Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hocaefendi demedin anladık ama ne dedin?

Hocaefendi demedin anladık ama ne dedin?


YORUM | AHMET KURUCAN

Dün Twitter’da timelineımı Ahmet Davutoğlu’nun “Hocaefendi demedim, ben ne dediğimi bilmez miyim?” cümleleri ile tarihe mal olan sözleri gün boyu meşgul etti. Toplumun değişik kesimlerinden binlerce insanın paylaştığı o meşhur video ve altına yazılan yorumlar herkesi olduğu gibi beni de zaman zaman düşünmeye zaman zaman gülmeye itti. İlk tepkim şu olmuştu; “Pekâlâ Hocaefendi demedin anladık ama ne dedin?” 

Salondakilerden birisi ne dediğini, 10. Türkçe Olimpiyatlarındaki konuşmasından ilgili kısmı, dinletince ortalık buz kesti. Tabii ki şaka yapıyorum. Buz kesmedi, ortalık kahkaha tufanı ile alkıştan kırıldı. İhtimal seyirciler bir kibir abidesi gibi duran ve “Ben ne dediğimi bilmez miyim?” diyen adamla resmen dalga geçiyorlardı. Veya bunlar bir protesto alkışıydı. 

En güzeli şu olsa gerek, kendi kendini rezil eden adamın düştüğü hale acıyor ve onun için kahkahalarla gülüyorlardı. Zira cümle alem biliyordu ki Davutoğlu’nun hem Hocaefendi ile hem cemaat ile maziye uzanan ilişkileri vardı.

İşte burası benim tam da düşünmeye durduğum nokta. Sorum şu kendime: “Bu insan mazisini neden inkâr eder?” O gün, o salonda, o dakikada yalan olduğu ortaya çıkmayacak bile olsa en geç birkaç saat içinde ya da yarın yalan olduğu ortaya çıkacak bir gerçeği neden söyler hem de Türkiye kamuoyunda rezil olacağını bile bile. Bu yalanını hiç kimse ortaya çıkarmasa siyasi alandaki rakiplerin ortaya çıkaracak ve bu yalan üzerinden sana yüklenecekler. Bunu hiç düşünmez mi insan?

Lafa geldiğinde dini, imanı, Müslümanlığı hiç kimseye bırakmayan ve ağzını açtığında boyundan büyük laflar eden bu adam, yalanlanacağı bile bile bir yalanı neden söyler? İnandığı dinin bunu kabullenmediğini hatta daha da ötesi yalan söylemenin münafıklık alameti sayıldığını bilmiyor mudur acaba? Elbette bilir. Hatta senden benden daha iyi bilir ama gel gör ki siyaset.

Evet, yalan ve ahlaksızlık üzerine kurulu, hedefe ulaşmada her türlü vesileyi mubah gören siyaset anlayışı onu bu noktaya sürüklüyor sanırım. Daha net bir söylemle ifade edecek olursam ‘siyasetin ahlakı’ bunu emrediyor. 

17/25’ten sonra, şimdilerde sırtını cemaate dönmüş ve elinden gelen her türlü kötülüğü yapan kötü bir adam yazmıştı bunu ilk defa zift medyasındaki köşesinde. Şok olmuştum. Yalan söylemeyi siyasetin ahlakı diye nitelendiriyordu. Dayanamadım ve ben de bir yazı kaleme almıştım bu zata hitaben. Dedim ki senin dediğin davranış modeline siyasetin ahlakı değil, siyasetin ahlaksızlığı denir. Ve örnek vermiştim dillerine pelesenk ettikleri Peygamber Efendimizden. Onun peygamberliğinin yanı sıra kendi döneminin şartları içinde şehir site yapılanmasındaki bir toplumda devlet başkanı olduğunu ama devlet başkanlığı vasfıyla yaptığı icraatlarda peygamberlik vasfı ile söylemiş olduğu hiçbir söz, getirdiği hiç bir öğretiye muhalif bir beyanı ya da davranışı olmadığını ifade etmiştim. Zaten aksi bir yaklaşımın bizzat kendi hadislerinde ifade ettiği gibi münafıklık olacağını yazmıştım.

Her neyse… Bendeniz 1997-1998 ortalarına kadar çok kısa bir süre Zaman gazetesinde yayın koordinatörlüğü yaptım. Aksiyon dergisi Zaman gazetesinin haftalık yayın yapan, siyasi aktüel konuları işleyen bir dergiydi. Haftalık haber toplantıları olurdu. Kardeş kuruluş olduğumuz ve aynı binada çalıştığımız için Aksiyon’un haftalık toplantılarına bazen biz de tam kadro olarak katılırdık. Onlar da bizim toplantılara katılır hatta bizim günlük toplantılarımıza da mutlaka bir temsilci gönderirlerdi. Hem gazetenin hem de Aksiyon’un aylık “yüksek istişare” adını verdiğimiz başka toplantıları da olurdu. Bir gün Malezya’dan yeni dönmüş, bir siyaset bilimci akademisyen de toplantıya katılacak, ve Aksiyon’da haftalık yazılar yazacak dediler. O güne kadar adını hiç duymadığım bir insandı. Kadro ile tanışmak için gelecekmiş. Sonra yazmaya başladı. Aylık toplantılara katıldı. Tıpkı şimdi olduğu gibi yüksek perdeden bilgiç tavırlarla düşüncelerini söyler ve giderdi. Kimdi bu zat biliyor musunuz? Ahmet Davutoğlu!

Suriye krizi öncesi Pennsylvania’daki kampa bir Dışişleri Bakanı ailesi ile birlikte gelmişti. Hükümetin başının emriyle orada olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Hafızam beni yanıltmıyorsa iki ya da üç gün misafir oldu kampta. O ayrıldıktan sonra Suriye politikası özelinde bazı konuşmalarını aktardı Hocaefendi bize. Kendisinin ne söylediği onun ne cevap verdiğini söyledi. Merhum Ramazan el-Buti’nin mektubunda belirttiği gerçekleri anlattığını ifade etti. Şu anda bile kulaklarımda çınlıyor; “Laf dinleyecek gibi değiller. Çok kararlılar. Herhalde bir imamdan, bir vaizden siyasi nasihat alacak değiliz diye düşünüyorlar.” Kimdi bu zat biliyor musunuz? Ahmet Davutoğlu!

Sayın Davutoğlu! Gerçi ‘Akıl yaşta değil baştadır’ deseler de siz benim ne yaşımı ne de başımı kaale almazsınız. Nasihat etsem nasihatimi, bir öneride bulunsam önerimi dinlemezsiniz. Onun için daha fazla zamanımı harcamak istemem. Ama şunu söylememe müsaade edin, “Bize bir insan nasıl rezil olur?” sorusunun somut cevabını verdiniz. Size çok teşekkür ederiz. Allah, mazisini inkar eden, anakronik yaklaşım sergileyip dünü bugünün siyasilerinin uydurduğu yalancı konjonktür içinde değerlendiren kullarından eylemesin. Amin.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version