YORUM | YÜKSEL DURGUT
15 Kasım’da dünya nüfusu sekiz milyara ulaştı. Birleşmiş Milletler bugünü “8 Milyarlar Günü” olarak ilan etti.
Nüfusumuz bu tarihten 12 yıl önce 7 milyar olarak açıklanmıştı. 7 Milyar Günü 31 Ekim 2011’de kutlanmıştı. 15 Kasım 2022 saat 08:00 olarak belirlenen “8 Milyar Günü”, BM tarafından dünya nüfusunun bu sayıya ulaştığı yaklaşık gün olarak tespit edildi.
Bu benzeri görülmemiş büyüme; halk sağlığı, beslenme, kişisel hijyen ve tıptaki gelişmeler sayesinde insan ömrünün kademeli olarak artmasından kaynaklanıyor. Ayrıca bazı ülkelerdeki yüksek ve kalıcı doğurganlık düzeylerinin bir sonucu. 15 Kasım’da dünya nüfusunun 8 milyar kişiye ulaşacağı tahmini yürütüldüğünde, “Bu insan nüfusunun artışında ve gelişiminde bir dönüm noktası” olarak açıklanmıştı.
Küresel nüfusun 7 milyardan 8 milyara çıkması 12 yıl alırken, 9 milyara ulaşması yaklaşık 15 yıl (2037’ye kadar) alacağı tahmin ediliyor. Bu da küresel nüfusun genel büyüme hızının yavaşladığının da bir işareti.
BM Genel Sekreteri António Guterres dünya nüfusunun açıklandığı gün, “Gezegenimize ve birbirimize saygı gösterme konusundaki ortak sorumluluğumuzu göz önünde bulundurmalıyız. Çeşitliliğimiz, ortak insanlığımızı tanımak için bir fırsat” şeklinde konuşma yaptı.
Küresel nüfus 1,6 milyara ulaştığında Scientific American isimli şirket bu rakamı doğrulayabilmek için büyük uğraşlar vermiş. Yaptıkları bu uğraşının üzerinden yaklaşık 100 yıl geçti ve 6,1 milyarlık bir nüfusumuz daha oldu. Nüfus artışını izlemek için demograflar tarafından çok sayıda çalışma yürütülüyor.
Örneğin, 2018’de Viyana’daki Uluslararası Uygulamalı Sistem Analizi Enstitüsü, küresel nüfusun 2100’de yaklaşık 9,5 milyar olacağını tahmin etmişti. Şimdi bu tahmini 10 milyar ile 10,1 milyar arasında yeniledi. Bu revizyon, “düşük gelirli ülkelerdeki çocuklar arasında beklenen, hayatta kalma oranlarının daha yüksek olmasından kaynaklanıyor” açıklaması yapıldı. Diğer bir faktör de Çin, Hindistan ve Pakistan da dahil olmak üzere bazı kalabalık ülkelerde doğurganlık oranlarının tahmin edilenden daha yüksek olması.
Uzun zamandır bu konuda popüler teoriler geliştiriliyor. İlk teori, daha fazla insanın yaşamlarını güçlendirmek için fosil yakıtlarına yönelmesiyle nüfus artışının küresel ısınmaya katkı sağladığı yönünde. Daha fazla insan demek, gaz, kömür, petrol ve diğer yeraltı yakıtlarına daha fazla talepte bulunulması anlamına geliyor. Bu da iklim değişikliğinde gözle görülür bir değişim sağlıyor. Scientific American raporuna göre, nüfusun 6,1 milyara ulaşması için geçen yüzyıldan daha kısa sürede, karbondioksit emisyon oranı 12 kat arttı.
Aşırı nüfusu iklim değişikliğine bağlamak mantıklı aslında. Ancak bunun yanında çok fazla insan da enerji tüketimi sağlıyor. Ve gelişmekte olan ülkeler sanayi devrimlerinin yanında ülkelerindeki aşırı nüfus sorununu kontrol altına alamıyorlar.
Thomas R. Malthus, 1798’de yazdığı bir makalede dünyanın şu anda bulunduğu mevcut durumu o dönemde dile getirmişti. Hızla artan nüfusun baş döndürücü hızına yerkürenin dayanamayacağını ve bunun savaş ve kıtlıkla sonuçlanabileceği yorumunu yaptığında büyük tepkiler almıştı.
Paul ve Anne Elrich tarafından 1968’de yazılan “The Population Bomb” adlı kitap, nüfus artışının kontrol altına alınamaması durumunda çevresel yıkımın nasıl korkunç sonuçlar doğuracağını anlatıyor. O dönemde pek çok eleştirmen, böyle bir düşüncenin Küresel Güney’de (az gelişmiş Güney Yarımküredeki ülkeler) ırkçı doğum kontrol politikalarının oluşturulmasına yol açtığına inanıyordu.
Bugün birçok bilim insanı sorunun aşırı nüfus artışı değil, giderek artan tüketim olduğu yönünde fikir belirtiyor. Önemli olan insan sayısı değil, bu insanların az bir kısmının kendi paylarına düşenden çok daha fazla karbon kirliliğine neden olmaları.
Associated Press’in yayınladığı bir rapora göre, bir Kanadalı, Suudi Arabistanlı ve Avustralyalı ortalama bir Hindistanlıya göre günlük yaşamlarında havaya 10 kat daha fazla karbondioksit salıyor. Dünya Bankası’na göre Katar’ın kişi başına düşen emisyonu az gelişmiş bir ülkenin en az 20 katı.
İklim bilimcisi Bill Hare, Kanada yayın kuruluşu CBC’e, “Sorun nüfusla ilgili değil, tüketim alışkanlıklarıyla ilgili” yorumunu yapıyor. Bu nedenle de bilim adamlarının en çok kimin tüketim yaptığını ve bu tüketimin bedelini kimin ödediğini ortaya koymaları gerektiğini savunuyor.
Ancak diğer yandan varlıklı ülkeler, Bangladeş ya da Pakistan gibi gelişmemiş ülkelerin tazminat ödemeleri gerektiği yönünde çağrıda bulunuyor. Daha fazla emisyon tüketen ülkeler ve şirketler, sorunu çözmek için daha fazla çaba göstermiyor. Afrika’da ya da Güney Asya’daki ülkelerde aşırı nüfusun tek sorun olarak gündeme getirilmesi de tamamen yanlış bir anlayış.
Küresel Kuzey’deki (çok gelişmiş Kuzey Yarımküredeki ülkeler) tüketime olan bağlılık ve bu talebin karşılanması Küresel Güney’de fabrikaların çalışmasına bağlı. Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü, küresel nüfus artışının yavaşlama belirtileri gösterdiğini ancak buna bağlı olarak da karbon emisyonlarının hızla artış gösterdiğini dile getiriyor.
Ortaya konulan pek çok kanıt, aşırı nüfusun iklim değişikliği üzerinde fazla bir etkiye sahip olmadığı yönünde. Aktivistler, kaynakların yeniden dağıtılması ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması yönünde çağrıda bulunuyorlar. Bu konuda haksız da sayılmazlar.
Ancak büyük nüfus sorunu yaşayan gelişmemiş ülkeler ‘iklim adaleti’ istemekte ne kadar haklı olsa da doğurganlık sorunu yokmuş gibi davranmaları da o kadar saçmalık olur. Aile planlaması programlarının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Bu konuda dini hassasiyetleri göz önünde bulundurarak oluşturulmuş doğum kontrol programlarını kullanan İran ve Bangladeş’in nüfus artışını ne kadar iyi şekilde dengeledikleri incelenebilir.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA), dünyadaki tüm gebeliklerin yarısının planlanmamış olduğunu ve kadınların yaklaşık dörtte birinin hamile kalmayı reddetmek için yeterli güce sahip olmadığını söylüyor. Kadınları doğum kontrolü, güvenli gebelik ve güvenli doğum konularında eğitmek için daha fazla fon gerekiyor. Yine gelişmemiş ülkelerde kadınlar doğmamış bebekleri için sağlık hizmetlerine erişemedikleri için ölümle burun buruna geliyorlar.
Pandemi dönemlerinin yaşandığı çağımız ve beraberinde ölüm oranlarının artması özellikle yaşlanan Avrupa’da büyük bir sorun. Bu sorunun aşılabilmesi içinde mülteci kanunlarında esneklikler sağlanarak vatandaş olabilmenin yolları kolaylaştırılıyor. Dünya 15 yılın ardından 9 milyar nüfusa erişmesi durumunda Küresel Güney ve Küresel Kuzey’deki nüfus oranları da büyük oranda değişmiş olabilir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***