KENT YAZILARI | ALPER ENDER FIRAT
Burgaz’dan Varna’ya doğru giderken tevafuken görene kadar bu şehirden hiç haberim olmamıştı. Bulgaristan’da, Karadeniz kıyısında, Safranbolu gibi bir yer var ama varlığını duymamıştım bile. Çocukluğundan beri atlasa ve coğrafya kitaplarına çok meraklı biri olarak Nessebar ismini bilmeyişime bir hayli hayıflanmıştım. Üstelik 1983 yılından beri UNESCO’nun Dünya Mirası listesinde olduğunu öğrenmem de can sıkıntımı daha da arttırdı.
Nessebar
Karaya ince bir yol ile bağlı yarımada üzerindeki Nessebar’ın ilk kuruluşu çok eski dönemlere dayanıyor. 6. yüzyılın başında bir Yunan kolonisi haline gelmiş; Akropolis, Apollon Tapınağı, Agora ve şehir surlarından bir duvar o dönemden kalma. Ayrıca Orta Çağ’da inşa edilmiş çok sayıda kilise ve bazilika var. Ama bu kasabanın bence en ilginç tarafı 19. yüzyılda yani Osmanlı’nın burayı terk etmesinden hemen sonra inşa edilen evler. Bu ahşap evleri ilk gördüğümde Osmanlı’dan kalma sanmıştım ama değilmiş. Herhangi bir Anadolu şehrinde göreceğiniz altı taş üstü ahşap cumbalı binalar eski Nessebar’ın en karakteristik evleri. 19. yüzyılın ikinci yarısında Bulgar rönesansı döneminde yapılmış ama Osmanlı’dan bir hayli esinlenmişler.
Bugün Türkiye’de hayat normal seyrinde gitseydi ve zulüm mazlumlardan uzak olsaydı size gerçekleştirmesi kolay ve keşiflerle dolu bir gezi rotası önerirdim. Ben yine de önereyim mazlumların zulümden kurtulduğu bir zamanda belki gitmek nasip olur. Bahsettiğim Nessebar’ı işte böyle bir rota üzerinde seyahat ederken keşfettik.
Karadeniz’in batı kıyılarını ve oralarda kurulan şehirleri içine alan, İstanbul’dan başlayıp Köstence’ye giden rota fazlasıyla tanıdık bir coğrafyayı içine alıyor. İstanbul’dan Kırklareli’ne kolayca ulaşmak mümkün. Ancak Trakya’nın ayçiçek denizi tarlalarından gözünüzü alabilir de Kırklareli’ne vakitlice gidebilirseniz oradan Dereköy sınır kapısına doğru rotanızı çevirmeniz gerekir. Trakya’da hala uçsuz bucaksız ayçiçek tarlaları var mı yoksa hepsi inşaatla mı doldu bilemiyorum.
Dereköy sınır kapısından sonra da ilk durak Burgaz’a ulaşmak için Istıranca Dağları’nı aşmanız gerekir. Yemyeşil Istıranca Dağları’nı aşmak için ise bir hayli virajlı yolu döne dolaşa kat etmelisiniz. Eğer bir an önce Burgaz’a ulaşayım gerginliğine girmezseniz, olağanüstü bir tabiat size kapılarını ardına kadar açıyor. Trakya’daki Istıranca dağlarının Bulgaristan tarafında kalan bölümü, aynı bitki örtüsü, aynı habitat ve daha az tahrip edilmiş haliyle, vakti olanlar için etkileyici tabiatını gözler önüne seriyor. Bir an önce Burgaz’a ulaşayım gerginliğine girerseniz de yol çekilmez bir viraj çilesine dönüşüyor.
Burgaz
Dereköy sınır kapısından sonra ilk şehir Burgaz, her yönüyle fazlasıyla Türkiye şehirlerine benziyor. Ama Karadeniz burada daha az hırçın. Biraz soluklanmanızı, trafiğe kapalı caddesinin tanıdık havasında kahve yudumlamanızı öneririm.
Burgaz’dan 30 km sonra Nessebar, ondan 100 kilometre uzaklıkta da Varna şehri var.
Nessebar
Varna; hani şu boğaza doğru vapurların geçtiği, vatan hasreti çekenlerin bu vapurlara dokunduğunda ellerinin yandığı şehir! Uçsuz bucaksız kıyıları hep İstanbul’a doğru bakıyor.
Karadeniz, kendisine kıyısı olan hiçbir şehirde buradaki kadar dingin, buradaki kadar asude, buradaki kadar engin değil.
Varna’dan çıktıktan sonra Romanya sınırına ulaşmadan önce yine Karadeniz kıyısında eski bir Osmanlı kasabası olan Balçık var ki, hala çok etkileyici bir güzelliğe sahip. 1873 Tuna Vilayeti Salnamesine göre Balçık, yüzde 78’ini müslümanların oluşturduğu 4200 nüfusa sahipti. Yine bu salnameye göre Balçık kazasında altmış dokuzu Türk ismi taşıyan yetmiş bir köy vardı.
500 yıllık Osmanlı egemenliğinden sonra 1878 yılında Bulgaristan Prensliği tarafından ilhak edilen Balçık ve Güney Dobruca, 2. Balkan Savaşı’nda Bulgaristan’ın yenilmesiyla Romanya sınırlarına dahil edildi. Bu dönemde şehrin büyük çoğunluğunu Hristiyan Türkler olan Gagavuzlar oluşturuyordu. Onları Müslüman Türkler ve Tatarlar izliyordu. Bu zamana kadar Romanya sınırlarında olan Balçık, 1940 Craiova Anlaşması ile tekrar Bulgaristan’a terk edildi. Bulgaristan’a geçmesiyle şehirde yaşayan Yunanlılar sürüldü. Büyük kısmı terk etmiş olmasına rağmen bugün 12 bin civarındaki nüfus içinde hala hatırı sayılır bir Müslüman kitle bulunuyor. Günümüzde kasaba güzel bahçelerle çevrilmiş villalarıyla ün yapmış bir sayfiye merkezidir. Ve ayakta kalan bir de camisi var.
Balçık’tan ayrıldıktan sonra yol sizi Romanya’ya ulaştıracak. Romanya tarafına geçer geçmez sizi Mangalya şehri karşılayacak. Bu şehirde hatırı sayılır bir Müslüman Tatar nüfusu yaşıyor. Biz gittiğimizde Osmanlı döneminde yapılan Esmahan Sultan Camii’nde ezan açıktan sesli olarak okunuyordu. Hala öyle mi bilemiyorum.
Mangalya’dan sonra istikamet Köstence… Karadeniz kıyısında Romanya’nın en büyük ikinci ve en önemli liman kenti, çok sayıda Türk ve Tatar nüfusu barındırıyor. Bu şehrin gelişmesinde ve köy halinden büyük bir şehre dönüşmesinde Osmanlı Devleti’nin büyük emeği olmuş.
Köstence
Mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında Kral Cami geliyor. Caminin hikayesi de ilginç. Müslüman olmayan biri tarafından yaptırılan camilere pek rastlamıyoruz. 1910 yılında Romanya Kralı 1. Carol, Romanya için savaşan Müslüman Türk ve Tatarlara teşekkür etmek adına 1912’de Mahmudiye Cami’nin Temelleri üzerine, Victor Stefanescu’nun mimarlığını üstlendiği bir cami yaptırıyor. Bina aynı zamanda Romanya’nın ilk betonarme binası olma özelliğini de taşıyor.
Rotanın finali Tuna kıyısındaki Tulcea şehrinde bitiyor ama yazı çok uzadı, biraz da koştura koştura oldu. Bu nedenle Tuna’yı ve Tulcea şehrini bir başka yazıya konu edelim.
Şimdi Köstence’nin Karadeniz’e bakan meydanında bir banka oturup soluklanma ve uçsuz bucaksız Karadeniz’i seyretmekte fayda var. Ne de olsa yol yorgunuyuz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***