Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Mahir Ünal’a höykürenler, önce Erdoğan’ın dediğine baksın

Mahir Ünal’a höykürenler, önce Erdoğan’ın dediğine baksın


HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

AK Partili Mahir Ünal’ın Cumhuriyet döneminde yapılan devrimlerin dilimizi ve düşüncemizi yok ettiğini söylemesi üzerine ortalık toz duman. Ünal’ın dillendirdiği tartışma bugünün tartışması değil, 150, hatta 1000 yıllık bir tartışma. Ayrıca Ünal’ın dedikleri, Tayyip Erdoğan’ın dediklerinin yanında çok hafif kalır.

Yazımın en başında belirteyim. Bu hayli sıkıcı bir yazı. Keyifli yazı okumak isteyenlere tavsiyem, kendilerini zorlamasınlar daha burada iken sayfadan ayrılabilirler.

AK Parti Başkanvekili Mahir Ünal, 8. Uluslararası Kitap ve Kültür Fuarı’nda, “Yerelden Evrensele Şehir Ufku: Kahramanmaraş Örneği” konulu konferansta yaptığı konuşma, muhalif kesimlerin bombardımanına uğradı. 

Mahir Ünal, tarihteki en sert kültürel devrimin ne Fransız İhtilali ile, ne de Mao’nun yaptığı kültür devrimiyle yaşandığını, Türkiye’nin bunlardan daha ağırına Cumhuriyet döneminde maruz kaldığını öne sürdü:

AK Partili Mahir Ünal: “Maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.” pic.twitter.com/xEjUwfReJ8

— Etkili Haber (@etkilihaber) October 22, 2022

“Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate (dile) dokunmamıştır. Çin’de Mao da lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet bizim lügatımızı, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünce setlerimizi yok etmiştir.”

ÜNAL, OKLARIN HEDEFİNE CEMİL MERİÇ’İ OTURTTU

Mahir Ünal, sözlerine büyük tepki geldiğini görünce daha sonra geri adım atar gibi yaptı:

“Bugün ‘Bir Kitap Okudum’ etkinliğinde gençlerle Cemil Meriç’in Bu Ülkesini konuştuk. ‘Kamus bir milletin hafızası’dır cümlesinden yola çıkarak yaptığım değerlendirme Cumhuriyet’e dönük değil kültür devrimi olarak yapılanlara dair bir tespittir. Buradan bir düşmanlık çıkaramazsınız.”

Maalesef yılda bir kitap bile okumayanlar, her sözlerine “Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla” diye başlayanlar, bu ülkenin kültürel hayatına yön vermeye çalışıyor.

Bu kesim, bütün güçlerini Cumhuriyet’in birikimlerini yıkmaya yönelttiklerini her fırsatta açıkça dile getirmeyi kendilerine görev sayıyorlar. Cumhurbaşkanlığı İletişim Daire Başkanı sıfatını taşıyan Fahrettin Altun bunu gizleme gereği bile duymadan ifade ediyor:

“Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek…”

“Hadi ona ne bakıyorsunuz. Bugün var yarın yok” diyenlere bir sözüm var. Mahir Ünal da, Fahrettin Altun da bu gücü bizzat Beştepe Sarayı’nda oturan şahıstan alıyor.

Çok mu muğlak ifadeler kullanıyorum. O zaman, Tayyip Erdoğan’ın 8 Aralık 2014’te “5. Din Şurası” adı altında yapılan toplantının kapanış konuşmasını izleyin:

Sıkıntı burada. Bu bizim şah damarlarımızın koparılmasıydı aslında. Bizim şah damarlarımız koparıldı. Her halde dünyada bunun benzerini Hülagu yapmıştır. Tüm Bağdat’ın yakılıp yıkılması neyse, bizim de on binlerce, yüz binlerce eserimizin yakılıp yıkılması ve bu eserlerimizden bir neslin uzaklaştırılması her halde sıradan bir olay değildir.”

Ekibi kitap okumadığı gibi Erdoğan da kitap okumuyor. Dahası okumadığını her fırsatta kendisi de söylüyor. 

Erdoğan bunu sadece devletin tepesine oturduktan sonra dillendirmedi. 8 Ağustos 2002’de daha seçimlere gitmeden katıldığı ATV’de Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı Özel programında da söyledi. Kırca, en son hangi kitabı okuduğunu sorduğunda, Erdoğan birkaç saniye durakladı ve söyleyecek doğru dürüst bir kitap adı bulamamış olmalı ki muhtemelen imam-hatip yıllarında okuduğu Necip Fazıl’ın Çile isimli şiir kitabını okuduğunu söyledi.

Şimdi Mahir Ünal’ın konuşmasına dönersek. Ünal, konuşmasında aslında iki farklı konudan söz ediyor. 

🔴 Harf Devrimi ve
🔴 Dildeki sadeleştirme çalışmaları.

TÜRK DİL VE ALFABESİNİN TARİHİ DEĞİŞİMİ

Gelin bugünkü tartışmalardan uzaklaşıp sizinle biraz tarih yolculuğuna çıkalım. “Varım” diyenler için başlıyoruz.

Bilindiği gibi dil ile yazı arasında sağlam bir bağ var. Türk dilinin geçmişini binlerce yıl geriye götürmeye çalışsanız bile yazılı belge her şeyi farklı kılar. Bu bakımdan Türkçe ilk yazılı belge, Köktürkler/Göktürkler (552-744) döneminde taşlara kazınan ve günümüze ulaşan tek belge, bugün Moğolistan sınırları içinde bulunan Orhun Anıtları’dır.

Türkler tarih boyunca farklı toplumlarla başta savaş olmak üzere pek çok şekillerde ilişki kurdu. Bunun sonucu olarak dinlerinin ve alfabelerinin zaman içinde değiştiğini görüyoruz.

Türkler, kendi yazılarını kullandıkları bu dönemde Şamanlık dinine mensuplardı. Bir başka Türk boyu olan Uygurlar, 744 yılında Ötüken’e girerek Göktürk devletine son verdi. Göktürk alfabesi, Yenisey ve Talas ırmakları bölgesinde X. yüzyıla kadar bir şekilde devam ettiyse de Uygurlar (744-840), bölgede kendi alfabelerini yaygınlaştırmaya başladılar. 

Göktürk alfabesinden günümüze bir tek Orhun Anıtları ulaşırken, Uygur alfabesiyle kaleme alınmış çok sayıda yazılı eser bulunmakta. Uygur alfabesi, Soğdca, Mani ve Brahmi alfabelerinden uyarlanarak kullanılan bir alfabe idi. 

Daha sonra ilk Müslüman Türk devleti olarak sahneye çıkan Karahanlılar (840-1212), Uygur alfabesini iki asra yakın bir süre kullanmayı sürdürdü. İslamla beraber, Arap alfabesi de Karahanlılar arasında hızla yaygınlaşıp zamanla tek alfabe halini aldı. 

Türkler, 11. yüzyılda Selçuklular döneminde Ön Asya’ya doğru ilerlemeye giriştiklerinde, yayıldıkları alan da büyümeye başladı. Anadolu’da yerleşik hayata geçip Selçuklu sarayı kurulduktan sonra Türkçe geri plana atılıp Arapça din ve bilim dili olarak kullanılır oldu. 

Sanat dili olarak giren Farsça, zamanla sanatın yanında devlet dili de olmaya başladı. 

KARAMANOĞLU MEHMET BEY’İN DİL İSYANI

Moğolların Selçuklu devletini dağıtmasından sonra kurulan beyliklerden olan Karamanoğulları’na İslamcı tarihçiler neler saydırır neler… Osmanlı’ya itaat etmediklerinden başlayıp başka ülkelerle ittifak kurduklarına kadar bir alay suçlama yöneltirler.

Eğer Karamanoğulları (1256-1474) olmasaydı, muhtemelen bugün Türkçe’nin adı ancak antik diller arasında yer alırdı. Türkçe’nin bilim dilinden, dinden, kültürden ve devlet dilinden uzaklaştırılmasına isyan eden Karamanoğlu Mehmet Bey (Beyliği 1260-1277 arasında yönetti) bir ferman yayınladı. 1277 tarihli ünlü fermanı şöyle idi:

“Şimdengeru, divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden gayri dil kullanılmaya… uymayanların boynu vurula….”

Saraydan, devletten, bilimden, sanattan uzaklaştırılan Türkçe elbette ortadan kalkmamıştı. Halk arasında yaygın şekilde kullanılan dil Türkçe idi. Birbirine yakın dönemlerde yaşayan Mevlana Mesnevisini Farsça, halkın arasında yaşayan Yunus Emre ise eserlerini duru Türkçe ile yazdı. 

1474’te Osmanlı hükümdarı II. Mehmet’in (Fatih), Karamanoğulları’na son vermesinin ardından başlayan dönemde Osmanlı’da yeniden Arapça ve Farsçanın yıldızı parlar oldu. Osmanlı devleti genişledikçe Arapça ve Farsça kelimeler Türkçeye daha çok girer oldu. 

1272-1333 yılları arasında yaşayan büyük şair ve mutasavvıf Aşık Paşa (1277-1333), Türkçe’nin ihmal edilmişliğinden, “Garibname” isimli eserinde şöyle yakınıyor:

“Türk diline kimsene bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akınaz idi
Türk dahı bilmez idi ol dilleri
İnce yolı ol ulu menzilleri
Bu Garibname anın geldi dile” (1)

  1. yüzyıla doğru zaman içinde “Osmanlıca” diye anılan bir dil oluştu. Türkçe, Anadolu’da halkın konuştuğu dil olarak kalırken Osmanlıca, devletin resmi dili ve aydınların kullandığı dil halini aldı. 

Bu dönemde Osmanlı aydınları Türkçenin kabalığından dolayı utandıklarını dile getirmeye başladı. XV. yüzyılın sonlarında II. Bayezid adına “Selatinname” adlı tarih kitabını kaleme alan Sarıca Kemal (ölümü: 1492), Türkçenin sertliğinden yakınarak bundan utandığını ifade eder: 

“Bu Türki dil be-gayet sert dildir.
Söz ehli işbu dilden key hacildir.”(2)

1727’de Osmanlı’da matbaanın kullanılmaya başlamasından sonra Türkçe yeniden önem kazanır oldu. Islahat çalışmaları çerçevesinde açılan okullarda dersler Türkçe olarak verildi. 

ARAP ALFABESİ VE OSMANLICA’DAN DUYULAN RAHATSIZLIK

  1. yüzyıl, Osmanlıca ve Arap alfabesinin tartışıldığı yüzyıl oldu. 1851’de eğitim kurumlarında okutulacak kitapların içeriği ve dilinin belirlenmesi amacıyla Encümen-i Daniş oluşturuldu. Ahmet Cevdet Paşa’ya tarih yazdırılması kararlaştırıldı. Tarih-i Cevdet bu görevlendirmenin eseri sayılabilir. 

Osmanlı aydınının, Arap alfabesinin Türkçe’yi karşılayamadığından şikayet etmesi ilk Münif Paşa (1830-1910) tarafından dillendirildi. Münif Paşa’nın 1862’de kurucusu olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de verdiği konferansta dile getirdiği hususlar şunlardı:

🗣 Hareke kullanılmadığı için bir kelime farklı şekillerde okunabiliyor.
🗣 Anlamları bilinmeyen pek çok kelimenin okunması imkansız oluyor.
🗣 Arapça-Farsça terkiplerin çokluğu okuma-yazmayı zorlaştırıyor.
🗣 Büyük harf olmadığı için özel isim diğerlerinden ayırt edilemiyor.
🗣 Öteki dillerde kitap basmak için 30-40 harfe ihtiyaç varken, bizim kullandığımız alfabede, harflerin farklı yerlerde farklı şekillerde yazılmasından dolayı yüzlerce işarete ihtiyaç var.
🗣 Bizde yazımızın öğrenip kullanmanın verdiği zorluktan dolayı halkın fikren terbiyesi imkansız hale geliyor. 

Bu konferansta Latin harflerinin kolay okunup yazıldığı gündeme getirildiyse de alfabenin değişimini talep eden olmadı. Bunun yerine kullanılan alfabenin kolay okunabilmesi için bir takım tavsiyeler üzerinde duruldu. 

Tanzimat döneminde dilde sadelik artık bir düşünce akımı haline dönüştü. Toplumun eğitilmesinin ancak sade bir dil kullanılarak yapılabileceğine inananlar seslerini yükseltti. 

Gazetelerin yayın hayatına başlamasıyla birlikte, daha geniş okuyucu kitlesine ulaşma hedeflendi. Türk gazeteciliğinin kurucusu kabul edilen Şinasi, Agah Efendi ile birlikte 1860’ta çıkardığı Tercüman-ı Ahval’in ilk sayısında buna dikkat çekti. Şinasi, halkın genelinin kolaylıkla anlayacağı bir dille makalelerin kaleme alınacağını duyurdu. (3) 

1864 yılında Azerbaycanlı ünlü edip-şair Ahunzade Feth Ali Bey, sunduğu bir raporda Arap alfabesinin kullanılmasının dini bir zorunluluk olmadığını ve yeni bir alfabenin kullanılmasının düşünülebileceğine yer verdi. (4)

Daha sonraları Namık Kemal, 11 Mart 1886 tarihinde Tasvir-i Efkar’da “Lisan-ı Osmaninin edebiyatı hakkında” başlıklı makalesinde, edebiyatçıların yazdığını söylemekten, söylediğini yazmaktan utandığına vurgu yaptı. Halkın kullandığı dilin yaygınlaştırılması gerektiğine dikkat çekti. Ancak Namık Kemal, sürmekte olan alfabe değişimi tartışmalarına şiddetle karşı çıktı. 

Sonraki dönemlerde Ali Suavi, Ahmed Midhat Efendi, Ziya Paşa, sonraları Şemseddin Sami gibi isimler Türk dilinin sadeleştirilmesi yolunda çaba harcayan öncüler oldu. 

  1. Abdülhamid de Latin alfabesine geçme yolunda girişimde bulunduğunu kendi hatıratında yer veriyor. Katibi Ali Vehbi Bey’e yazdırdığı hatıralarında anlatıyor.  İlber Ortaylı’ya göre, padişahın bu düşüncesi, şeyhülislama takılıyor. (5)
  2. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden sonra dil ve edebiyatta sadeleştirme ve alfabe değişimi üzerine yürütülen çalışmalar, toplumda yayılmaya başladı. Maarif Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) bünyesinde komisyonlar oluşturulunca bir kısım aydın da Islah-ı Huruf Cemiyeti’ni kurdu. 

Sadeleşmeyi savunan aydınlar iki ayrı grupta yer aldı. Bir kısmı Arap harfleri kullanılarak daha kolay bir yazıya geçilmesini savunurken, bir kısmı da medeni dünyanın kullandığı Latin alfabesine geçilmesinde ısrarlıydı. 

İmparatorluk bünyesinde yer alan Arnavutlar, 1910’da Sadaret’e (Başbakanlık) başvurarak günlük yazışmalarında ve eğitimde Latin Alfabesi kullanmaya başladı. Arnavutların bu adımı, İstanbul’daki tartışmaları alenileştirdi. 

Hüseyin Cahit, Abdullah Cevdet, Celal Nuri İleri, Kılıçzade Hakkı, Ziya Gökalp gibi yazarlar, Latin harflerine geçişi sağlamak için büyük çaba harcadı.

Musullu Dr. Davud Bey, Meclis-i Mebusan’a Latin harflerinin kabulü yönünde bir teklif sundu. (Musullu Davut, Islah-ı Hurufa Dair Meclis-i Mebusana Layiha, İstanbul 1326)

Enver Paşa, 1913’te Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) olunca, askeriyede yazı reformuna gitti. “Ordu Elifbası”, ya da “Hatt-ı Cedid” adı verilen yazı sisteminde Arap alfabesi kullanılarak her harf ayrı yazılmaya başlandı. Ancak bir yıl sonra başlayacak olan Harb-i Umumi (Dünya Savaşı) bu çalışmaları akim bırakacaktı. 

1928’E DAMDAN DÜŞER GİBİ GELİNMEDİ

Osmanlı, önce 1911’de patlak veren Trablusgarp (Libya) savaşı, ardından 1912-1913 Balkan Savaşları’nı yaşadı. Anadolu halkı buralara asker yetiştirmeye çalışırken bu kez 1914’te Birinci Dünya Savaşı belasına tutuldu. 

Anadolu’nun işgalinin ardından da 1919’dan itibaren adım adım Kurtuluş Savaşı’na hazırlık yapıldı. Bu dönemde insanlar bırakın okula gitmeyi, evini bile göremez hale geldi. 

Kurtuluş Savaşı sonrasında toplum yoksul olduğu gibi okuma yazma bilmeden de çok uzaktı. 1927’de okur-yazarlık oranı yürek parçalayan istatistikleri yansıtıyordu. 

Toplumda eğitimin dibe vurduğu bir noktada, Kurtuluş Savaşı’nın başkomutanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1928’de geçmişteki tartışmalardan hareketle ileri bir adım attı. 70 yılı aşkın süren tartışmalardan sonra Latin alfabesini kullanma yolunu seçti.

Bin yıllık tarih boyunca kullanılan alfabe geride bırakılmıştı ama bu tarihten itibaren Türkiye’de okuryazarlık oranında hızlı bir artış kaydedildi. Arap alfabesiyle yazılan yüzbinlerce kitap okunmaz hale geldi deniyor. Bu tez yanlış değil. 

Peki, her şehirde ve neredeyse pek çok ilçede bulunan Latin alfabesiyle yazılmış milyonlarca kitabın bulunduğu kütüphanelere giden insan sayısı ne kadar dersiniz?

Dilin sadeleştirilme tartışması ayrı bir boyut. Öz Türkçe adı altında bir dizi aşırılıklara gidildi. Nitekim, sonraları bu konuda frene basıldı. Dil kendi yolunu bulup devam eder gider.

Dününü bilmeyenler ise tartışmaların bir yerinden tutup kendi cehaletlerini sergilemek adına köktenci savunma ve karşı çıkışlara geçerler. Mahir Ünal’ın sözleri ve ona tavır koyanlara bakarsanız dünü bilmenin önemini daha iyi anlarsınız. 

———————

  1. Saadet Çağatay, Türk Lehçeleri Ömekleri: VIII. Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla Kadar Türk Dili. 2. baskı, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları: 62, Dili ve Edebiyatı Enstitüsü: 9 (Ankara, 1963), 27 1.)
  2. M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları 1, 3. baskı, Ötüken Yayınları: 186, Kültür Serisi: 52 (Ankara, 1989), 277
  3. (Mukaddime, Tercüman-ı Ahval. nr. 9, Teşrinievvel 1277/1860.)
  4. Tansel. F. Abdullah “Arap Harflerinin Islahı ve Değiştirilmesi Hakkında İlk Teşebbüsler (1862-1864)” Belgelerle Türk Tarih Dergisi, Dün-Bugün Yarın, İstanbul – 1985. s. 16.
  5. Ali Vehbi Bey, Sultan Abdülhamid Siyasi Hatıralarım, Dergay Yayınları, ISBN:975-7032-00-X

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇


Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version