Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Osmanlı tahtına varis olmak 

Osmanlı tahtına varis olmak 


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth’in doksan altı yaşında ölümü sonrasında oğlu Charles, yetmiş üç yaşında III. Charles olarak İngiltere krallık tacını giyecek. Charles bu yönüyle İngiliz tahtının veliaht olarak en uzun süre tahta çıkmayı bekleyen prensi ve en yaşlı tahta çıkan kralı oldu.  

Osmanlı Devleti’nde de tahta çıkacak şehzadeler babalarının ölümüyle bazen çok genç bazen de ileri yaşlarda hükümdar olabildiler. Ayrıca şehzadeler Klasik Dönem’de taht kavgalarına karışırlarken 17. Yüzyıldan itibaren sarayın “kafes” denilen bölümünde tahta çıkma sırasının kendilerine gelmelerini beklediler. 

SANCAKTAN KAFESE

Osmanlılarda padişahın erkek çocuklarına başlangıçta “Çelebi” denilmiş, sonraları da “şehzade” ifadesi tercih edilmiş ve devletin yıkılışına kadar bu şekilde devam etmiştir.

 Şehzadelerin doğumları sarayda büyük bir sevinç meydana getirir, eğer ilk erkek çocuksa günler süren şenlikler yapılırdı. Padişahın erkek çocuğu yoksa hanedanın kesintiye uğrayacağı endişesiyle büyük bir telaş ortaya çıkardı. Nitekim İbrahim, I. Mahmut ve III. Osman dönemlerinde böyle bir durum yaşanmıştı.

Osmanlı klasik döneminde şehzadeler sancak beyi olarak tayin edilerek tahta çıkmadan önce tecrübe kazanmaları sağlanırdı. “Sancağa çıkma” denilen bu uygulama başlangıçta Anadolu ve Rumeli’de yapılırken I. Murat’ın oğlu Savcı’nın isyanından sonra bir daha Rumeli’de görevlendirme olmamıştır. 

Tercih edilen yerler genelde Amasya, Kütahya, Manisa, Konya, Trabzon gibi kültürel, ticari ve tarihi merkezlerdi. Ancak şehzadelerin gidecekleri sancağı belirleme imkanları yoktu. Padişah öldüğünde şehzadelere haber gönderilir ve şehzade görev yerinden maiyetiyle beraber İstanbul’a gelerek tahta otururdu

İlk dönemlerde şehzadelerin evlilikleri siyasi bir nitelik taşımakta ve Rumeli’de bulunan Hıristiyan hanedan ailelerinin ya da Anadolu beylerinin kızlarıyla evlendirilmekteydiler. Sonraki dönemlerde ise haremdeki cariyeler tercih edilmiştir.

Klasik dönem (1300-1600) şehzadeleri deyim yerindeyse “attan inmeyen” şehzadelerdi. Bu şehzadeler babalarıyla birlikte savaşlara katılarak ordunun sağ veya sol kanadına kumanda ederlerdi. 

Osmanlı Devleti’nde “ülke hanedan üyelerinin ortak malıdır” prensibi, daha ilk dönemde tahta çıkmak için rekabet ve mücadeleleri başlattı. Ertuğrul Gazi’den sonra bey olan Osman Gazi amcası Dündar Bey’i öldürdü. I. Murat da kardeşleri Halil ve İbrahim beyleri öldürtmüş, kardeşi Savcı Bey’in gözlerine mil çektirmişti. 

Sonraki dönemlerde de tahta çıkmak hiç kolay olmadı. Yıldırım Bayezid, Kosova Meydan Muharebesi sonrasında babasının yerine tahta çıkarken kardeşi Yakup’u boğdurmuş, Ankara Savaşı’ndaki mağlubiyet sonrasında da dört oğlu büyük bir mücadeleye girişmişler ve sonunda Çelebi Mehmet hükümdar olmuştu. 

II. Murat vefat ettiğinde yerine geçen oğlu II. Mehmet de küçük kardeşi Ahmet’i öldürtmüş ve Fatih Kanunnamesi ile kardeş katlini meşru hale getirmiştir. Böylece İslam dini ile çelişse de bir hükümdar tahta çıktığında şehzadeler katledildi. 

Osmanlı tahtının ilk on üç hükümdarından I. Mehmet ve Yavuz hariç olmak üzere on biri ölen hükümdarın hayattaki en büyük oğlu olarak tahta çıkmışlardır. Buna göre Osmanlı Klasik Devri’nde yaşça en büyük şehzadenin tahta çıkmasının bir gelenek olduğu söylenebilir. 

1617’de I. Ahmet’in vefatıyla oğlu yerine kardeşi Mustafa padişah olmuş ve böylece yeni bir uygulama başlamıştır. Artık hanedanın en yaşlı erkek üyesi tahta çıkmaya başlamış ve buna “ekberiyet usulü” denilmiştir.

BAHTSIZ ŞEHZADELER

Fatih’in yaptığı kanunname de veraset sistemine bir çözüm getirmedi. Nitekim onun ölümüyle tahta çıkan II. Bayezid’le kardeşi Cem arasında büyük bir mücadele yaşandı. Sonuçta tarihimizde “bahtsız şehzade” denilen Cem, Osmanlı topraklarını terk ederek Avrupa’ya sığındı. 

İkinci Bayezid de oğlu şehzade Selim’le mücadele etmek zorunda kaldı ve tahtı oğluna bıraktı. Selim de tahta çıktıktan sonra kardeşlerini ortadan kaldıracak ve öldüğünde geriye tek şehzade olarak oğlu Süleyman kalacaktır.

Kanuni Sultan Süleyman da çok acı bir kader yaşadı ve iki oğlu; Bayezid ve Mustafa’yı katlettirdi. Bu hadiseler, tahta çıkmak için babalarının ölümünü bekleyen şehzadelerin hissiyatlarını anlama bakımından çok önemli örneklerdir. 

Bunlardan daha acısı ise 1595’te hükümdar olan III. Mehmet’in çeşitli yaşlardaki on dokuz kardeşini boğdurmasıdır. Mehmet’in başka bir icraatı ise sebebi bilinmese de oğullarını sancağa göndermemesidir. Oğlu I. Ahmet de Fatih Kanunnamesi’ne uymayarak kardeşi Mustafa’yı öldürtmedi. İşte bundan sonra Osmanlı tarihinde “mahpus şehzadeler dönemi” başladı.

Şehzadeler toplu olarak öldürülmüyor, sarayın “şimşirlik” denilen kısmında yaşıyorlardı. Ancak bu sistemin de kendine göre kuralları vardı. Şehzadeler sarayda olsalar da “hapis hayatı” yaşıyorlardı. 

Çocuk sahibi olamıyor, hükümdarlık sembolü olduğundan sakal bırakamıyorlardı. Nitekim Vahdettin tahta çıktığında sakalsızdı ve padişahlığı boyunca sakal bırakmadı. Abdülmecid de Vahdettin’in ülkeyi terk etmesi sonrasında halife seçilince sakal bıraktı.  

Şehzadeler saray dışında kimseyle haberleşme imkanına sahip değillerdi. Görüşecek kişi önceden izin alır ve görüşme gözetim altında gerçekleşirdi. Kafes hayatı şehzadelerin eğitim alma imkanlarını da ortadan kaldırdı. Her ne kadar kendilerine bir hoca tayin edilse de uygulama görünüşten ibaret kaldı.

V. Murat ve sonrasında tahta çıkan Abdülhamit, Mehmet Reşad ve Vahdettin’in babaları olan Abdülmecid, şehzadelerin eğitimini yeniden ele aldı. Hem dini konularda hem de dil ve musiki alanlarında eğitim almalarını sağladı.

Artık şehzadeler daha iyi eğitim alabiliyor hatta Batı sanat ve müziğini de öğrenebiliyorlardı. Abdülhamit Alman Karl Jansen’den marangozluk ve oymacılık öğrenmiş ve birer sanat eseri sayılan çalışmalar yapmıştır. Son halife Abdülmecid de ressam olarak önemli tablolara imza atmış hem de senfoni ve konçerto bestelemiştir. 

Sarayın rutubetli bir bölümünde yıllarını geçiren şehzadeler muhtemelen bir gün tahta çıkacakları ümidiyle hayata tutunuyorlardı. I. Abdülhamit otuz sekiz, II. Süleyman otuz dokuz, III. Osman elli bir yıl kafes hayatı yaşadıktan sonra hükümdar olmuşlardı. Halbuki bu sırada dünyada çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve dönemin padişahları bunlardan habersiz tahta çıkıyorlardı.

Şehzadeler kafes hayatında her gün öldürülme korkusu yaşamaktaydı. II. Süleyman cülus haberi verildiğinde inanmamış ve “çocukluğumdan beri hapis çekerim, her gün ölmektense bir gün önce ölmek yeğdir” diyerek ağlamış ve zorlukla tahta çıkmaya ikna edilmişti.  

Osmanlı orduları,  II. Süleyman’ın bu psikolojiyle tahta çıktığı sırada Kutsal İttifak’la savaşlarda büyük mağlubiyetler yaşamaktaydı. Zaten sağlık problemleri olan Süleyman’ın hükümdarlığı da ancak dört yıl sürebilecektir. 

VELİAHT OLMAK 

Tanzimat Dönemi’nde şehzadelerin kafeste yaşamaları uygulamasına son verildi. Son dönem şehzadelerine, dışarı çıkma imkânı elde ettikleri ve Çamlıca’da bile gezebildikleri için “faytondaki şehzadeler” denilebilir.

Dönemin padişahı Abdülmecid tahta çıkmak için bekleyen şehzadelere yeni bir hayat düzeni kurdu. Onları sarayda kafese kapatmak yerine özel daireler tahsis etti. Şehzadeler köşk sahibi olabiliyor, şehirde gezebiliyor, ölçülü olmak kaydıyla halkla temas kurabiliyorlardı.

Abdülaziz de Avrupa seyahatine şehzadeler Murat, Abdülhamit ve Yusuf İzzeddin’i götürecektir. İki yüzyıldan bu yana sarayın bir bölümü dışında hiçbir yeri tanımayan şehzadeler bu dönemde dünyayı görme imkânı bile elde etmişlerdir. Bundan sonra da çeşitli vesilelerle şehzadelerin Avrupa’yı görme imkânı olmuştur.

Tahta çıkma itibarıyla en şanslı şehzadelerden birisi olarak II. Abdülhamit gösterilebilir. Tahta çıkma ümidi çok az olan Abdülhamit, amcası Abdülaziz’in bir darbe ile tahttan indirilmesi ve yerine geçen ağabeyi V. Murat’ın akıl sağlığı problemi nedeniyle doksan üç günlük bir saltanattan sonra iktidardan uzaklaştırılmasıyla bir anda kendini tahtta bulmuştur. Onun saltanatı otuz üç yıl devam edecek ve Osmanlı tahtında uzun süre kalan hükümdarlardan birisi olacaktır. 

Son dönem şehzadelerine çocuk sahibi olma izni de verilmişti. Nitekim Abdülaziz’in şehzade iken Yusuf İzzeddin adı verilen bir oğlu olmuştur. Yusuf İzzeddin, Mehmed Reşad’ın tahta çıkmasıyla “veliaht” ilan edilecek ancak 1916’da intihar ederek hayatına son verecektir. Böylece onun yerine Vahdettin “veliaht” olmuş ve 1918’de padişah olarak Osmanlı tahtına oturmuştur. 

Herhalde Osmanlı tahtının en şanssız hükümdarlarından birisi Vahdettin’dir. Tahta çıktığında elli yedi yaşında idi ve Osmanlı orduları hemen hemen bütün cephelerde savaşı kaybetmiş durumdaydı. Vahdettin 17 Kasım 1922’de İngilizlere sığınarak Türkiye’yi terk edecektir.

Bir başka talihsiz şehzade de Abdülmecid’dir. Abdülaziz’in oğlu olan Abdülmecid, tahtı olmayan bir Osmanoğlu olarak “halife-i müslimin” seçildiğinde elli dört yaşındaydı. Ama bu konumu bile sadece bir buçuk yıl kadar devam edebildi. 

Abdülmecid’in bir talihsizliği de 3 Mart 1924’te halifeliğin kaldırılmasıyla Osmanlı hanedanının bütün üyelerinin yurt dışı sürgününü yaşamasıydı. Saltanatın kaldırılmasıyla tahtı kaybeden Osmanoğulları hanedanı bu gelişmeyle halifeliği de kaybettikleri gibi Türkiye’yi de terk etmek zorunda kaldılar. 

Sonuçta altı yüz yıldan fazla bir süre devam eden Osmanlı Devleti tarihe karıştığı gibi geriye ne taht kavgaları ne de tahta çıkmak için devrin padişahının ölümünü bekleyen şehzadeler kaldı. 

Kaynaklar: A. Giz; “Osmanlı Şehzadelerinin Hazin Romanı”, Hayat Tarih,  Haziran, Temmuz, Ağustos 1978, S. 6, 7,8 ; H. Eroğlu, “Şehzade”, DİA, C. 38; M. Z. Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul, MEB, 1971, C. III. 

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version