Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hem Akif’i, hem Abdülhamid’i sevmek

Hem Akif’i, hem Abdülhamid’i sevmek


HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Yeni nesiller Mehmet Akif’i, sadece “İstiklal Marşımızın şairi” olarak tanıdı. Mehmet Akif ile Sultan II. Abdülhamid’i birlikte sevmeye çalışan İslamcıların kafası son dönemde hayli karışmış durumda. İslamcı olan iki kişinin birbirine nasıl düşman olabileceğine akıl erdirmeye çalışırken, iktidarsever kesim Akif ile II. Abdülhamid arasında tavrını ortaya koydu.

Çileli 63 yıl ömür süren Mehmet Akif, 27 Aralık 1936’da vefat ettiğinde, rejim tarafından unutulmaya terk edilmiş yalnız bir adamdı. Rejimin yokluğa mahkûm ettiği tek isim Akif değildi. Milli Şair’in ötekilerden farkı, her devirde tek başına olmasıydı.

5 padişah dönemini yaşayan Akif’in kalıcı eserlerini verdiği yıllar, II. Abdülhamid’e rastlıyor. Hassas ruhlu bir insan olan Akif, şiirlerinin aslında kendi acizliğini anlatan gözyaşları olduğunu söylüyor:

“Şi’r için ‘gözyaşı’ derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!”

(girye: gözyaşı, âsâr: eserler)

Gözyaşlarını çoğu zaman duygusallıkla anlatan Akif’in “Çanakkale” ve İstiklal Marşı şiirleri de aslında bu ince ruhun feryada dönüşmüş şekilleriydi. Kendisi İslamcı şair olarak tanınsa da hayatı incelendiğinde ve şiirleri bütün olarak değerlendirildiğinde farklı bir tablo ortaya çıkıyor. Akif iyice tanındığında İslamcılar daha az seviyor, sosyal demokratların ise hayranlığı artıyor.

Vefat yıldönümü dolayısıyla son günlerde bir Akif güzellemesidir gidiyor. Gücün yanında saf tutmayı, yapılan her haksızlığı sineye çekmeyi meslek edinenler, Akif’in “örnek alınacak hayatına” gönderme yapıyor.

Kendisiyle örtüşen hiçbir yönü bulunmayan birine övgü dizmeleri, muhtemelen vicdanları rahatlatma çabasından başka bir şey değil. Hele hem Akif’e, hem II. Abdülhamid’e övgü dizmekse, eskilerin “cem-i zıddeyn” dedikleri iki zıddın bir arada toplanması, mümkün değildir. Hem ezeni hem ezileni sevmek gibi.

AKİF’İN GÖZÜNDEN II. ABDÜLHAMİD

Şair Mehmet Akif’in gördüğü Sultan Abdülhamid nasıl bir padişahtı ona bakalım. 

Sultan’ın baskıcı yönetimi altında yaşayan bütün aydınlar gibi Akif de aynı tepkiyi ortaya koydu. Dönemin en sert çıkışını yapan kişilerden birisi de Akif oldu. 

Köse İmam” başlıklı şiirinde, çok evlilik ve boşanma ile ilgili sosyal bir konuyu ele alırken sözü Yıldız Sarayı’nda oturan padişaha getiriyor:

“Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,
Otuz üç yıl bizi korkuttu ‘Şerîat!’ diyerek.”

“Vahdeti muhlisiniz, elde asa çıktı herif,
Bir alay zabiti kestirdi. Sebep ‘şer-i şerif’”

Akif, kimi zaman padişahın korkaklığından kimi zaman zalimliğinden söz ediyor. Diyeceği her sözünü yine şairane anlatıyor. Hem de öyle ağdalı ifadelerle değil, yalın, nesir gibi akıcı bir dille:

“Ortalık şöyle fena böyle müzebzep (bozuk) işler,
Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer”

“Çoktan beridir vardı benim bir derdim
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim
O bizim cami uzaktır gelemez mani ne
Giderim ben diyerek vardı onun camiine
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,”

Şiirin devamı daha eleştirel ifadelerle dolu. Bu korkaklığın Osmanlı soyundan gelemeyeceğine dikkat çekip, padişahın etrafında alınan güvenlik önlemlerini resmediyor:

“Ali Osmandan edilmezdi bu korkaklık, ümid
Belki kırk elli bin askerle sarılmıştı Yıldız
O silahşorlar o al fesli herifler sayısız
Neye mal olmada seyret herifin bir namazı
Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı,
Hele tebziri (israf) aşan masraf dersen sorma.”

Sultan Abdülhamid’e yönelttiği eleştiriler bunlarla sınırlı kalmaz. Onun zulümlerinden, sürgünlerinden söz ediyor:

“Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse,
‘Bu bir câni!’ dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse.
Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse.
Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se …
Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblis’e!”

(Her kimde haysiyet belirtisi gösteren bir temiz alın gördüysen,
“Bu bir cani!” deyip ya sürdün, ya da hapse mahkûm ettin.
Senin adına çalışan ajanları her vicdana her hisse gönderip
Milletin en kahraman evlatlarını ümitsizliğe düşürdün…
Öyle lânetlisin ki Şeytan’ın ruhuna rahmetler okuttun!)

Akif, 33 yıllık istibdat dönemi bittikten sonra II. Abdülhamid’in bir anlamda topluma olan faturasını çıkarıyor:

“Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd,
Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd!”

(Ey kirli baskı ve zulüm dönemi, yıkıldın gittin amma
Milletin kalbinde silinmez bir kirli hatıra bıraktın!)

Babaları, evlatlarından utandırır duruma düşürdüğünü belirten Akif, istibdat döneminin toplumun ümidini kırmasını ise en büyük zararı olarak niteliyor:

“Bütün ümmîd-i istikbâli artık müstahîl ettin;
Rezîl olduk… Sen ey kâbûs-i hûnî, sen rezîl ettin!”

(Bütün gelecek ümidini artık imkânsız kıldın;
Rezil olduk… Sen ey kanlı kâbus, sen rezil ettin!)

AKİF, II. ABDÜLHAMİD’E YAZDIĞI ŞİİRLERDEN PİŞMANLIK DUYDU MU?

II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinden sonra, Rıza Tevfik’in de aralarında bulunduğu kimi şairler gibi giden padişahın “ruhaniyetinden yardım” dilemedi. “Semerci ve Eşekler” isimli şiirini özür beyanı olarak adlandıranlarsa, bütüne değil, içinden seçilmiş bir iki mısraya bakıyor:

“Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?
Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi.
Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:
Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!”

Şiirde, eşeklere semer yapan bir ustanın ölümünden sonra, yerine geçenlerin ondan daha beceriksiz oldukları anlatılıyor. Sonunda geçen “devlet” kelimesinden olsa gerek bir tür özür anlamı çıkarılıyor. 

Devamına baktığınızda ise II. Abdülhamid’e bir tür özür olmadığı net görülüyor:

“Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.
Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;
Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.“

Mehmet Akif hakkında az sayıda yapılan bilimsel araştırmaya imza atan Prof. Dr. M. Orhan Oktay, “Mehmed Âkif: Bir Karakter Heykelinin Anatomisi” adlı eserinde şairin tarihi ve siyasi şahsiyetini inceliyor.

Prof. Oktay, yayınlanmış veya yakınlarının elinde kalmış şiirlerinde padişahı öven bir kaside, bir manzume, hatta tek bir mısra bile olmadığına vurgu yapıyor. Bu duruşu Akif’in karakterine örnek olarak gösteren Prof. Oktay, “Âkif, şahsi meselelerden dolayı değil, hak namına milleti namına, II. Abdülhamid’e karşı olmuştur” ifadesini kullanıyor.

AKİF HER DÖNEMDE KALBİNDE ACI TAŞIDI

“Dünya hassas kalpler için cehennemdir” diyen Goethe (Johann Wolfgang Von Goethe 1749–1832), bu sözü Akif için söylemiş gibiydi. Akif, hürriyet getireceğine inandığı İttihat ve Terakki yönetiminin de bir süre sonra diktatörleşmesinin hayal kırıklığını yaşadı.

“Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak;
Yüreğin hisli mi, işkencedesin, tâli’e bak.”

Yayınladığı şiirlerden yeni iktidarın rahatsız olduğunun iletilmesi üzerine 1914’te Darülfünun müderrisliği (öğretim üyeliği) görevinden ayrıldı. Akif aynı yıl, Mısır ve Medine’ye gitti. 

İstiklal Harbi’nin altyapısının hazırlandığı günlerde yine özgürlükçü tarafı öne çıktı. Balıkesir’de 6 Şubat 1920’de verdiği hutbe büyük heyecan yarattı. Talep üzerine pek çok şehirde Kurtuluş Savaşı’na giden yolda halkı hazırladı. 

Başında bulunduğu Sebilürreşad dergisi, bağımsızlık mücadelesine katılmak amacıyla Anadolu’ya gitmek isteyenlerin merkezi oldu. 1920’den itibaren Ankara’da görev aldı. Millî Mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katkıda bulundu. 

1. Büyük Millet Meclisi’ne Burdur milletvekili olarak katıldı. Ancak ilerleyen yıllarda, ülkeyi yönetenlerin özgürlük yerine kendi yerlerini sağlamlaştırma girişimleri Milli Şairi rahatsız etti. 1922’de sağlık nedenlerini gerekçe göstererek milletvekilliğinden istifa etti. Mısır Hidiv’i Abbas Halim Paşa’nın davetini kabul ederek bu ülkeye gitti.

1936’da Türkiye’ye döndükten sonra yönetim tarafından takibe uğradı. “İrtica-906” koduyla ölüm döşeğinde yanına gelenler bile sorgulandı. (Yapılan takibat, Cumhuriyet Arşivleri’nde 121-10-0-0/2-6-1 numaralı “Mehmet Akif’in Seyahatleri, Temasları ve Faaliyetleri” isimli dosyada tutuluyor. Dosya üzerindeki gizlilik ise 19 Nisan 2001’de kaldırıldı.)

İstanbul’a geldikten 6 ay sonra da hayatını kaybetti. Akif, yüreğinde hep özgürlükçü bir ruh taşıdı. Geleneği sorgulayan, aklı, bilimi önceleyen, menfaatine göre yön değiştirmeyen bir şahsiyet olarak yaşadı.

Yine Akif’in yüreğini yansıtan bir beyitle noktalayayım.

Cânî geziyor dipdiri… Can vermede masûm!
Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm?

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version