Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Köşeden gereğini yapmak

Köşeden gereğini yapmak


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN 

Kerli ferli köşe yazarıyım diye ortalarda dolaşan Abdülkadir Selvi, aklı sıra Erdoğan’a gollük pas atıyor. Diyor ki: “Şehir hastaneleri konusunda muhalefet bir dönemler çok eleştirilerde bulunuyordu, şimdi bu eleştiriler (konusunda) sesi kesildi biraz muhalefetin. Nasıl karşılıyorsunuz?” Soruya bak soruya! Gazeteci bunu soran sözde! Neyse, alan razı, veren razı, bize ne der geçeriz. Fakat mizansen bununla kalmıyor. Karşısına aldığı şahsiyetsiz, menfaatçi, ilkesiz, yağdanlıkları hak ettikleri muameleye tabi tutan İslamcı otokrat, Selvi’ye hitaben, doğrudan, lafı gevelemeden, ima gereği falan hissetmeden, paldır küldür bir şekilde diyor ki: “Abdülkadir Bey, artık köşenden gereğini yapacaksın!” Derin, ölümcül, en büyük gürültüden daha gürültülü bir sessizlik! Şahsiyet görmezden gelebilir, ama beyin biliyor! Ne büyük aşağılama, ne dehşet verici bir küçülme, ne büyük bir rezalet, nasıl iki paralık edici bir muamele! Derken sessizliği yine otokrat devam ediyor ve ekliyor: “Ahmet (Hakan) Bey yapıyor bak!” Abdülkadir, eski Türk filmlerinin dramatik “n’evet” klasiğini andıran bir evet çekiyor, hafiften iç çekerek. “Velinimetimiz, keşke bu kadar haşin davranmasaydınız kulunuza!” der gibi. 

Ben bu sirki kanıksadım artık da, rahatsız olduğum bir şey var. Onu anlatayım. O da şu: koskoca CNN markası, bir üçüncü dünya çöplüğünün vodviline meze olmuş durumda. O marka, bu ortamdaki acizliğin ve zavallılığın süsü olabilir mi? Oluyor! Yani nedir CNN’e katkısı CNN-Türk denen ucubenin? Kaç paradır bu işten elde edilen kar? Nedir bu üzerinden silindirle geçilmenin bedeli? Yani o alaturka ucube panayırda hokkabazlık yapan, çengilik yapan, hatta maymunluk yapan insanoğullarına alıştık da, bu gönüllü köleliğin, bu istek ve şevkle sürünme iradesinin, bu beyin fahişeliğinin uluslararası bir haber devi dekoru önünde, onun tanınmış logosunu kullanarak, onun kredisinden istifade ederek yapılması düşündürücü. 

 Sefiller arasında nasıl daha fazla sefilleşebiliriz konulu bir yarışma, bir rekabet, bir çekişme olduğu anlaşılıyor. Ahmet ve Abdülkadir, bu konuda sanırım en öndeler, birbirlerini burun farkıyla geçmeye gayret ediyorlar. Ahmet sanırım önde. Otokrat belli ki onun çabalarını takdire şayan görüyor, onu hısımı önünde övüyor, Abdülkadir’i cidden kalbinin en derin yerinden yaralıyor. Yoksa dil devri konusunda Abdülkadir gerçekten efsane bir isim. Bab-ı-Ali tarihte Bab-ı-Ali olalı böyle bir performansa herhalde hiç tanık olmadı. Dolayısıyla sefilleşmede ve sefilleştirmede sınır tanımayan bir ekip, aralarında da bu sefilleştirilmişlik atmosferinin en güzide iki yazar kasası, Ahmet ve Abdülkadir, velinimetlerinin önünde hizaya girmiş, önceden kendilerine verilen sözde soruları okurken bile, spontane olarak bir nebze daha takdir görmek, bir birim daha sıyırmak, biraz daha cevval ve arzulu çengileşmek adına mücadele etmektedirler. Köşeden gereğini yapmanın feriştahı da olsalar, boy ver derinliği görelim aşamasına daha ulaşılmamış anlaşılan – havuzun suları belli ki epey derin ve anlaşılan daha dip seviyeye varılmasına çok var. Müsterih ol, Abdülkadir. Yol daha uzun. Debelenme hızın arttıkça, Ahmet’i yakalarsın, hatta bu kez burun farkıyla bakarsın sen onu geçmişsin. Velinimetinizden umudu kesmeyin. Görev adamı olmaya devam edin. Adam kavramını lafın gelişi kullandım. 

Yalnız bak, aldığın parayı hak edeceksin Abdülkadir. Gayreti kesme. Haydi bakalım. Kim tutabilir be seni, kim? Belli ki İslamcı otokrat dil devri konusunda belli bir standart arayışında – onu kınamalı mıyız? Ortam böyle olursa, isteyen mi, yoksa beklentileri karşılayan mı sorunludur? Bu işin belli bir piyasası oluşmuş. Fikir fahişeliği yargılanacaksa, satıcıya mı yoksa müşteriye mi yüklenilmesi ahlaken doğru olur? Belli ki bu tür felsefi sorular, işin pragmatizmiyle ilgilenen İslamcı diktatörü de, onun satın aldığı servis elemanlarını da fazla ilgilendirmiyor. Ne iyi ki ahlaki ve etik beklentileri konusunda piyasanın tüm unsurları – hizmet alımı yapan da hizmet sunan da – gayet uyum içerisindeler. Umarım düzenleri de, düzenlerinin performansına bağlı olan doyumları da zarar görmez. CNN markası da bu alışverişin adeta bir tür kalite tescilini yapıyor. Merkezi Amerika’daki CNN bunun farkında mı, değil mi, bunlar ikincil kalır. Olayın gerçekleştiği yerin bir Ortadoğu batağı olduğunu, bu oryantal ortamda etik olguların ancak iki bacak arası uçkur meselelerine odaklandığını, hayat gazeteciliğinin zor koşullarında, satılık kalem “biznısı” başta olmak üzere cidden ulaşılması zor bir seviye yakalanmış olduğu gerçeğini falan unutmadan bu yazılanları okumayın. Burada rıza prensibi söz konusudur. Hizmet sunanlar ve hizmet alanlar, bunu koskocaman bir halkın karşısında yapıyorlar. Bu medya pornografisini herkes izliyor. Bundan belli ki toplumun çoğu gayet memnun! Bu üçgen devam ettiği müddetçe de bu düzenek değişmez. İşin ucunda ballı-börekli akçalı bir durum var. Kaldı ki, kelime haznesi, cümle kurma performansı, beyin kılcallarına gidebilen kan miktarı, buna paralel üretebilecekleri fikir, hatta idrak kapasiteleri falan göz önüne alındığında, bulundukları yeri asla hak etmeyecek bir ekip, bugün rüyalarında bile göremeyecekleri bir hayat standardına bu koşullar sayesinde ve bu rolleri üzerinden ulaşmış durumdalar. 

Özetlemek gerekirse eğer, “bedava mı sandın, para virip aldım, tiridine, tiridine, tiridine bandım” durumudur söz konusu olan. Onlardan banmalarını gönüllü olarak sonlandırmalarını beklemek gerçekçi değil. Bu beklenti içerisinde olanlar, kendi ahlaksal ölçütleriyle meselelere yaklaştıkları için durumu anlamıyorlar, halen Ahmet ve Abdülkadir gibi realistleri ayıplıyorlar falan. Bunları geçiniz. Gerçekleri kabul edeceksiniz. İçinden çıktığınız toplumu büyük oranda, hatta bire bir temsil edebilecek prototipler bunlar. Sosyolojik genel karakteristiğe bu kadar uygun siyasetçilerin de, medya mensuplarının da ahlaksal ölçütler temelinde eleştirileceğini, ayıplanacağını, bunlara bu nedenlerden dolayı ceza kesileceğini falan sananlara iyi şanslar. 

Seksen kuşağı bilir. Bizim zamanımızda bir motor yağı reklamı vardı, efsaneydi! “Shell-Rotella 20-50. Kaptan, bu bizim yağımız değil mi? Öyle muavin, bizim yağımız. Hiç eksilmez, basıncı düşmez.” Türk medyası tümüyle budur. İktidara basıncı düşürmeyecek şekilde yağlama yapan, istikrarlı medya! Mesele iki saksağanın arasında gerçekleşmiş olan “hangimiz daha batığız” mücadelesi değildir. Mesele, bu dandikliğin alıcısının olmasıdır. Bu sefalete bu yazıda yer vermemin tek nedeni, bu olaylar hakkında tarihe yazılı kanıt bırakmak. Yoksa inanın havuz veya kanalizasyon, hiç umurumda değil. Ben “köşeden gereğini yaptım” yani. İnsanlar oradan elde ettikleri suyu isterlerse lıkır-lıkır içsinler, benden onlara kocaman bir “afiyet olsun”, hatta “yarasın” dışında bir reaksiyon çıkmaz. Fakat bu olanları gelecek kuşaklar görsün. Bir devleti yıktıktan sonra bir ülkeyi mahveden, sonrasında toplumu bir arada tutması gereken tüm normları ve değerleri sıfırlayan insanların torunları, bu günlerin, olur ya, belki hesabını sorarlar günün birinde. Zira inanırım ki ben, iyiler öyle ya da böyle kazanır sonunda. 

Fakat heyhat biz, işe bak ki gele gele bunların zamanına denk geldik!

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version