Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

29 Ekim’lerde ne kutlanıyor? 

29 Ekim’lerde ne kutlanıyor? 


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Rejim analizi, siyaset biliminin en önemli araştırma alanlarından biri. Türkiye’de Türkiye Cumhuriyeti’nin rejimine ilişkin kafalar oldukça karışık. Oysa konu son derece teknik, bir o kadar da basit. 

Rejim analizinde öncelikle cumhuriyet ve monarşi arasındaki ayrımı ele almak gerekiyor. 

Monarşide devletin başında bir monark (imparator, kral, padişah, sultan, emir, vs.) bulunur. Monark, egemendir, yani en üst güçtür, en yüksek otoritedir. Monarşiler ikiye ayrılıyor. Mutlak monarşiler ve meşruti ya da anayasal monarşiler. Mutlak monarşilerde monark ya da egemen yasalara bağımlı değildir, yasaların üzerindedir. Hatta yasa yapıcıdır. Gücü sınırlandırılmamıştır. Meşruti ya da anayasal monarşilerde monarkın ya da egemenin gücü/iktidarı yasalarla sınırlandırılmıştır. Diğer bir ifadeyle monarklar anayasal monarşilerde eşit vatandaştır ve yasalara/hukuka tabidir. Gücü sınırlandırılmış iktidar ve eşit vatandaşlık ilkesi, liberal demokratik rejimlerin temelini oluşturur. Mutlak monarşilerden anayasal monarşilere evrilen siyasal sistemler zorunlu olarak demokratikleşirler. Genellikle bu demokratikleşme bir geçiş sürecinde gerçekleşir. Monarkın mutlak egemenliği giderek sembolik bir egemenlik temsiline dönüşür. Yönetsel yetkileri azalır, minimal düzeye çekilir. Yasa yapma yetkisi elinden alınır ve halk temsilcilerinden oluşan bir parlamentoya geçer. Parlamento, kendi içerisinden seçtiği bir başbakan ve onun belirlediği bir kabine (bakanlar kurulu) eliyle siyasi karar alıcı olur ve devleti yönetir. Diğer bir ifadeyle, monarkın yürütme gücü elinden alınarak parlamento üzerinden başbakan ve bakanlardan oluşan kabineye verilir. Böylece monarkın yasa yapma yetkisi parlamentoda (yasama organında), devleti yönetme yetkisi de bakanlar kurulunda (yürütme organında) olur. Üçüncü erk olan yargı (bağımsız mahkemeler), bu saydığım diğer iki erkten bağımsız (yani özerk veya otonom) olarak görevini ifa eder. Yürütme ve yasama, mahkemelerin işine karışamaz. Yasama yasaları değiştirerek veya yeni yasa çıkartarak dolaylı olarak yargının görev çerçevesini etkiler. Fakat ona doğrudan müdahil olamaz. Mutlak monarşiden meşruti (anayasal) monarşiye geçiş, bu saydığım güçler ayrılığından dolayı ister istemez hukuk devletine doğru bir yönelimi zorunlu kılar. Bunun başarılamadığı monarşiler, mutlak monarşi olmaya devam eder. Anayasal ve mutlak monarşi ayrımı bu nedenle oldukça nettir. 

Cumhuriyet rejimi, bir diğer rejim alternatifidir. Cumhuriyet rejiminde egemenlik yetkisi monarktan alınarak halka verilir. Fakat halk soyut bir kavramdır. Uygulamada egemenliğin halka verilmesi, halk adına egemenlik yetkisini kullanacak bir azınlığa bu yetkinin devrinden başka bir şey değildir. Cumhuriyetlerde egemenlik devri, monarşinin ortadan kaldırılmasıyla olur. Egemenlik devrinden sonra, kabaca iki temel yönelim olabilir. 1- Cumhuriyetin hukuk devleti ve demokrasi olması, 2- cumhuriyetin otokrasi-diktatoryal bir rejim olması. Bu temel karar, cumhuriyetin ilanından hemen sonra açıkça gözlemlenerek tespit edilebilir. Diğer bir ifadeyle, cumhuriyetler demokratik hukuk devleti de olabilirler, despotik otoriter rejimler de. Rejimin hangi yöne eğilim göstereceği, rejimin cumhuriyet olmasıyla alakalı bir durum değildir. Dahası, cumhuriyetlerle rejimin demokratikliği/hukuk devleti olup olmadığı arasında korelasyon olmamasından dolayı, cumhuriyetler dönüşebilir. Yani bir cumhuriyet demokratik hukuk devleti olarak inşa edildikten sonra otoriterleşebilir, ya da otoriter bir diktatörlük olarak inşa edilen cumhuriyetler demokratikleşebilirler. Bu ihtimallere karşın, genelde rejim mimarisinin kuruluşun ardından kurumsallaşmasını izleyen süreçte dönüşümler zor olur. Temeller nasıl atıldıysa, uzun süre cumhuriyetler dönüşmeden aynı formu korumaya eğilimlidir. Bir üçüncü olasılık olarak, kırılma da gerçekleşebilir. Şöyle ki; örneğin diktatoryal otoriter bir cumhuriyet bir devrimle son bulur ve demokratik hukuk devleti prensibine dayalı ikinci bir cumhuriyet kurulur. Tarihte bu tür olayları sıklıkla gözlemleyebiliyoruz. Çoğunlukla yeni anayasaların kabulü ve kurumsallaşmanın yeni anayasal devlet mimarisine göre gerçekleşmesi, cumhuriyetleri demokratikleştirebiliyor. 

Özetleyecek olursak, meşruti/anayasal monarşilerde egemenlik yetkilerinden arındırılmış monark ve onun egemenlik yetkileriyle donatılmış erkler (yasama, yürütme ve yargı), rejim meşruti/anayasal olma özelliğini koruduğu sürece hukuk devleti olmak zorundadır. Oysa aynı zorunluluk cumhuriyetler için bulunmuyor. Anayasal monarşiler demokratik hukuk devletidir. Eğer demokratik hukuk devleti ortadan kalkarsa ve monark bir yolla yetkilerini geri alabilirse, bu tür bir devletin anayasal monarşi olma özelliği de ortadan kalkar. Cumhuriyetler ise demokratik hukuk devleti olup olmamaktan bağımsız olarak, cumhuriyettirler. Bir diğer ifadeyle, cumhuriyet olmak için ille de demokratik hukuk devleti olmak gerekmiyor. 

Cumhuriyetlerin demokratik hukuk devleti olabilmeleri, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden ayrılmasına (güçler ayrılığı ilkesinin hayata geçirilmesine) bağlıdır. Bu bakımdan cumhuriyetler, monarşilerin meşruti/anayasal monarşi olup demokratik hukuk devletine dönüşmeleri koşuluyla aynı koşula sahiptirler. Ancak dediğim gibi, bir cumhuriyetin demokratik hukuk devleti olup olmaması, onun cumhuriyet olmasından kaynaklanan bir özellik değildir. Dünyada birçok demokratik hukuk devleti olan cumhuriyet olduğu gibi, totaliter, otoriter veya yarı otoriter de birçok cumhuriyet bulunuyor. Hatta kimi cumhuriyet teokrasiyle yönetiliyor. Cumhuriyet olmakla demokratik hukuk devleti olmak arasında bir belirlenimci ilişki yoktur. Diğer bir ifadeyle, cumhuriyet rejimi otomatikman demokratik hukuk devletini getirmez. Dahası, bir cumhuriyet kurulurken, onun devlet mimarisi, anayasası tarafından belirlenir ve bu mimari her zaman beraberinde demokrasi ve hukuk getirmek zorunda değildir. Kuzey Kore, Rusya Federasyonu, Çin, İran gibi ülkeler cumhuriyettirler. Bunların demokratik hukuk devletleri olmadığı sanırım herkesin malumudur. ABD, Almanya, Fransa da cumhuriyettirler. Fakat demokratik hukuk devleti olan bu örnekler, yönetim biçimleri bakımından ilk saydığım devletlerle taban tabana zıttır.  

Türkiye devleti önümüzdeki yıl asırlık bir cumhuriyet olacak. Her cumhuriyet bayramında cumhuriyetin iyiliği, güzelliği, faziletleri, olumlu yanları, ilericiliği vs. sayılıyor, anılıyor, övülüyor. Oysa yukarıda yapılan çözümlemelerden kolaylıkla anlaşılacağı üzere, eğer kutlanacak bir şey(ler) varsa bunlar Türkiye’nin cumhuriyet olmasından kaynaklanmıyor. Ya da eleştirilecek bir şeylere varsa, bunlar da cumhuriyet olmak yüzünden değildir. Tekrar etmek gerekirse, Türkiye’nin iyi ve kötü özellikleri, cumhuriyet olup olmamasıyla alakalı değil. Peki, neyle alakalı? 

Türkiye de, diğer devletler de, birçok kıstasa göre değerlendirilebilir. Örneğin yukarıda saydığım iyi ölçüt (hukuk devleti ve demokrasi olmak) iyi bir kıstastır. Bunlarla bağlantılı olarak, örneğin gücü sınırlandırılmış iktidar, eşit vatandaşlık, insan haklarına riayet, azınlık haklarının temini, temel bireysel hakların ve özgürlüklerin anayasal güvence altında ve uygulanabiliyor olması, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerinin devlet mimarisine eklemlenmiş olması, kötü muamelenin ve işkencenin yasadışı oluşu ve fiilen de uygulanmaması, mahkemelerinin bağımsız olup olmaması gibi birçok kriter, yukarıda sorulan sorunun yanıtıdır. Türkiye’nin iyi ve kötü özellikleri, bu standartlar bazında değerlendirilebilir. Yoksa 99 yıl önce monarşinin ortadan kaldırılıp yerine cumhuriyetin ilan edilmesi hiçbir anlam ifade etmez. 

Şimdi şunu sormak gerekiyor: 1923 yılında kurulan cumhuriyet nasıl bir devletti? Öncelikle, kurulan cumhuriyet, mutlak monarşiyi yıkmadı, meşruti/anayasal bir monarşiyi yıktı. Türkiye resmi tarihinde yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’nun mutlak bir monarşi olmadığı “ayrıntısı” nedense atlanıyor. Oysa bu önemli bir ayrıntıdır. Osmanlı Devleti’nin Meclis-i Mebusan’ı kendini lağvedince, vekiller Anadolu’ya geçti ve TBMM kuruldu. Yine de Kurtuluş Savaşı’nın lideri ve yakın çalışma arkadaşları cumhuriyet kurmayı tercih edebilirlerdi, öyle de yaptılar. Fakat kurulan cumhuriyet ne tür bir cumhuriyet olmayı seçti? Yeni devletin mimarisi nasıldı? 

Türkiye Cumhuriyeti tek lider ve tek parti iktidarı olarak inşa oldu. Bu yapı, 1923-1938 ve 1938-1946 arası hukuken ve fiilen, 1946-1950 arasıysa fiilen devam etti. Kısacası 27 senelik bir diktatörlük dönemi yaşandı. Bu süre içerisinde çok partili bir politik sistem olmadı. Seçimler demokratik değildi. Siyasi kararlar ve bürokrasi şeffaflıktan uzaktı, hesap verebilir ve denetime açık değildi. Bu dönemde parlamento ile liderlik arasında bir dengeden söz etmek imkânsızdır. Dahası yargı bağımsızlığı yoktu. Olağanüstü yargı yöntemleri çok sıklıkla siyasi karar alıcıların siyasal emellerine alet edildi. İnsan hakları standartları bakımından çok ciddi sistematik sorunlar söz konusuydu. Örneğin Dersim Katliamı gibi birçok toplu infaz bu dönemin ana karakteristiğini anlamamıza olanak veriyor. 

Bu devlet, çok partili hayata geçtikten sonra da bir “veto rejimine” dönüştü, askeri-bürokratik vesayet sistemi olarak evrildi. Kolektif hedefler bahane edilerek bireyi (vatandaşı) ezen, onun haklarını keyfi olarak (anayasasına, yasalara ve yönetmeliklere uygun olup olmadığına bakmaksızın) ihlal eden, hukuk dışılığı normalleştiren bir rejim olageldi. Bir önceki yazımda bu rejimin yaptıklarına bazı örnekler vermiştim. Özetle, cumhuriyet demokratik bir hukuk devleti olmadı. Olmaya çalıştığı dönemlerde de kritik eşik hiç aşılamadı. En iyi noktada, 2000-2010 yılları arası on yıl, AB reformları için, bazı ilerlemeler kat edildi. Fakat kurumsallaşma gerçekleşmedi. Cumhuriyet diktatoryal otoriter sistemini demokratik hukuk devletine dönüştüremedi. 

Bugün Türkiye, ABD, Almanya, Fransa Cumhuriyetleri gibi bir demokratik hukuk devleti değildir. Kuzey Kore, İran, Rusya gibi otoriter/yarı otoriter bir cumhuriyettir. Korkunç insan hakları ihlalleriyle, hapishanelerinde seçilmiş siyasetçileri, gazetecileri, aydınlarıyla, toplu takibatlar ve cadı avlarıyla, temel hak ve özgürlüklerin tırpanlanmasıyla, hukukun yürütmeye bağımlı olmasıyla, yolsuzluklarla ön plana çıkan, dünyadaki en az özgür ülkelerden biridir. 

Cumhuriyetiniz bu! 

O halde sormayalım mı “29 Ekim’lerde ne kutlanıyor” diye?

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version