Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kurumsal dini yapılar özelinde hakikat tekelciliği

Kurumsal dini yapılar özelinde hakikat tekelciliği


YORUM | AHMET KURUCAN

(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 30)

Kaldığım yerden devam ediyorum. İslam ve hakikat tekelciliği denilince bu işin uzmanlarının aklına gelen ilk şey itikadi, siyasi ve fıkhi görüş farklılıklarıdır. Kur’an’ın nüzul süreci tamamlanıp Allah Resulünün ahirete irtihalinden sonra başlayan yorum faaliyetleri ve hayatın tabii seyrine uygun olarak karşımıza çıkan farklılıklar önceleri zenginlik kabul edilir, saygıyla karşılanır, fikir özgürlüğünün göstergesi sayılırken ilerleyen zamanlarda hilafların, iftirakların, gruplaşmaların, düşmanlıkların ve zaman zaman savaşa kadar uzayan kavgaların sebebi olmuştur.

Dikkat ederseniz ihtilaf kelimesini hiç kullanmadım. Hilaf dedim ama ihtilaf demedim. Çünkü ihtilaf kavramının bizim Türkçe’de kullandığımız anlamıyla Arapça orjinalindeki anlamı farklı. Bizim kullandığımız anlam ayrılık, çatışma, fitne vs. Bunlar ihtilaf manasının özünde yok ama o ihtilafın sebebiyet vermiş olduğu sonuçlar olabilir. İşte biz bu sonuçları kavramın asli manası haline getirmişiz ve öyle kullanıyoruz.

Hemen herkesin diline pelesenk olmuş bir hadisten hareketle misal vereyim: “Ümmetimin ihtilafı rahmettir.” Şimdi düşünen bir insan şunu sormalı değil mi, “Madem Efendimizin beyanı ile ümmetin ihtilafı rahmettir, öyleyse biz neden ihtilaftan bu kadar korkuyoruz? O ihtilafa bu kadar menfi bir anlam yüklüyoruz?” Evet bir insan bu çelişkiyi görünce “Ya biz ihtilafa farklı mana veriyoruz ya da benim anlamadığım bir şey var bu işte” demeli.

Açıkça ifade edeyim, asıl korkulması gereken düşünce farklılığına vurgu yapan ihtilaf değil, iftiraktır, gruplaşmadır, çatışmadır, kavgadır, savaştır. Zira insanlar ne düşüncede ne de eylemde torna tesviye makinasında çıkmış tek kalıp ve tek tip bir eşya değildir ve olamaz. Dolayısıyla ister düşüncede ister o düşüncelerin hayata intikalinde elbette birbirinden farklı görüşler, yorumlar, uygulamalar olacaktır ve gerçek anlamda rahmet olan ihtilaf da budur. Zenginliktir, çeşitliktir, ahenktir, uyumdur, birbirimizin eksikliklerini tamamlamaktır, takım oluşturmak ve birlikte çalışmaktır.

Başka bir değerlendirme yazısının konusu olabilecek bu önemli hususu bir kenara bırakıp kaldığımız yerden devam edelim. İslam düşünce tarihinin erken dönemlerine baktığımız zaman ister Hicaz coğrafyasında çok yavaş bir seyir izlemiş olsa da sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, askeri, demografik arka plan şartlarının değişmesi ister fetihler vesilesi ile gerçekleşen başka kültürlerin hakim olduğu coğrafyalara açılma, İslamlaşma ve iskan politikaları ister ulemanın düşünce üretiminde takip ettiği usul/metodoloji isterse siyasi yapıyı ellerinde bulunan kişilerin zihniyet ve politikaları sonucu itikadi, siyasi ve fıkhi/hukuki görüş ayrılıkları oluştu. Müslümanların dini duyarlılıkları ve heyecanı, İslam’ın son din oluşu ve insanlığa vermiş olduğu mesajların evrensel ve tarih üstü keyfiyeti bu farklılıkları tabii kılan bir unsurdu. Nitekim ilk beş asırda gerçekleşen ilmi faaliyetler bugün bile Müslüman olan olmayan herkesi şaşırtmaktadır. 

Gerçekten söz konusu dönem içinde üretilen beşeri düşüncelerin çokluğu karşısında şaşırmamak elde değildir. Bundan daha öte şaşırılacak ikinci unsur ise söz konusu ilmi ortamdaki engin hoşgörü ve kabuldür. Bırakın farklı düşünce ekollerini aynı ekole ve aynı usule bağlı hatta hoca talebe münasebeti yaşayan insanlar arasında bile aynı mesele üzerinde siyah-beyaz ölçüsünde birbirine zıt görüşlere ulaşanlar olmuş ve bunlar nazarı müsamaha ile karşılanmıştır. Bu dönemi tavsif eden en enfes söz bana göre şudur ki bu aynı zamanda içtihadın da en kapsamlı tarifidir: “Benim görüşüm yanlış olma ihtimali olan doğrudur, senin görüşün doğru olma ihtimali olan yanlıştır.”

İşte ihtilaf kavramının bu anlayış üzerine oturduğu zeminde zorlama  olmaz, baskı olmaz, çatışma olmaz, “Benim görüşüm Allah’ın beyanı gibi mutlak doğru, buna muhalif görüşlerin hepsi toptan yanlıştır, yegane ve tek hakikat budur” denilmez ve hakikat tekelciliği içine girilmez. Ama ne çare ki ve ne yazık ki İslam toplumları ne ilim adamları seviyesinde ne de halk seviyesinde bu anlayışı devam ettirebilmiştir. İslam’ın zuhurundan yaklaşık 1450 yıl sonra yaşayan bizler de maalesef İslam toplumlarında yaygınlık kazanan ve adeta gelenek haline gelen bu mirası devralmış ve onu devam ettiriyoruz. Bunun için uzağa değil, tarihin geri kalmış zaman dilimlerine de değil bugünümüze, yakınımıza hatta aynaya bakmamız kafi. Karşımıza çıkan manzara hakikat tekelciliğidir ve işte bu tekelcilik zihniyeti ve uygulamaları benim müşahade alanıma giren çerçevede bazı gençlerimizin hem ailesine, hem ailesinin aidiyet duyduğu sosyo-kültürel-dini yapıya hem de dine karşı mesafe koymasının nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bu önemli konuya örneklerle devam edeceğim…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version