Başlıkta aslında Erdoğan yerine devlet demem lazımdır normal bir ülkede ama burası artık pek normal bir ülke olmadığı için devletin fuzuli şagili Erdoğan’ı devlet kavramı yerine kullanmam sanki daha tutarlı; bu “fuzuli şagil” tabirini 70’li yıllarda Demirel’in söylemlerinden hatırlıyorum.
Türkiye’de “Kürt meselesi” diye bilinen ama Kürtlerin neden mesele olduklarını anlayamadığım bir süreç yaşanıyor hala.
Ortada kanımca bir Kürt meselesi falan yoktur, çok agresif bir Türk milliyetçiliği meselesi vardır ve Kürt meselesi diye haksız bir biçimde çerçevelediğimiz sorunlar sadece bu agresif Türk milliyetçiliğinin anayasal uzantıları ve sonuçlarıdır.
Yerel seçilmiş meclislere yerel vergi salma hakkı verme sen (Anayasa 7), anadilde eğitim-öğretimi engelle (Anayasa 42), hukuki bir statü olan vatandaşın vatandaşlık sıfatını bir kavmi aidiyeti temsil eden “Türk” sıfatı ile nitele, merkezi yönetime yerel yönetim üzerinde vesayet hakkı tanı (Anayasa 127) ve sonra çık “Kürt meselesi” de, ilginç bir bakış açısı, tipik bir agresif milliyetçilik.
Dün (27 Kasım Pazar) T24’de gazeteci Sedat Bozkurt’un Kısa Dalga’da yayınlanan bir yazısına gönderme yapan bir gündem yazısı yayınlanmıştı, içinde düşündürücü noktalar vardı, tekzip edilmiş olmasına rağmen bunlardan birini kes-kopyala yöntemi ile aşağıda aktarıyorum.
“Kısa Dalga yazarı Sedat Bozkurt, Edirne Cezaevi’nde tutuklu eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın kendisini ziyaret edenlere, “Dışarıda olsam Kandil’e gider, ‘ya beni burada öldürün ya da silah bırakın’ derdim” dediğini aktardı.”
Bu alıntıyı gerçekten çok önemsedim ama Demirtaş hemen arkasından avukatları aracılığıyla bir tekzip yayınladı ve bu ifadenin kendisine ait olmadığını söyledi.
Çok uzun zamandır Selahattin Demirtaş’ın siyasette her türlü şiddetin kullanımına çok mesafeli durduğu konusu bir biçimde konuyu izleyen herkesin malumu, Sayın Bozkurt’un yazısı tekzip edilse dahi bu ifadenin en azından ruhunun Demirtaş’ı yansıtabileceği kanısındayım.
Kandil ya da İmralı’nın siyasette şiddetin yeri konusunda ne düşündüklerini gerçekten çok iyi bilmiyorum ama Demirtaş’ın yaklaşımlarından biraz farklı bir yerde durduklarını düşünüyorum.
HDP’nin içinde de yine muhtemelen farklı yaklaşımlar var ama şahsen de tanıdığım çok sayıda HDP’linin, HDP yöneticisinin Selahattin Demirtaş’a yakın olduklarını seziyorum.
Demirtaş en azından söylem düzeyinde siyasette şiddete başvuru konusunda görüşlerini kristalize ettiğine yönelik elimizde çok sayıda emare mevcut.
Peki, bu durumda Türkiye’ye, herkese her açıdan çok pahalıya gelen bu gerginlik ortamını bir ölçüde de olsa sakinleştirmek için Erdoğan (devlet) neden daha istekli olmuyor?
Demirtaş’ın siyasete dönmesine neden izin verilmiyor?
Elimizde AİHM kararı varken, neden Demirtaş hukuksuz bir biçimde hala hapiste tutuluyor, neden açık siyasete dönmesine bir türlü izin verilmiyor?
Bu sorunun cevabının çok sevimsiz olabileceğini düşünüyorum, mesele sadece “Demirtaş özgür olsa HDP’nin oyu artar” parantezine sıkıştırılamaz.
Hem devlet-Erdoğan hem de başka birileri muhtemelen siyaseten ya da kişisel nedenlerden kalıcı bir çözüm, bir barış süreci istemiyor olabilirler.
Ya da taraflar, tam da kesin olarak tanımlayamıyorum kim ve ne olduklarını, Kürt meselesi denilen agresif Türk milliyetçiliğinin anayasal-siyasal-alan sonuçlarını enstrümantalize ederek büyük maddi ve pozisyonel rantlar elde ediyorlar.
Kısa Dalga yazarı Sedat Bozkurt’un aktardığı, Edirne Cezaevi’nde tutuklu eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, aktarım tekzip edilmiş olsa bile bir yaklaşımı temsil eden görüşlerine neden dört elle sarılmadıklarını, bunu bir fırsata çevirmek için ellerinden geleni yapmadıklarını hem anlıyorum, hem de anlamıyorum diyeyim de suç işlememiş olayım.
Tabii, bu fırsatı değerlendirmek isteyecek kadar bu ülke insanlarının tümünün çıkarlarını savunacak bir siyasal-bürokratik kadronun öncelikle 2015 yazında yaşanan Ceylanpınar olayının tüm gerçek yüzünü toplumla paylaşmak zorundadır, bunu yapmıyor, yapamıyorsanız zaten Demirtaş’ın çok olumlu olduğunu düşündüğüm çıkışlarına kulaklarınızı tıkarsınız.
Hem savaşın hem barışın, her konuda ve her alanda, maliyetleri ve getirileri mevcuttur.
Türkiye’nin siyasi egemenleri hala kendi maddi ve pozisyonel çıkarları için barışın maliyetlerini getirilerinin önünde görüyorlarsa barış zordur, barışı savunanların da bu çıkışlarını burunlarından getirmek için ellerinden geleni yaparlar.
Haksız bir biçimde Kürt meselesi denen konuya yaklaşım iğrenç kamu ihale hırsızlık sistemini sürdürmek için bir enstrüman olarak görülürse daha kaç kuşak bitmeyen sınır ötesi operasyonlar yaşayacağız demektir.
ESER KARAKAŞ: Kadıköy Saint Joseph lisesi muzunu. 1978’de Boğaziçi Üniversitesi İİBF’den mezun oldu. Doktorasını 1985 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde yaptı. 1996’dan itibaren İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye Bölümü’nde profesör olarak ders verdi. Bahçeşehir Üniversitesi İİBF’de Dekanlık yaptı. 2016 yılında 675 sayılı KHK ile ihraç edildi. 2008 yılından itibaren Strasbourg Üniversitesi Science Po’da misafir öğretim görevlisi olarak bulunuyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***