kültürel bir etkinlikle kutladı. Güneş Atölyeleri’nin şu andaki onursal yöneticileri Doğan Özgüden ve İnci Tuğsavul; 70’li yılların ilk yarısında Türkiye’deki askeri yönetime karşı Avrupa’da birlikte mücadele yürüttükleri arkadaşlarıyla Info-Türk adı altında kurmuşlar. 1974’teki petrol krizinden sonra Avrupa’ya işçi göçü yasaklanması ve yabancı kökenlilere karşı ırkçı saldırıların artmasıyla; başlangıçta hem Türkiye’deki, hem de göçmen işçi çalıştıran ülkelerdeki antidemokratik uygulamalar konusunda Avrupa kamuoyunu sürekli bilgilendirmek ve Türkiyeli göçmenlerin sendikalarda ve demokratik kuruluşlarda örgütlenmesine yardımcı olma misyonunu taşımışlar. Hatta ırkçılıkla mücadele ve yabancı kökenli yurttaşlara seçme ve seçilme hakkının tanınması kampanyalarında aktif yer alan Info-Türk’ü, Türkiye düşmanı ilan edenler; Türkiye karikatürünü, Karagöz’ü, Nasrettin Hoca’yı 80’li yıllarda Belçika’ya ilk kez Info-Türk’ün tanıttığının farkıdalar mı acaba?

“Bundan sonrasını Özgüden- Tuğsavul çiftinden dinleyelim isterseniz: ‘Bu arada Türkiyeli göçmenlerden gelen ısrarlı talepler üzerine çalışmalarımızı yetişkinler için dil ve uyum kursları, gençler ve çocuklar için öğrenime destek sınıfları ve yaratıcı atölyeler açarak genişlettik. Başlangıçta bu çalışmalar sadece çeşitli kökenden Türkiyelilere hitap ederken, kısa zamanda dünyanın dört bir köşesinden gelmiş 50’yi aşkın çeşitli milliyetlerden göçmenlerin de katılımıyla derneğimiz tam bir ‘dünya yurttaşları kavşağı’na dönüştü. Bu nedenle derneğimizi 1985’ten itibaren ‘Güneş Atölyeleri’ olarak adlandırdık. Bugün atölyelerin yönetimi de, eğitmen kadroları da Asuri, Belçikalı, Cezayirli, Ermeni, Faslı, İspanyol, İtalyan, Kürt, Latin Amerikalı, Ruandalı, Türk ve Yunanlı arkadaşlardan oluşuyor.’

“Bizler Nazım Hikmet için de ‘Vatan haini’ damgası vurup 1962 yılında ‘Vatan Haini’ şiirini yazmasına neden olmamış mıydık? Nazım da sinirlenip ‘Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim./ Vatan çiftliklerinizse,/ kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, / vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,/ ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/ vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/ vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ ben vatan hainiyim./ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ…’ diye yazmamış mıydı?

“Doğan Özgüden ve İnci Özgüden Tuğsavul, Brüksel’de ‘Vatan Hainliği’ne devam ediyor hâlâ!”

Teşekkürler sevgili Erdinç… Schuman Meydanı’nda buluşmak üzere…

Doğan Özgüden

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version