YORUM | HASAN CÜCÜK
Katar’ın ev sahipliğini yaptığı 22. Dünya Kupası, Arjantin’in şampiyonluğu ile noktalanırken, geriye nur topu gibi bir ‘göçmenlik’ tartışmamız kaldı. Tartışmanın odağındaki ülke Fransa. Katar’da mücadele eden kadroda sadece safkan iki Fransız oyuncunun olmasından hareket edenler, Fransa’nın ‘sömürge’ sayesinde başarılı olduğunu savundular. Bu tartışma yeni değil. 1998 Dünya Kupası’yla başladı.
Fransa tarihinde ilk kez Dünya Kupası’na 1998 yılında ulaştığında, tartışmanın fitilini ırkçı Ulusal Cephe Lideri Jean-Marie Le Pen ateşlemişti. Kadroda yer olan oyuncuların çoğunluğunun ‘siyahi’ ve ‘göçmen’ olmasından hareket eden Le Pen, “Fransa Ulusal Marşı’nı bilmeyenler, milli takımda oynuyor” demişti. Ancak Fransızlar, Le Pen’in ırkçı tavrına pirim vermeyip, başarının bir numaralı mimarı Zinedine Zidane’ı üst üste yıllarca ülkenin ev sevilen ismi seçti. Zidane ile birlikte Djorkaeff, Vieira, Henry, Thuram Fransız kanı taşımayan isimlerdi.
Avrupa’nın her takımında göçmen kökenli oyuncu görmek artık sıradan. Hatta bazı ülkeler, devşirme yoluna gidip, başka ülkelerde doğan isimlere milli formayı teslim etti. Brezilyalı Aurelio’nun ‘Türk’ olup, Mehmet adını alıp milli formayı giymesi örneğini hepimiz hatırlıyoruz. Fransa; Almanya, Hollanda ve Belçika’ya nazaran kadrosunda daha çok göçmen kökenli bulundurduğu için daha dikkat çekiyor. Tartışmayı yürüten her iki taraf da haksız, daha doğru ifadeyle iki yüzlü davranıyor.
Fransa örneğinde olduğu gibi, göçmen kökenliler artık bulundukları ülkenin bir gerçeği. Aslında anavatanından uzakta doğan bu isimler için anavatan doğdukları ülke oluyor. Birçoğunun anadili kökeni olduğu ülke değil, doğduğu ülkenin dili. Göçmenler, başarılı olduğunda ‘göçmen’ kategorisine konulmuyor. Zidane, Benzema, Mbappe gibi isimler zikredilirken, ‘göçmen kökenli’ tabiri kullanılmıyor. Doğrusu da bu. Ancak olumsuz örneklerde, hemen kökeni öne çıkıyor. Suç oranları tasnif edilirken ‘etnik köken’ belirleyici unsur oluyor. Hani biraz uç örnek verelim; Zidane Fransız olarak ülkesine şampiyonluk kazandırırken, kardeşi suç işlese ‘Cezayir kökenli’ olarak tasnif ediliyor. İşte çifte standart burada başlıyor. Hem başarılı olan hem de suç işleyen ‘göçmen’ kökenliler, artık ‘göçmen’ değil o ülkenin asli vatandaşıdır. ‘Biz ve onlar’ olarak yapılan bu ayrımcılıkta ‘onlar’ ibaresinin artık kalkması gerekiyor.
Sadece ülkeler değil, göçmenler de ikiyüzlü davranıyor. Yine Fransa örneğinden devam edelim. İstenildiğinde ülkenin en sevilen ismi olmak mümkün. Zidane örneğini tekrar verelim. Yıllarca ülkenin en sevilen ismi oldu. Cezayir ve Müslüman kökenli olması bir teferruat oldu. Hayatın her alanında başarılı olduklarında kabul daha kolay olacaktır. Farklı etnik ve inanca sahip olmak, hemen kabulü beraberinde getirmiyor. Madalyonun diğer yüzünde maalesef, göçmenlerin suç oranının toplum ortalamasının çok üstünde olması gerçeği var. Ayrımcılığa maruz kalmanın ‘intikamı’ suç işlemek olmamalı. Tam tersi daha başarılı olmak için çalışmak olmalıyken, ‘ırkçılıkla’ suçladığımız insanlardan daha ‘ırkçı’ oluyoruz.
Doğduğumuz, dili, kültürü, eğitim sistemiyle büyüdüğümüz ülkeyi ne kadar öz vatanımız olarak kabulleniyoruz? Örneğin bulunduğu ülkenin bir turnuvada şampiyon olmasını isteyen göçmen oranı yüzde kaçtır? Euro 92’de Danimarka şampiyon olduğunda en çok üzülenler maalesef Türklerdi! Aradan 30 yıl geçti, farklı bir manzara vardır diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Fas’ın Belçika’yı yenmesi sonucu Brüksel sokaklarında terör estiren Faslı gençlerin yaptıkları, ne kadar yol alındığının bir göstergesi oldu. Önce biz doğduğumuz, doyduğumuz, üzerimizde emeği olan ülkeyi kabullenelim, sonra kabullenme bekleyelim.
Bir de denklemde hiç yeri olmayıp, uzaktan gazel okuyan kitle var. Bu konuda bayrak yine Türklerde. Fransa’nın başarısını göçmenlere bağlayanlar, şunu unutmasın; bu gençlere bu imkânı kökeni olan ülkeler değil, doğdukları ülke sunuyor. Bunu yaparken de ayrımcılık yapmıyor. Çalışan, istikrarlı olan isimlere milli formayı vermede beis görmüyor. Sadece futbol mu? Siyasette, sanatta, sporun diğer dallarında birçok göçmen asıllıyı görmek mümkün. Ne yani bu isimlere ayrımcılık yapıp, milli takıma almasalar daha mı mutlu olacaksınız?
Kylian Mbappe’nin Kamerunlu babası Wilfried Mbappe, 2018’de Kamerun Futbol Federasyonu’ndan bir yetkilinin oğlunun milli takıma katılması için rüşvet istediğini söyledi. Baba, “Başta oğlumun Kamerun için oynamasını istedim, ancak Kamerun Futbol Federasyonu’ndan bir yetkili, oynayabilmesi için bende olmayan bir miktar para talep etti. Fransa, para talep etmedi” dedi. Kylian Mbappe de babasının rüşvet iddiasını doğrulayıp “Ben, Kamerunlu değilim ben Fransızım. Kariyerimin başında, henüz yıldızım parlamamışken babam Kamerun Milli Takımı’na ulaştı ve takımda yer almam için yüksek miktarda para talep ettiler. Babam bu tavırdan iğrendi ve Fransa’ya yöneldi. Fransa, bana bugün dünyaya yeteneklerimi gösterme şansı verdi. Şu an dünyanın en pahalı futbolcularından biriyim. Kamerun şimdi beni arıyor ve beni Kamerunlu olarak lanse ediyor. Ben Fransızım ve Fransız kalacağım” dedi.
Göçmenlik tartışması artık demode. 40-50 yıl önce gelen anne-babanın çocukları ‘göçmen’ değil yerli. Yaşadıkları ülkeye değil, ebeveynlerinin geldiği ülkeye yabancılar. Devri geçmiş bu tartışmayı, iki grup harlıyor. Biri batının ırkçıları, diğeri ise ‘göçmenlerin’ geldiği demokrasiden uzak ülkelerin vatandaşları. İki zıt kutup, ikiyüzlülükte birleşiyor. İroninin dibi bu olsa gerek!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***