Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Atlantik mi Avrasya mı? 

Atlantik mi Avrasya mı? 


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Doğu ve batı düzleminde, Avrupa-Asya geçiş bölgesinde, iki kıtaya ve iki uygarlığa ait olma iddiasında bir ülke olan Türkiye, bu özelliklerini Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras aldı. Osmanlı ise, Bizans’ın Müslümanlaştırılmış hali olarak dünya sahnesine çıktı. Daha doğrusu dünya sahnesine çıkıp büyük oyuncu olması, Bizans’la İslam arasında senteze gidebilmesinden kaynaklandı. Doğu Roma’nın kendine özgü misyonunu devraldı, bölgeler ve kültürler arası düzlemde bir denge unsuru oldu. Türkiye aidiyetinin bilimsel, tarihsel, arkeolojik, antropolojik, kültürel, sanat tarihsel ve folklorik gerçeklere aykırı biçimde göçebe-Türkî Orta Asya halklarına bağlanması Bizans-Osmanlı düzlemini ortadan kaldırmaya çalışsa da, bünye bunu reddetti. Dilin işlevsel rolünü göz ardı ederek, dil aidiyeti üzerinden ırkçı bir Orta Asya üstün ırkı oluşturma çabası, sadece bilimdışı ya da kültürel bağlamda sırıtmakla gülünç olmadı, aynı zamanda jeopolitik ve nesnel-coğrafi durumla da tezat oluşturdu. Cumhuriyet bu revizyonun sancılarını hala çekiyor. 

Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi daima Avrupa’ydı. Konstantiniye, Selanik, Peşte, Girit, Bosna, Üsküp, Sofya gibi merkezler daima Kudüs’ten, Bağdat’tan, Şam’dan, Trablus’tan veya Kahire’den daha önemli oldu. İmparatorluğun merkezi kadim Roma topraklarıydı. Keza İmparatorluğu ileri götüren beşeri sermaye ve onun üzerine oturduğu sağlam kültürel, teknolojik ve bürokratik zemin de Bizans’tı. 

2004 yılında Türkiye’nin AB’ye entegrasyonunun yolu açıldığında ve Ankara’ya tam üyelik perspektifi verildiğinde, dönemin Fransa cumhurbaşkanı Jacques Chirac Türkiye’nin Avrupalı kimliğinin altını çizerek, “hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” demişti. O dönem bu ifadesi tepki çekse de, esasında bundan 570 yıl önce Doğu Roma İmparatoru olarak sikke bastıran İkinci Mehmet, Konstantiniye’nin adını bile değiştirmeyerek, Bizans geleneğinin devamından yana bir politik tutum içinde oldu. Osmanlı yöneticileri – salt padişahlar değil, şehzadeler ve Enderun’dan geçmiş muazzam eğitimli bürokratik sınıf – bunun bilincindeydi ve dinsel farklılıklarına karşın bununla gurur duydu, asla bundan komplekse kapılmadı. Anadolu coğrafyası, tarih boyunca Avrupa-Akdeniz uygarlığı kültürel bağlamında yer aldı. Kadim Anadolu uygarlıklarından eski Yunan’a, Roma’dan erken Hristiyanlık yayılmasına, Bizans’tan Osmanlı’ya, bu böyleydi. Bizans’ın çocukları bununla gurur duymamaya koşullandırılsalar da, aynaya baktıklarında karşılarındaki yüzü saklayamıyorlardı. O yüz, ırkçı Türk tarih tezlerinde anlatılanların yalan olduğunu her sabah şiddetle haykırmaktaydı. 

Anlaşılmaz biçimde, devletin ana ideolojisi dini temeller bağlamında aksini de gerektirse, Osmanlı elitleri Islahat yönünü Batı’da aradılar. Batı’nın Reformasyon, Renaissance (Rönesans), modernleşme, Endüstri Devrimi, Fransız Devrimi gibi çekim merkezlerinden kendilerini izole edemediler. Bilakis, ışığa uçan pervaneler gibi, doğu-batı düzleminde ülkelerini konuşlandırmaktan geri durmadılar. Sıradağların doğudan batıya doğru alçalarak deniz seviyesini bulduğu Anadolu’da ticaret nasıl ki bu doğal coğrafi durum nedeniyle Batı’yla bütünleşmeyi zorunlu kıldıysa, düşünsel alanda da Batı’nın parçası olageldik. 

Bu nedenle, Soğuk Savaş jeopolitiğinde Anadolu yarımadası Batı olarak algılandığında, birçokları bunu yadırgamadı. Roma için Anadolu neyse, Avrupa entegrasyonu için de odur. NATO kadim Roma topraklarının kuzey Akdeniz hattını bu nedenlerden dolayı Atlantik Okyanusu’na eklemledi. Atlantik İttifakı Akdeniz’in tüm kuzey hattını böylece kapsadı ve Avrupa’nın doğal sınırlarını politik ve askeri bir gereklilikle yeniden yapılandırdı. 

Bugün, 2022 itibarıyla Türkiye son 500 yıllık tarihinde hiç görülmedik bir biçimde Batı dışında bırakılmak isteniyor. Bunu yapan “Batılılar” değil, Bizans’ın Anadolu’daki Müslüman çocukları. Dini temellerini bireysel kültürel özellikleriyle veya jeopolitik aidiyetiyle karıştırarak Arap Yarımadası’nda veya diğer Ortadoğu coğrafyalarında varlığını sürdüren din yorumlarına öykünen İslamcılarla, hayali Orta Asya mitinin “kızıl elma” serabının peşine takılıp, Moskova-Tahran-Pekin sokaklarına çıkan ve gittiği yerde uyumsuzlukla sırıtan Avrasyacıların arasına sıkışan bir konumda ülke. Maceracılığın tavan yaptığı ve gerçeklerin değil hayallerin belirleyici olduğu bu mental evrende, açıkçası baştakilerin başarıyla veya başarısızlıkla falan ilgilendikleri de yok belli ki. Tek amaçları kendi çıkarlarının gereğini yapmak olan bu İslamcı-Avrasyacı tayfa, 1900’lerin başındaki İttihatçı babaları gibi, gücün veya diğer dünyevi hırların girdabına kapılmış, ülkeyi faciaya doğru götürüyorlar. Anlattıkları masallar tabanlarını hipnotize etmeyi başarmış durumda. Ülke, tarihinde hiç tanık olmadığı kadar Batı düşmanı, Amerikan düşmanı, AB ve Avrupa düşmanı durumundadır. Tüm tarihinde sömürgeleştirilmemiş Anadolu insanı, şimdi sömürgeleştirilmiş ve anti-sömürgeci reflekslerle Batı karşıtı olmuş Ortadoğu veya Üçüncü Dünya halkları gibi bir pozisyon almakta, tarihin kendilerine biçtiği biricik rolü görmezden gelmektedir. 

On Sekizinci ve On Dokuzuncu Yüzyılların en etkin aktörlerine baktığınızda ilk on aktörden biri Osmanlı İmparatorluğu’ydu. Bu on aktörün Türkiye hariç tümü bugün de dünyanın ekonomik ve politik olarak en başarılı, en fazla bilimselleşmiş ve teknolojikleşmiş, en fazla katma değer üreten, en zengin ülkeleri/toplumlarıdır. Türkiye ise, kendisine sürekli aşağılık kompleksi aşılayan sistemi nedeniyle, bir türlü bu ülkeleri arasındaki olağan yerini alamıyor. Devletleşmemiş, sömürge olup varlığını Rus Çarlığı ve Sovyetler’in güdümü altında sürdüren Sovyet ardılı Türkî cumhuriyetler gibi bir role fit oldular. Diğer taraftan, Suriye-Irak-Mısır liginde bir konuma endekslendiler. Post Sovyet liginin de, Ortadoğu liginin de en büyük ortaklığı fakirlikleri ve hukuk tanımazlıklarıdır. Bugün Türkiye’nin mevcut durumunun temelini de fakirlik ve hukuksuzluk oluşturuyor. Oysa daha on yıl önce, 2012’de, Türkiye AB adayı ve ekonomik olarak da, hukuk ölçütleri bakımından da bugünle kıyaslanamayacak kadar daha iyi konumdaydı. Yeterli miydi konumu? Elbette ki hayır! Ama bugünle mukayese olanaksızdır. 

Türkiye, Atlantik’le Anadolu’nun bağlarını jeopolitik, ekonomik, yönetsel, askeri, stratejik ve diğer alanlarda yeniden tesis etmek zorunda! 

Erdoğan ve yolsuz AKP çevrelerinin, MHP’nin, Avrasyacı derin yapıların, ulusalcıların falan nerede olduklarını herkes biliyor. Peki, tırnak içindeki muhalefetin iktidara gelmesi umudunu taşıyanlar: CHP, İYİP, DEVA vs. bu konuda ne düşünüyorlar, sormayı deneyecek misiniz? Hodri meydan! 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version