Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ahlaki seviyemiz

Ahlaki seviyemiz


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Sinema bidayetinde bir burjuva eğlencesiydi.

Bunun pek çok nedeni vardı; keşfe meraklı zenginler, pahalı bir eğlence olması, elektriğin tam yaygınlaşmamış olması, boş zaman vs. Kurgunun keşfinin tadına varılmadan askerin eline geçmesi (Birinci Cihan Harbi patlamıştı zira) propaganda sinemasını tavan yaptırdı. Kitleler yönlendirilmek ve harekete geçirilmek üzere salonlara toplatılıp bir tür propaganda bülteni gibi kullanıldı filmler.

Sinemanın ilk ve doğal sanat teması tabiatıyla tiyatrocuların ve sair gösteri dünyası insanlarının elinden oldu. İlk sinema salonları tiyatro salonlarıydı. Bununla beraber burjuva kendilerine has eğlence mekanlarında gösterimler düzenliyordu.

Ülkemizde de çok farklı bir seyir izlemedi. Hedef kitle elit olunca bu sanatla ilk içli dışlı olanlar şehirli burjuva kesimiydi. Film üretim sayısının artması köy filmlerine sırayı getirdi, zira uyarlanabilecek tiyatro eserleri uyarlanmıştı artık. Faruk Kenç’in başlattığı bu furya sentetik ve inandırıcılıktan uzaktı. Yüksek topuklu ve makyajlı köylü kadınları, birbirine yapmacık selam veren köylüler, yapmacık ilişkiler vs.

Salt film gösterimi için açılan salonlar ile beraber halkla buluşan sinema, karşısında bulduğu Anadolu insanına inandırıcı öyküler anlatmak durumundaydı ve Yönetmenler Çağı dediğimiz dönemde bu kısmen başarıldı. Başarıldı ama yine de sorunluydu. Zira Tanzimat’tan beri bu topraklarda çok ciddi bir aidiyet meselesi vardı ve aidiyet sıkıntısı olanın sahibiyet iddiası çok ciddiye alınamazdı.

Bunun pek çok nedeni olabilir, bu ayrı bir araştırma ve başlık konusudur, ancak hakikat böyledir. Sinema için söylenilen ‘hayatın perdeye yansıması’ tanımlaması Türkiye için pek fazla geçerli değildir. Zira, Yeşilçam’ın ürettiği filmler her ne kadar farklı ve fantastik bir atmosfer oluşturmayı başarmışsa da, bu topraktan tam ve gerçekçi (elbette istisnalar var) yansımadan bahsetmek pek mümkün değildir.

Esas meselenin can alıcı kısmı, genelde sanatı, özelde sinemayı elinde tutan çevrelerin kendi topraklarıyla -gizli de olsa- meselesi olan kitleden oluşmasıydı bence. 

Mutlak bir beğenmemezlik, reddediş, utanma ve eziklik hissi. Bazı durumlarda neredeyse düşmanlık boyutuna varan bir nefret. Doğal olarak yapılan filmlere de yansıdı bu durum. Kendi gerçekliğimizden kopuş, bir klişeler manzumesini doğurdu ve geçmişin filmlerinde tuhaf ve rahatsız edici tipolojiler türedi. Kimileri bunu bilinçli yaptı, kimileri şuursuzca. Sebebi her ne olursa olsun, doğru zemine eğri duvar inşa edilmişti, yıkılması ve tekrar inşası kaçınılmazdı. 

Nitekim 70’li yılların ortalarından sonra yaşanan savrulma Yeşilçam’ı en dibe kadar yolladı ve yaklaşık 20 yıllık bir Türk halkı-Türk sineması kopuşu yaşandı. Şimdilerde yeni yeni tekrar kurulmaya çalışılıyor bu iletişim ve bağ.

Sanatın, tiyatronun, devletin eliyle bitirildiği bir dönem yaşıyoruz. 

Sözde bir medeniyet tahayyülü olan siyasal İslamcıların 20 yıldan beri bu konuda ürettiği dişe dokunur hiçbir şey yok. 

Aksine, var olanı da tamamen kurutmuş durumdalar. Sadece sinema değil, topyekün sanatın kurutulduğu bir dönem oldu siyasal İslamcıların devri. 

Yaşadığımız dönem ileride pek çok açıdan bir bozulma, çürüme ve yok ediliş devri olacak hatırlanacak. 

Hukukun bitmesi, eğitimin yer ile yeksan olması ve ille de sanatın bu topraklardan kovulması. 

Konfüçyüs boşuna “Bir memleketin ahlak bakımından nasıl idare edildiğini anlamak isterseniz o ülkenin müziğini inceleyiniz.” dememiş. 

Bu ülkenin ahlaki seviyesi için sanatını incelemek yeterli olacaktır.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version