YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 23)
Son yazımda paradigmal krizi oluşturan sorunları ferdi olarak çözülebilecek ve uzun zamana vabeste İslam dünyasının çoğunluğunun katkısını alarak çözülebilecek sorunlar diye ikiye ayırmıştım malum. Bu yazımda ilkini açmak istiyorum. Yazının başlığı işte bu iki düşünceyi ifade etmektedir.
Soru şu; ben bir fert olarak paradigmal kriz diye sıraladığım ve yeryüzündeki direkt olarak bütün Müslümanları dolaylı olarak da bütün insanları alakadar eden hangi sorunu çözebilirim? Serinin ilerleyen yazılarında müstakil olarak ele alacağım konulardan biri üzerinden örneklendireceğim bu hususu; deizm, agnostisizm, ateizm ve nihilizm. Siz ‘Ne ilgisi var?” demeden ben hemen cevabımı vereyim; son iki yazıda tekrara girmek pahasına diyerek uzun uzadıya bir liste halinde verdiğim sorunların hepsi de bir şekilde Allah-kainat-insan inancına, tasavvuruna veya kabulüne dayanmaktadır.
Mesela teodise diye adlandırılan şer ya da kötülük problemi dediğimiz olgunun altında sağlam temeller üzerine oturmayan Allah-kainat ve insan tasavvuru yatmaktadır. Veya kurumsal din ve onun çözüm üretmekte zorlandığı, neticede de özellikle gençlerimiz başta olmak üzere Müslümanların din ile arasına mesafe koymasına vesile olan yorumlar/hükümler/içtihatlar yine aynı nedene uzanmaktadır.
Bakın yaşadığımız dünyaya; gelir dağılımındaki adaletsizlikten mi konuşuyoruz, bu adaletsizliğe sebebiyet veren devletler, hükümetler, sistemler dini değer, dini hüküm ve dindarların tarihi tecrübelerini işlerine geldiği şekilde kullanmakta ve suistimal etmektedirler. Bu adaletsizliğe maruz kalan kitlelerden mi söz ediyoruz, onlar da aynı şekilde ister protest tavırları ister muhalif beyanları ister alternatif çözüm yolları isterse mevcudu olduğu gibi kabullenmede aynı şekilde dini değerleri, hükümleri ve tarihi tecrübeleri kullanıyor.
Bunun zihinlerde hala canlılığını koruyan en son örneğini bağlamından kopuk bir şekilde Diyanet’in dile getirdiği “Fiyatları belirleyen Allah’tır” açıklamasında gördük. Utanmasalar “Zamları yapan Allah’tır; Hayat pahalılığını irade eden Allah’tır.” diyecekler. İyi ama söz konusu pahalılıktan düçâr olan ve her geçen gün fakirleşen kitle de bunu kader olarak kabulleniyor, ardından “Fakir müminler zengin müminlerden kırk yıl önce cennete girecekler” gibi beyanlarla bu fakirliği içselleştirmeye çalışıyorlar.
Halbuki her iki kesimin de bakış açısı yanlış ve bu yanlışın temelinde Allah-kainat-insan ilişkisinin sağlam bir temel üzerine kurulamaması yatmakta. Bu da ister istemez yukarıda bir cümle ile işaret ettiğim İslami inançtan kopukluğu beraberinde getirmekte.
“Ne bekliyorsunuz?” dediğinizi duyar gibiyim. İman, akide, inanç sahih bir temel üzerine oturtulmaz, ameller de bunun üzerine bina edilmezse başka başka türlü bir sonuç elde etmek mümkün mü? Evet, aynen katılıyorum ve ben de zaten bunu demeye çalışıyorum.
Diyorum ki, bir fert olarak Müslüman kendisine din adına öğretilen, dayatılan, teklifi yapılan, uygulanan her şeyi ama her şeyi zamanı geldiğinde yapacağı çapraz okumalar, doğru rehberler, tutarlı bir metodoloji eşliğinde gözden geçirebilir, şahsi iman ve amel binasını benim çok sık tekrar ettiğim rasyonel teoloji temelleri üzerine inşa edebilir. Böylece Kur’an’ın yerine göre tavsiye, emir ya da kınama formunda dile getirdiği aklı kullanma ameliyesini yerine getirerek akıl, idrak, şuur ve sorumluluk sahibi insan olmanın hakkını vermiş olur. “Uydum kalabalığa” deyip selin önünde şuursuzca yuvarlanan bir kütük ya da rüzgarın önünde savrulan yaprak olmaktan kurtulur.
Deizme, agnostisizme, ateizme ve nihilizm’e yönelmekten kurtulmak bu kadar basit mi? Tek bir neden yani Allah, insan ve kainat üçgeni arasındaki ilişkiyi sağlam kuramamak mı var bunun altında diyebilirsiniz. Elbette hayır. Sair nedenler de var. Zaten bunun için diyorum paradigmal kriz diye. Ama şunu unutmamalı, iman bireysel bir eylemdir. İmanı ister Allah’ın insanın kalbinde yakmış olduğu bir meş’ale olarak kabul edin, isterse rasyonel aklı çalıştırarak insanın kendi çabaları ile ulaştığı sonuç olarak görün, netice değişmez; iman bireyseldir. İşte bu imanı elde eden birey çevresinde ne olursa olsun bireysel iradesini kullanarak imanından geri adım atmayabilir. Peygamberlerin hayatlarına bakın. Peygamberimizin hayatına bakın. Aynı şeyi görmüyor muyuz? Onlar çevrelerinde bulunan ve kendilerini imansızlığa, ahlaksızlığa, statükoyu devama çağıran her şeye karşı isyan bayrağını açmış ve tek başlarına bile kalsalar hayır dememişler midir? Peygamber Efendimizin imanından vazgeçmesi, söylemlerini bırakması karşısında kavminin kendisine yaptığı bütün dünyevi teklifleri reddetmesinin altında ne vardır?
“Peygamberler vazifeli insanlar, bizleri onlarla mukayese edemezsin.” diye aklınıza geldiyse, İslam tarihi boyunca sahabeden başlayıp sizin, bizim gibi etten kemikten olan nice insanların aynı türden karşı koyuşlarına bakın o zaman. Bunun yüzlerce, binlerce örneğini bilmiyor muyuz? Nasıl oluyor bu? Hangi şartlar altında olursa olsun işte o sahip olduğu imanını ferdi iradesiyle koruma düşüncesiyle, azmiyle, gayretiyle oluyor. Şu ayet sonuç olarak söylemeye çalıştığımız bu düşüncelere adeta mührünü vuruyor: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz doğru yolda olduğunuz müddetçe doğru yolda sapanlar size zarar veremez.” (5/105)
Hocaefendinin değerlendirmeleri içinde bugün İslam dünyasının en büyük problemlerinden biri iman problemidir. İman derken kasdı hiç şüphesiz tahkiki imandır. İnsana Hz. Peygamberin arkasında yerini aldıracak, onu iyi, güzel, faydalı davranışlara sürükleyecek iman. Çevresindeki insanlara “Hz. Peygamber döneminde yaşasaydı sahabenin önde gelenlerinden biri olurdu” dedirtecek iman. Ben öyle inanıyorum ki imanı bu bağlamda kabullenen bir Müslüman çevresindeki bütün olumsuzluklara, İslam dünyasında paradigmal krizi oluşturan bütün sorunlara rağmen şahsi düzlemde o imanını koruyabilir. Bunun için açlık sorunun çözülmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin bitmesi, totaliter ve otoriter idarelerin son bulmasını beklemeye gerek yok.
Kaldı ki bundan sonraki yazım da bunun üzerine olacak. O yazıda “Müslüman bir fert olarak ben bu sorunları tek başıma çözemem, hatta bunların çözülmesi benim tabii ömrüm içine de sığmaz ama çözümün nasıl bir parçası olabilirim, nasıl bir katkı sağlayabilirim?” sorusunun cevabını arayacağız.
Devam edecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***