Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Eski CIA Başkanı anılarını yazdı: Erdoğan iddialar karşısında sessiz

Eski CIA Başkanı anılarını yazdı: Erdoğan iddialar karşısında sessiz


Trump döneminde önce CIA Başkanı (2017-18), peşisıra Dışişleri Bakanı (2018-21) olan Mike Pompeo’nun bu üst düzey görevlere ilişkin anıları bu hafta kitap olarak yayınlandı. Amerikan siyasi kültürünün bir parçası olan bu tür anı kitaplarıyla genellikle söz konusu kişinin devlet adamı yönünün vurgulanarak itibarının artırılması hedeflenir. Pompeo’nun görevleri dolayısıyla edinmiş olduğu “çok gizli” bilgileri paylaşması, bunlardan açıkça bahsetmesi hukuken suç olduğundan hassas bilgiler ancak dikkatli, eğitimli gözlerin anlayabileceği şekilde örtülü olarak verilir. Bu tür kitaplar yayınlanmadan önce genellikle bir kopyası gayrı resmi olarak ilgili kuruma (burada CIA ve Dışişleri Bakanlığı’na) gönderilir, bu kurumların hukuk departmanları herhangi bir gizli bilginin ifşa edilerek suç işlenmemesi için metinden bazı hususların çıkarılmasını veya daha örtülü bir dille yazılmasını önerebilirler.

Öncelikle şunun altını çizelim: Bu kitap temelde Türkiye hakkında değil, özünde Türkiye’ye yönelik herhangi bir gündemi barındırdığı da söylenemez. Amerikan sağına mensup bir siyasetçi olan Pompeo’nun asıl meselesi, siyasi rakipleri olan Amerikan soluna karşı güvenlik ve dış politika alanında söylem ve fikir üstünlüğü elde etmektir. Bu uyarı yapılmadan bu tür kitaplardaki Türkiye’yle ilgili bölümlere değinildiğinde, sayıca az olmayan bir kısım Türk yazar-çizer takımının devamlı pompaladığı o yanlış algılamanın da etkisiyle, sanki tüm dünya Türkiye’nin etrafında dönüyormuş gibi bir hava doğabilmektedir. Kitapta Türkiye’ye ana konular ele alınırken tâli olarak değinilmektedir. Önce ana konuları anlatmaya kalkmam halinde uzun bir yazı dizisi yapmak gerekeceğinden merceğimizi doğrudan Türkiye’ye değinilen kısımlara doğrultacağım.

Pompeo’nun anılarını yazdığı kitabının kapağı…

“KAŞIKÇI CİNAYETİNE KÖPÜREN ERDOĞAN İRANLI MUHALİFLERİN KATLEDİLMESİNE NEDEN GÖZ YUMUYOR?”

Pompeo ABD medyasında, özellikle de “ilerici sol” (progressive left) diye tanımladığı Washington Post gibi ana akım gazetelerde, Kaşıkçı cinayeti sonrası Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı yerden yere vuran haber ve yorumlar yayınlanmasını tasvip etmemiş. Cinayetin korkunç olduğunu belirtmekle ve kınamakla birlikte Kaşıkçı’nın lanse edildiği gibi sadece gazeteci olmadığını, Suudi rejimi içinde bir kanadın adamı olduğunu, Ortadoğu’da bu tür cinayetlerin adiyattan sayıldığını, hemen her Ortadoğu ülkesindeki otoriter rejimlerin ellerinde muhaliflerinin kanlarının olduğunu herkesin bildiğini, şimdi bunlardan bir yenisi yaşandı diye ABD-Suudi ilişkilerini bozmanın bir anlamı olmadığını savunuyor. İşte tüm bunları anlattıktan sonra şu eleştiriyi yöneltiyor: “Medya, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ülkesinin İranlı suikast timleri için son derece müsamahakâr bir ortam haline gelmesine nasıl izin verdiğini araştırmaktan çok MBS’den (Bin Selman’dan) yakınmaya odaklanmıştı.”

Bu cümleyle Pompeo şunu demeye getiriyor: “Siz Erdoğan’ın verdiği bilgilerle dolduruşa gelerek Bin Selman’ın üzerine gittiniz. Oysa Erdoğan’ın sizin Suudilere tepki göstermenizi istemesinin nedeni, ifade özgürlüğünün yılmaz bir savunucu olduğundan veya Türkiye topraklarında yabancı bir devletin suikast düzenlemesinden değildi. Ortadoğu’da Suudilerle İranlılar arasındaki çekişmede Erdoğan İran tarafında yer aldığı ve Bin Selman’ı veliaht yapan saray darbesi sonucu Riyad’da iktidara İran’la ilişkilerde şahin tutum takınılmasını savunan kanat geçtiği için Erdoğan o cinayetten istifadeyle Bin Selman’ı yıpratmaya çalıştı. Kaşıkçı cinayeti için yeri göğü inleten Erdoğan ne hikmetse iş İran’ın Türkiye’deki muhaliflerine yönelik suikastlere geldiğinde sus pus oluyordu.” Nitekim Kaşıkçı suikastınden bir yıl sonra, o suikaste çok benzeyen bir operasyonla İranlı timler yine İstanbul’da İranlı bir muhalif olan Masoud Molavi Vardanjani’yi katlettiklerinde önceki suikaste gösterdiği tepkilerin aksine Erdoğan dikkat çekici bir şekilde hiçbir açıklama yapma gereği duymadı.

ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 2018’deki NATO toplantısı sırasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşürken…

“SÜLEYMANİ SORUNSALI: DOSTUMUN DOSTU DÜŞMANIM”

Kitapta Türkiye’den ikinci kez bahsedildiğinde de mesele İran’da düğümleniyor. Pompeo, İran Devrim Muhafızları komutanı Kasım Süleymani’ye yönelik suikastı neden ve nasıl düzenlediklerini anlatırken, suikastın zamanlamasına yol açan hadiseyi Erdoğan ve Trump yönetimleri arasında kuzey Suriye üzerinde yaşanan gerilim olarak gösteriyor. Süleymani, İran’ın Lübnan’da Hizbullah, Filistin’de Hamas ve Yemen’de Husiler’e verdiği desteği koordine eden şahıs olarak ABD’nin hedefindedir. Pompeo ondan “terörist general” şeklinde bahsediyor. Washington ve Ankara’nın bu konuda ne kadar uç noktalarda durduklarını göstermek bakımından, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin eski istihbarat şeflerinden Lahur Talabani’nin Al-Monitor haber sitesinden gazeteci Amberin Zaman’a iki ay önce verdiği mülakattan bir bölümü hatırlayalım. Talabani “Hakan Fidan yeni Kasım Süleymani olarak görülebilir mi?” şeklindeki bir soruya “Hakan çok iyi eğitim almış biri ve bölgede çok etkili. Böyle bir rol oynadığını düşünüyorum ve biliyorsunuz Kasım Süleymani ile çok dostane ilişkileri vardı. Kasım Süleymani’ye hayranlık duyuyordu.” cevabını vermişti.

Tekrar kitaba dönelim: Süleymani’ye bağlı Şii grupların ABD’nin Irak işgali sırasında 600’den fazla Amerikan askerinin ölümüne sebep olduğunu söyleyen Pompeo, CIA Başkanı iken 2017’de İranlı komutana tehditkar bir mektup göndererek mealen şöyle diyor: “Eğer Irak’taki Amerikan çıkarlarına, sana bağlı gruplarla saldırılar düzenlersen bundan seni ve İran’ı sorumlu tutarım, haberin olsun!” Bu şu demektir: Obama döneminde İran’a yönelik “yatıştırma” siyaseti uygulanıyordu, artık buna son verilmiştir. Bu çerçevede Trump yönetimi İran’a karşı nükleer anlaşmadan çekilme, yeni iktisadi yaptırımlar uygulama gibi sert adımlar atmaya başlar.

Pompeo, Süleymani’nin Ortadoğu’da ne kadar güç kazandığını anlatırken şu anekdotu paylaşıyor. 2017’de CIA Başkanı olarak Bağdat’a gittiğinde Başbakan Haydar el-İbadi’ye “İran’dan artık elektrik almayın, bunun için size finansal yardımda bulunalım. Bu teklifi kabul etmezseniz Irak’a yaptırım uygulayabiliriz” diyor. İbadi şu yanıtı veriyor: “Siz ayrılınca Kasım Süleymani beni görmeye gelecek. Siz benden belki paramı alırsınız. O ise canımı alır.”

Pentagon İran’la ilişkilerin iyice gerilmesi halinde işlerin kontrolden çıkabileceğinden endişe ettiğinden temkinlidir. Pompeo ise bölgede Süleymani’nin borusunun öttüğünü, o boru susturulmazsa ABD’nin lafını kimseye geçiremeyeceğine inanır. İşte bu ortamda Eylül 2019’de Trump ve Erdoğan arasında gerçekleşen o meşhur telefon görüşmesi sonrası Türkiye’nin kuzey Suriye’ye yeni bir askeri harekat başlatmaya karar vermesi hadisesi yaşanır. Erdoğan kuzey Suriye’de YPG’ye karşı yeni bir harekat düzenlemek istediklerini, bu nedenle o bölgede yer alan ABD’li askerlerin geri çekilmesini talep eder, Trump bu isteği geri çevirmez. Başlarında Başkan Yardımcısı Pence’in bulunduğu bir heyeti Ankara’ya göndererek harekatı koordine etmeleri talimatı verir. Pompeo’ya göre İran ABD’nin bu tavrını bir “geri çekilme”, yani zayıflık algılayarak cesaret kazanır, o yılın sonunda (27 Aralık’ta) İran’la bağlantılı Şii bir milis grubu olan Kataib Hizbullah’ın Kerkük’teki Amerikan üssüne bir roket saldırısı düzenlemesi de bununla ilgilidır. Sivil memur olarak çalışan Irak asıllı bir Amerikalı saldırıda ölür, bir kaç ABD askeri ise yaralanır.

Eski ABD Başkanı Donald Trump görevdeyken yardımcısı Mike Pence ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ile Beyaz Saray’da bir görüşme sırasında…

Bu saldırının Süleymani suikasti için düğmeye basılması fırsatı vereceğini gören Pompeo hemen kolları sıvar, önce Genelkurmay Başkanı ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı’nı ikna ettikten sonra Trump’a gider, ondan da onay almayı başarır. Kitapta suikast süreci ayrıntılı olarak anlatılıyor.

Biz asıl konumuza dönelim. Tüm bunlar Türkiye-ABD ilişkileri bağlamında bize ne söylüyor? Daha önce konuyla ilgili yazılarımda değindiğim üzere, Türkiye’de Suriye meselesi ele alınırken bölgede ana çekişmenin ABD ile İran arasında cereyan ettiği sıklıkla gözardı edilebiliyor. Bu hataya düşülünce ABD’nin verdiği tepkileri doğru okumak mümkün değildir. Türkiye, ABD’yi kuzey Suriye’den çekilmeye ikna edince İran bunu hemen zayıflık olarak algılayıp bölgedeki ABD etkinliğini geriletmek için hamlelere başlıyor, ABD bunun üzerine İran’ın Ortadoğu’da asimetrik savaş yürütmeleri için desteklediği milis güçlerinin komutanını bir suikastle ortadan kaldırmaktan çekinmiyor. Erdoğan rejimi, Suriye’de İran’ın artan varlığını Türkiye için bir tehdit olarak algıladığını gösterir hiçbir işaret vermezken tüm Suriye siyasetini YPG’nin geriletilmesine odaklamış durumda… ABD Suriye’den çıkarsa ülkede Türkiye’den ziyade İran’ın ve Rusya’nın etkinliği artacak. Erdoğan rejimi “Biz NATO müttefiği değil miyiz? PKK’nın bir kolu olan YPG’yi nasıl desteklersiniz?” dedikçe Washington “Sen beni bir müttefiğim olarak Suriye’den çıkmaya zorluyorsun ama ben çıkarsam azılı düşman gördüğüm İran ve Rusya ülkede hakim duruma gelecek. Bu nasıl müttefiklik oluyor?” diyor.

“ERDOĞAN EKONOMİK YAPTIRIM SOPASINI GÖRÜNCE YOLA GELDİ”

Nitekim kitapta üçüncü kez bahsedildiğinde Türkiye “sözümona müttefik” diye takdim ediliyor. Bu kez konu rahip Andrew Brunson’un tutuklanmasıdır. Erdoğan Brunson’un serbest bırakılması karşılığında, Pompeo’nun “kanunlara uygun şekilde ABD’de yaşayan” şeklinde bahsettiği bir Türkün kendisine verilmesini istiyor. Pompeo isim vermiyor ama biz AKP Genel Başkanının o dönem yaptığı açıklamalardan talep ettiği şahsiyetin Fethullah Gülen olduğunu biliyoruz. ABD tarafı bu pazarlığı kabul etmiyor. Sonunda kriz Erdoğan’ın kolunun bükülmesiyle çözülüyor. Şöyle anlatıyor Pompeo: “Başkan Trump, Erdoğan’ı Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayacağına dair ikaz etti ve ardından Türk bakanlara yaptırım uygulayarak tehdidini fiilen gerçekleştirdi. Düzmece bir duruşmanın ardından Türkler Rahip Brunson’u serbest bıraktı. ABD’ye dönüşü olması gerekenden daha geç oldu ama o an için (sonuç) muhteşemdi.”

Rahip Andrew Brunson, dönemin ABD Başkanı Trump’ın ekonomik yaptırım tehdidi üzerine Erdoğan tarafından serbest bırakıldıktan sonra Beyaz Saray’da ağırlanmıştı (13 Ekim 2018).

Bu hadisenin nasıl gerçekleştiğini biliyorduk, çünkü herşey tüm dünyanın gözleri önünde Türkiye için son derece utanç verici bir şekilde yaşanmıştı. Türkiye’de mahkemelerin “düzmece”, hakimlerin sarayın kulu olduğunu bizzat Türkiye’nin devlet başkanı adeta tüm dünyaya ispat etmişti. Başta “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece o teröristi (Rahip Brunson) alamazsınız” gibi büyük laflarla mangalda kül bırakmayan, esip gürleyen Erdoğan ABD Başkanı’nın yaptırım sopasını görünce hemen süklüm püklüm olup kendisine söylenenleri aynen yapmıştı. AKP liderine bir ABD vatandaşını hapisten çıkarmak için nasıl diz çöktürdüklerini, kendi dönemlerinin başarı hikayelerinden biri olarak anlatan Pompeo şöyle fahirleniyor: “Trump yönetimi süresince Kuzey Kore, İran ve Türkiye gibi en az yirmi iki ülkeden elliden fazla Amerikalıyı ülkemize getirebildiğimizi söylemekten gurur duyuyorum. Aynı şekilde hiçbir zaman fidye ödemediğimiz ya da etik olmayan bir taviz vermediğimiz için de gurur duyuyorum. Başka bir deyişle, kirli anlaşmalar yapmadık.” Burada Erdoğan’ın rehine şantajı siyasetine tevessül ederek Türkiye’yi hangi ülkelerle birlikte anılır vaziyete düşürdüğü de bir başka göze çarpan husustur.

“TÜRKİYE’YE KADAR GİTTİM, KASTEN HİÇBİR HÜKÜMET YETKİLİSİYLE GÖRÜŞMEDİM.”

Kitapta dördüncü kez Türkiye’den bahsedildiğinde Pompeo, Kasım 2020’de İstanbul’a gelerek Ortodoks Patrikhane’sini ziyaret etmesini anlatıyor: “Kasım 2020’de, dünya çapında yaklaşık üç yüz milyon mensubuna liderlik eden Ortodoks Kilisesi’nin başı Patrik Bartholomeos’u ziyaret ettim. Türk hükümeti kilisesini tehdit ediyor, bu nedenle İstanbul’a yaptığım o seyahatte hiçbir Türk hükümet yetkilisiyle görüşmemeye özen gösterdim. Mesajım basitti: bu kilise bağımsız, devletten ayrı ve özgür kalmalıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bu durumdan hoşnut olmadılar ama Ortodoks dünyası Amerika’nın onların Tanrı vergisi olan inançlarını koruma hakkını desteklediğini anladı.”

Burada da aslında iktidarın içeriye başka, dışarıya başka konuşmasının bir başka örneğine şahit oluyoruz. Türkiye öteden beri Patrik’in “ekümenik” vasfı bulunmadığını, yani dünyadaki tüm Ortodoksların değil, sadece Türkiye’deki ortodoks azınlığın ruhani lideri olduğunu iddia ediyor. En son altı ay önce Bartholomeos’a üzerinde “Ekümenik Patrik” yazan bir Trabzon forması hediye edilince Fatih Kaymakamlığı uzun bir açıklamayla bunu kınamıştı. Açıklamada şunlar yazıyordu: “Patrikhanenin siyasi-yönetsel açıdan ‘ekümenik’ vasfı bulunmamaktadır… Sonuç olarak Lozan antlaşması tutanakları ile yargı kararlarında Fatih Kaymakamlığı’na bağlı dinî bir kuruluş olarak kabul edilen Fener Rum Patrikhanesi’nin ‘ekümeniklik’ iddiası hukuki gerçeklerle bağdaşmamaktadır.”

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Pompeo 17 Kasım 2020’de İstanbul’daki Ortodoks Patrikhanesine bir ziyaret gerçekleştirerek Patrik Bartholomeos ile görüşmüştü.

Açıklama neden Dışişleri Bakanlığı’na değil de Fatih Kaymakamlığı’na yaptırılıyor: Çünkü Dışişleri Bakanlığı güya Ortodoks Patrikhane’sini muhatap alır bir pozisyonda gözükmek istemiyor, bunun sadece Türkiye’nin iç işi olduğu vurgulanmak istiyor. Tabi tüm bunlar Türk halkına yıllardır oynanan komik bir tiyatrodan ibaret… Çünkü sahadaki gerçeklerle bu tavrın hiçbir alakasının bulunmadığını herkes biliyor. Şimdi burada bunun çok çarpıcı bir örneğini görüyoruz: ABD gibi dünyanın en güçlü ülkelerinden birinin dışişleri bakanı Türkiye’ye kadar gelip sadece Ortodoks Patrikhanesi’ni ziyaret edeceğini, başka hiçbir yetkiliyle görüşmek istemediğini söylüyor. Patrik’e bir forma hediye edildiğinde “galeyana gelerek” Fatih Kaymakamlığı’na açıklama yaptıran Erdoğan buna çok bozulmasına rağmen “O zaman hiç gelme!” diyemiyor. Pompeo tüm ziyareti tam da istediği şekilde tamamlıyor. Şimdi de bunu görevi sırasındaki başarılarından biri olarak ABD kamuoyuyla paylaşıyor.

[Gündemin müsaade etmesi halinde kitapta Türkiye’ye ilişkin kalan bölümleri bir sonraki yazımda ele almaya devam edeceğim.]

ÖMER MURAT
28 Ocak 2023 HABER ANALİZ


Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version