Dr. İlhan Döğüş
Anaakım iktisadın bir diğer önemli çelişkisi, bütçe açığına ve bütçe açığını arttıracağını düşündükleri kamu yatırımı ve kamu istihdamı harcamalarına faiz artıracağı ve bu faiz artışının yatırımları kısacağı sebebiyle karşı çıkarlarken merkez bankalarından enflasyonla mücadele için faiz artırmalarını talep ediyorlar olmalarıdır.
Bu iddialarına temel teşkil eden teorik argümanların hepsi ise yanlış. Birincisi, bütçe açığı faizleri artırmaz çünkü bütçe açığı, yani kamunun vergi ile toplandığından daha fazla harcaması, piyasadaki tasarruf/mevduat miktarını azaltmaz, tam tersine arttırır. Ayrıca faizler merkez bankası tarafından dışsal olarak belirlenir. İkincisi, faizlerin ve merkez bankasının yönlendirdiğini iddia ettikleri enflasyon beklentilerinin fiyatlama davranışları üzerinde yok denecek kadar etkisi vardır.
ENFLASYON
Firmalar, fiyatlarını birim maliyetlerinin üzerine ürünlerine olan talebin fiyat esnekliğini gözeterek piyasadaki güçlerine denk gelen bir kâr payı ekleyerek belirlerler; anaakımın sandığı gibi marjinal maliyet ile marjinal hasılatın kesiştiği yerde fiyat belirliyor değiller.
Marjinal maliyeti ve marjinal hasılatı hesaplamazlar çünkü birincisi para nötr değil yani üretim miktarı için para miktarı önemlidir; ikincisi her firma aynı anda birçok farklı ürün üretmekte ve ürün farklılaştırması yapmaktadır. Dolayısıyla her bir ürün için tek tek marjinal maliyet hesaplamak uygulanabilir değildir. Daha önemlisi, tam kapasiteye kadar marjinal maliyet sıfırdır çünkü bir makinede bir işçi çalışır. Daha önemlisi, eğer kapasite kullanım oranı çok yüksek değilse işsizliği artırmak ve talebi kısmak, talebin dayanıklı tüketim malları gibi dezenflasyonist ürünlerden gıda ve barınma gibi enflasyonist ürünlere kayarak enflasyonu artırmak gibi bir etkisi de olabilir.
Talep kısan politikaların enflasyonu indirebilmesi için, talebi düştüğünde fiyatı indiren dayanıklı tüketim mallarındaki fiyat düşüşünün, talebi arttığında fiyat arttırılan dayanıksız tüketim mallarındaki fiyat artışından daha yüksek olması lazım. Bu ise istisnai bir durumdur. Bir yıldır dünyada faiz artışına rağmen enflasyonun düşmeyip artmasının sebebi, üretimin kısılıp talebin bu gıda gibi dayanıksız enflasyonist ürünlere kayarken, dayanıklı tüketim mallarında üretimin azalmasına mukabil birim maliyetlerinin artmasıdır. Yapılması gereken, talebi baskılamak değil enflasyonun asıl sebebi olan arz kısıtlarını ve tedarik sorunlarını halletmekti.
Faiz indiriminin yatırımları tetikleme etkisi zayıfken, faiz artışının iflasları tetiklemesi sebebiyle ekonomiyi daraltma etkisi güçlüdür. Faiz düşüşünün yatırımları tetikleme etkisi zayıf çünkü hem yatırımların asıl belirleyicisi talep düzeyidir hem de firmalar için çektikleri kredinin maliyeti kredi faizi değil kredi faizi ile mevduat faizi arasındaki farktır. Kredi faizi hane halkı için kredinin maliyetidir çünkü hane halkı çektiği krediyi tüketim harcaması için kullandığında o miktar kendisine firmalarda olduğu gibi geri dönmez. Firmaların yatırım harcamaları kendilerine geri döner ve bunu mevduat faizinde değerlendirebilirler.
Eğer talep kamu yatırımlarıyla güçlendiriliyorsa ve bu sayede iflaslar engelleniyorsa, faiz artışının yatırımları da engellenmesi beklenmez. Ancak talep düzeyi desteklenmiyorsa ve ekonomide çok sayıda kırılgan bilanço varsa yani borçluluk oranı gelire göre yüksekse, faiz artışı iflasları tetikleyerek istihdamı azaltıp talebi baskılar.
ÜCRETLER VE İŞSİZLİK
Faizi arttırarak enflasyonu düşürmek fikriyatının arkasında doğal bir faiz oranı ve doğal bir işsizlik oranı olduğu varsayımı yatar. Oysa kredi mevduattan verilmediği için kredi talebinin ve mevduat arzının kesiştiği bir doğal faiz oranı olmadığı gibi, emek arzının ve emek talebinin karşı karşıya geldiği bir emek piyasası olmadığından dolayı bir doğal işsizlik oranı da yoktur. Bunlar gözlemlenebilir ve ölçülebilir olgular değildir, soyut varsayımlardır.
Emek piyasası aslında mal ve hizmet piyasasının türevidir. İşçiler anaakımcıların varsaydığı gibi ücretler artarsa arz edecekleri emek miktarını arttırıp, ücretler düşerse boş zamanlarında yapacakları keyifle ücretleri karşılaştırıp arz edecekleri emek miktarını düşürüyor değiller. Firmalar da ücretler artarsa işçi çıkartıyor değiller, ücretler düşerse işçi alıyor değiller. Eğer ücretler düşerken beklenen sipariş miktarı aynı ise, firmalar aynı sayıdaki işçiye daha az ücret ödemeye devam ederler. Neden daha fazla işçi alıp işçilik maliyetlerini artırsınlar ki?
Bu iddiaları tek tür bir mal varmış tek bir firma varmış gibi varsayımına dayanıyor. Ücretler o ücreti ödeyen firmaya maliyettir evet fakat o işçi başka firmaların ürettiği malı satın aldığı için diğer firmalara ise hasılattır o ödenen ücret. Dolayısıyla ücret maliyetten çok talep kaynağıdır. Merkez bankası verilerinden hesapladığıma göre 2011 yılında Türkiye’de ücretler firmaların maliyetlerinin %23’ü kadarken yapılan tüketim harcamalarının da %58’i kadardır. O nedenle maaşlar ve dolayısıyla talep artarsa, firmalar da bu talebi mevcut kapasiteleriyle karşılamayacaklarını düşünürlerse işçi alırlar. Maaşlar düşerse satışlar da düşeceğinden firmalar işçi çıkartırlar. Son bir yıldır dünyada ve Türkiye’de reel ücretler düşüyor ama firmalar emek ucuzladığı için işçi alımına gitmiş değiller, aksine işsizlik de artıyor.
Bu emek piyasasına dair analizlerinin yanlış olduğuna bir diğer dair kanıt, enflasyonu düşürmek için işsizliği artırdıklarında o doğal dedikleri işsizlik oranının da artıyor olması. Sonrasında doğal işsizlik oranı arttı diye işsizliği ve faizleri bir daha arttırmayı öneriyorlar ve kendi kendini besleyen bir girdaba sokuyorlar ekonomiyi.
HİSSE İHRAÇLARI
Anaakım iktisatta yanlış anlatılan bir diğer husus, yatırımların tasarruflarla finanse edildiğini sandıkları için firmaların da hisselerini yatırımlarını finanse etmek için ihraç ettiklerini sanmalarıdır. Bir firma mikro düzeyde yatırımını kendi tasarrufuyla veya başkasından borç aldığı tasarrufla finanse edebilir ama makro düzeyde bu mümkün değil çünkü o yatırımın yaratacağı büyümenin gerçekleşmesi için paranın miktarının artmış olması yani ekonominin bir yerinde bir başkasının kredi çekip yeni para yaratmış olması gerekir ki 2 farklı yatırım projesi aynı anda kar yaratabilirsin.
Peki o halde firma neden hisse ihraç eder? Firmalar, tasarruflar kendisinin kredi çekerek ekonomiye dahil ettiği parayı sirkülasyondan çektiğinde (yani sızıntı olduğunda) yapmayı hedeflediği hasılatı yapamaması durumunda o tasarrufu yapanlara “siz benim malımı satın almayıp benim yatırım harcamasıyla yaptığım harcamanın bana geri dönmesine engel oldunuz, o halde alın benim bu hissemi bana paramı geri verin” demiş olurlar. Başka bir ifadeyle firmalar likidite açıklarını kapatmak için hisse ihraç ederler. Bunun en net kanıtı, küresel ekonominin durduğu, harcamaların bıçak gibi kesildiği için firmaların hasılat yapamadığı pandemide hisse ihraçlarının küresel düzeyde %56 artmış olmasıdır.
Firmalar bu hisselerle yatırım mı yaptılar o pandemi ortamında? Hayır! Pandemiden çıkışta ekonomi tekrar canlanmaya başlarken ise, firmalar yatırımlarını finanse etmek için kredi çektiler ve bono ihraç ettiler. Özellikle 1980 sonrasında borsaların şişmesindeki başat faktör, artan eşitsizliğe mukabil üst gelir grubunun tasarruflarındaki artıştır. Fakat bu dönem, firmaların reel yatırımlarının da zayıf seyrettiği bir dönem oldu. Yani borsalarda biriken tonlarca tasarruf, anaakımın iddia ettiği gibi yatırıma dönüşmedi.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***