YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
İnsanlara zorla bilinç verme dönemleri geride kaldı. Bunun işe yaramadığı aşikâr. İnanmayan, Türkiye’nin yakın dönem tarihine bakabilir. Kültürel ve sosyolojik kökleri kapsamayan değişimler yüzeyde kalıyor ve sonuçta tutmuyor. Demokrasi ve insan hakları kültürü böyle bir şey – ister kabul edin, ister etmeyin, gerçekleri görmek zorundayız. Çünkü olan şeylere yokmuş muamelesi yaparak onların var oluşlarını engelleyemiyorsunuz. Türkiye toplumu otoriter liderliğe ve anti-demokratik sistemlere eğilim gösteriyor. Ya da itiraz etmiyor. Bunun tek nedenini korkuyla açıklamak olanaklı değil. Türkiye’den çok daha olumsuz siyasal ortamlarda muhalif kitlesel hareketler insan haklarına ve demokrasiye ulaşabiliyor. Türkiye’de bunun olmamasının nedeni sosyolojik ve kültüreldir.
CHP’li bir milletvekili çıkıp TSK’nın eylemlerinin sorgulanamayacağını söyleyebiliyorsa bunun üzerinde tüm toplum düşünmelidir. CHP ana muhalefet partisi olmasına karşın rejimin adeta ortağı gibi hareket ediyor. Kürt siyasetinde AKP-MHP çizgisinde, çünkü bu çizgi derin devletin belirlediği çizgidir. Derin devlet esasen ruh olarak 100 yıllık cumhuriyet kadar eski bir yönetim felsefesinin ve siyasal kültürün tezahürüdür. Hatta 100 yılsan da gerilere kadar izi sürülebilir. CHP’nin babası İttihat ve Terakki Partisi’dir. CHP’liler, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve ikinci adamı İsmet İnönü başta olmak üzere İttihatçıların B takımıdır. İttihatçılık hareketinin tüm habis özellikleri CHP üzerinden cumhuriyete ve dolayısıyla günümüz siyasal sistemine kadar derin bir belirleyici etkide bulundu. Bu sistem merkeziyetçi, etnik milliyetçi-ırkçı, Türk üstünlükçü, homojenleştirici ve asimilasyoncu, baskıcı ve ihtilalci, yukarıdan aşağıya hiyerarşik modernleştirici, tipik bir Ortadoğu rejimidir. Bu geleneğin çoğulculukla, ademi merkeziyetçilikle, özerklik ve çok kültürlülükle, hukukun üstünlüğüyle ve insan haklarıyla, gücünün denetlenmesiyle ve hesap verebilirlikle, uzlaşıyla ve en önemlisi demokrasiyle sorunu vardır. Cumhuriyet bu nedenle demokratik çoğulculukla kan uyuşmazlığı yaşıyor. Erol Gürsel bir şahıs olmanın dışında, bu 100 yıllık geleneğin sesidir.
Bakın açık konuşmak gerek. Türkiye denen devlet anti-Kürt reflekslerini doğrudan İttihatçı damardan aldı. Bu damar, 1910’larda Anadolu’nun homojenleştirilmesi politikasının mimarı ve uygulayıcısıdır. Anadolu’dan Ermenileri, Rumları ve Süryanileri soykırımlarla tükettiler. Bugün Türkiye dini-mezhepsel bakımdan yakın coğrafyasında İran’a, Suriye’ye, Irak’a göre bile çok daha monolitik, homojenleştirilmiş bir toplumdur. Hristiyan nüfus 1900’lere kadar çok yüksek oranlardayken, cumhuriyetin ilk on yılında nüfusun yüzde birinin altına indirilmiştir.
Aynı şekilde cumhuriyet birinci gününden itibaren Kürtlerin asimilasyonunu şiar edindi. Bu amaç çok partili hayata geçtikten sonra da devletin partiler üstü politik hedefi oldu. İktidarlar geldi, geçti, bu siyaset asla değişmedi. Şimdi 2022 itibarıyla, cumhuriyet nereden başladıysa bu noktada hala oradadır. İnsanları gazlayan, bombalayan, yok eden zihniyet, 100 yıldır toplumun peşini bırakmadı, karabasan gibi öteki olan herkesin ensesine çöktü. PKK veya başka bir illegal yapı, hiç fark etmez. Devlet eğer bir hukuk devleti olsaydı, kimyasal silah kullanmazdı. Bu konuda bir iddia varsa ve kendilerinden eminlerse, uluslararası bir inceleme komisyonundan neden çekiniyorlar? CHP, Sezgin Tanrıkulu tarafından yapılan açıklamanın arkasında neden durmuyor? Bu işi araştırmayı önermekten daha doğal ne olabilir? Farz edelim bir hata yapılmış olsun. Eğer bu devlet politikası değilse hata yapılmasına neden olan emirleri verenleri cezalandırırsınız, olayın üzerine gidersiniz. Pisliğini gizlemeye çalışan bir kedi gibi yaptığınızı toprağa gömmeye çalışmazsınız. Bu yapılanlar, aynı 1980’lerde vatandaşına insan dışkısı yediren, 1990’larda asit kuyularında vatandaşlarını eriten, 2000’lerde uzaktan ağır silahlarla köyleri ve kasabaları bombalayan devletin yaptıklarıdır. Bu yapılanların faili hep aynı. Aynı devlet, aynı zihniyet, aynı faşizm.
Bir ara Erdoğan ve AKP bu zihniyete karşı çıkıyorlardı. Çünkü kendileri de İslamcı ideolojilerinden dolayı aynı ceberut rejimin hedefiydi. Sonradan işler değişti, devletlû oldular. Derin devletin enstrümanı olma rolünü benimsediler. Erdoğan devletin sözcülüğüne getirildi. Karşılığında da dokunulmazlık aldı. Bu dokunulmazlıkla Yüce Divan tehlikesini bertaraf etti. Teslimiyetiyle derin devleti küllerinden doğurdu, diriltti, serpilmesine yardımcı oldu. Böylece sisteme entegre oldu, onunla bütünleşti.
Bütün partiler esasında bu neo-İttihatçı ideolojinin çeşitli fraksiyonları. Türkiye siyasal yelpaze olarak dünyadaki evrensel sol-sağ partilerinden tümüyle farklı bir parti sistemine sahip. Bu partilerin ana damar ideolojilerini devlet merkezli Türk üstünlükçü nasyonalizmin çeşitli varyasyonları oluşturuyor. Buna çeşitli dozlarda İslamcılık ve diğer yan ideolojiler eklemleniyor. Sevr sendromu ve yayılmacılık gibi unsurlarla saflar sıklaştırılıyor. Üniter devlet ve merkeziyetçiliğin savunulması gibi tabu alanlar da buna dâhil edilebilir. Bu ortak paydalar üzerinde anlaşan partiler, dikkat edin HDP dışındaki tüm partilerdir. Bunlar aslında farklı partiler değil. Hepsi İttihatçılık ideolojisinin ve geçmişinin paydaşları. Bir tür büyük Türk partisi diyelim. Bu şartlarda Türkiye’de çok sesli ve demokratik bir siyasal kültür ortaya çıkabilir mi?
Türkiye’de fiilen halen tek partili bir sistem var. Cumhuriyeti demokratikleştirmede bu engeli aşmak sanırım çok önemli.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***