Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İsveç yüksek yargısının Bülent Keneş kararı ve olası etkileri

İsveç yüksek yargısının Bülent Keneş kararı ve olası etkileri


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Ankara tarafından İsveç’e NATO üyelik başvurusu bağlamında yapılan skandal şantaj diplomatik bir krize gebe durumda. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında güvenlik endişeleri artan İsveç ve Finlandiya, on yıllardır sürdüre geldikleri tarafsızlık politikalarını bir kenara bırakmak durumunda kaldılar ve NATO üyesi olmak için başvuruda bulundular. NATO müttefikleri bu konuda son derece anlayışlı hareket ederek, çok geç olmadan bu iki ülkenin hızlandırılmış biçimde ittifaka üye olarak kabul edilmesi için büyük destek verdi. Otoriterleşmekte olan Macaristan’ı hariç tutacak olursak, Türkiye dışında, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri konusunda NATO’da büyük bir irade var. Macaristan daha fazla ayak sürtemeyecek ve NATO’nun genişlemesine karşı izlediği çekimser tutumu sonlandıracak gibi görünüyor. Ancak konu Ankara rejimine geldiğinde durum çok iç açıcı değil. 

Öncelikle şunu tespit etmek zorunlu: Türkiye mevcut rejimiyle hukuken bir NATO üyesi olmasına karşın fiilen müttefik değil. Hemen her konuda NATO’yla büyük bir uyumsuzluk içerisindedir. Bu uyumsuzluk iki alanda çok belirgin görünüyor. Bunlardan birincisi politik alan, diğeri ise stratejik tercihler. 

Politik alana ilişkin olarak, Türkiye’yle NATO’nun geri kalan kısmı arasında oldukça belirgin bir uyumsuzluk açıkça sırıtıyor. NATO, demokratik hukuk devletlerinin üye olabildiği bir güvenlik topluluğu ve Türkiye an itibariyle bir hukuk devleti değil. Otoriterleşmiş, demokrasisi çökmüş, özgürlükler sıralamasında dünyanın en son sıralarında olan, düşünce suçları ve siyasi davalara boğulmuş, şeffaflıkta uzak bir kleptokratik narko devlete dönüşmüş bir konumda. Ülkenin üçüncü en çok oy almış partisinin eş genel başkanlarını ve onlarca milletvekilini fabrikasyon gerekçelerle tutuklamış, milli iradeyle seçilmiş onlarca Kürt yerel yöneticisini afakî ve şaibeli “hukuk süreçleri” üzerinden kriminalize ederek onları görevlerinden almış, yerlerine rejim aparatları atamış bir devlet. Henüz ülkenin en büyük kentindeki milyonlarca seçmenin oyuyla seçilmiş bir belediye başkanına son derece siyasi bir davada tümüyle hukuk tekniğine aykırı bir biçimde iki buçuk yıl hapis cezası veren kararın mürekkebi kurumadı. Çin’den daha fazla gazeteci hapseden, bir gecede yüz binlerce kamu çalışanını yasalara aykırı olarak görevlerinden alan, adlarını resmi gazetesinde hain ve terörizmle iltisaklı olarak ilan eden, Kürtlerin yerleşim birimlerini uzaktan ağır silahlarla bombalayan, ölen sivillerin cesetlerini sokaklarda günlerce tutacak kadar insanlık değerlerinden uzaklaşmış bir devlettir bugün Türkiye. Kendi anayasasına uymayan, kendi yasalarını keyfi olarak eğip büken ve insanları uydurma suçlamalarla kriminalize eden bir rejimden bahsediyorum. NATO’nun tüm standartlarından yüz seksen derece uzaklaşmış, NATO’nun düşmanlarıyla aynı veya benzer siyasal koşullara sahip bulunan, ittifakla tüm değerlere ilişkin ortaklıklarına son vermiş, demokrasiyi ve hukuku ayaklar altına almaktan utanmayan Ankara rejimi, fiilen NATO’dan kopmuş durumda. 

Stratejik tercihlere göre de NATO ile Türkiye arasında gece ve gündüz kadar fark var: Türkiye; NATO’nun Rusya’ya yönelik olarak uyguladığı yaptırım kararlarının hiçbirine uymuyor, bilakis bu yaptırımları delerek NATO’da Putin’in bir Truva atı olarak ittifak güvenliğine ve çıkarlarına zarar veriyor. Ne hava sahasını Rus uçaklarına kapattı, ne Rusya’yla olan ticari bağlarını sonlandırdı veya azalttı, ne de NATO’nun Ukrayna’yı maddi ve askeri olarak desteklediği kampanyaya hatırı sayılır bir destekte bulundu. Adeta Ruslar ve NATO arasında bir tür tarafsızlık politikası güdüyor. Bunun haricinde, örneğin Suriye’de IŞİD ve diğer cihatçı terörist gruplara yönelik tutumda NATO ile uyumlu değil. Kuzey Suriye’deki Kürt bölgesini hedef alan askeri saldırılarda bulunan Türkiye, bu askeri hareketliliği o bölgede bulunan İslamcı-cihatçı terörist unsurlarla beraber gerçekleştiriyor. Oysa Kürt bölgesi IŞİD’le mücadelede fiilen sahada çarpıştı ve ABD’yle ittifak içinde oldu. Aslında Türkiye’nin yapması gereken ittifak rolünü Suriye Kürtleri yerine getirdi. Türkiye bırakın müttefik gibi davranmayı, açıktan IŞİD’le ilişkilerini devam ettirdi, El Kaide türevi olan En Nusra grubuyla ve diğer cihatçı radikal oluşumlarla al gülüm ver gülüm türü bir ilişki dinamiği geliştirdi. Bu teröristleri üçüncü ülkelere, mesela Libya’ya veya Azerbaycan içindeki Ermeni yoğunluklu bölge olan Karabağ’a sevk ederek, onları vekâlet savaşlarında piyon olarak kullandı. Ayrıca içeride rejim unsurları olan Avrasyacı kliği İslamcı Erdoğan’ı Rusya-Çin-İran yörüngesine girmeye razı etti ve NATO’dan taktiksel ve stratejik olarak koptu. Dahası, bir NATO üyesi olan Yunanistan’ı her fırsatta işgalle ve savaşla tehdit etmeyi sürdürüyor, Yunan karasularını ve Yunan adaları üzerinde Yunanistan devletinin meşru ve yasal egemenlik haklarını sorguluyor. Açıkça “bir gece ansızın gelebiliriz!” türü açıklamalar yaparak, Kuzey Kore ve Rusya türü bir revizyonist yaklaşımı benimsiyor. Bunun haricinde, 15 Temmuz 2016 kontrollü darbe kalkışmasının ABD tarafından planlandığını iddia ediyor. Bugün ne rejimin iktidar koalisyonunu oluşturan ortaklar, ne de rejimin muhalefeti Batı ve NATO konusunda dostane algılara sahiptir. 

Bu özet esasında çok sorunlu bir duruma işaret ediyor. Türkiye NATO ittifakında zincirin en zayıf halkasıdır. Özellikle İsveç’e yönelik yürütülmekte olan şantaj politikasıyla, ittifaka olduğu kadar küresel güvenliğe de ciddi zarar vermektedir. 

İsveç Anayasa Mahkemesi’nin Bülent Keneş kararı bu bakımdan çok kritik bir kararı artık zorunlu kılıyor. Belli ki İsveç, güvenlik endişeleriyle hukuk devleti olmaktan vazgeçmeyecek. Türkiye’nin şantajı işlemiyor. Bülent Keneş’in Türkiye’ye iadesini talep eden Erdoğan’a İsveç Anayasa Mahkemesi sağlam bir hukuk tokadı attı. Hukukun üstünlüğünün süslü bir sözden ibaret olmadığını, hukuk devletlerinin anayasal mimarilerinin temelinin bu ilke olduğunu vurgulayan bu karar, belli ki Türkiye’deki rejim mümessillerini oldukça rahatsız etti. Bazı cahil (veya yağdanlık) yorumcular, üst mahkeme kararını bir bahane olarak okuyorlar. Çünkü Türkiye’de yargı siyasetin köpeği oldu ve Türkiye’de birçok mürekkep yalamış yazar ve sözde aydın, dünyada da bu işler bu şekilde yürür zannediyor. Çok acınası, zavallı, üzücü bir durum bu!

İşin ilgin boyutu, kendisine muhalefet diyen partiler de Bülent Keneş kararını görmezden gelmeyi seçti. Emin olun bir yorumda bulunmaları gerekse, kesinlikle İsveç yüksek yargısının kararını haklı bulmadıkları yönünde yorum yapacaklardır. Keza sürgündeki “sol” muhalif gazeteciler de Keneş kararını görmezden geliyor. Keneş’le benzer konumda bulunan bazı gazetecilerin sessizliği büyük bir utançtır. Kendilerine terörist diyen ve iadelerini talep eden rejimin, aynı muameleyi Keneş’e yapmasını sineye çekebiliyorlar. Bu nasıl bir midedir, anlamak mümkün değil. 

Sonuçlar: 

1) Türkiye’deki hukuksuzluğun tek nedeni rejim değil. Kendi içinde bölünmüş (daha doğrusu kamplaşmış) muhalefetin ilkesel olarak kendileri için talep ettikleri ölçütleri kendilerinin öteki olarak gördüğü insanlar için talep etmemesi, hukukun altını oymaya devam ediyor.

2) Türkiye hukuken halen NATO üyesi olsa da, fiiliyatta artık bu durum tümüyle işlevsizleşmiştir. Türkiye’nin yakın dönemde NATO ile ciddi bir krize sürükleneceğini düşünüyorum. Bu kriz Türkiye’nin bir şekilde NATO’dan uzaklaşmasına neden olacak. Ya NATO Türkiye’yi bypass etmek için hukuki bir hülle formülü bulacak (mesela NATO+ gibi bir üst entegrasyon yapısı oluşturacak ve Türkiye’yi bu yapıya almayacak, böylece fiilen Türkiye’nin NATO üyeliğinin içini boşaltacak), ya da doğrudan Türkiye’ye yönelik pozisyon alarak Türkiye’nin ittifaktan ayrılmasını beraberinde getirecek bir sertlik stratejisini seçecek. 

3) Her halükarda İsveç yüksek yargısı Batı’nın Türkiye’ye yönelik “idare edelim” tutumunun artık son sınırına dayandığını ortaya koydu. Bu karar sonrası Ankara rejiminin uluslararası ortamda daha fazla sıkışacağını ve zorlanacağını düşünüyorum. Bu, rejimin çökmesi ve normalleşmenin başlaması için önemli bir dış baskı meydana getirebilir.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version