Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Eşcinselliğe yönelik değişen bakış açısı 

Eşcinselliğe yönelik değişen bakış açısı 


YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU

(Farklı Boyutlarıyla Eşcinsellik-2)

Asırlar boyunca günah, ayıp ve suç kabul edilen cinsel yönelimler ve davranışlar günümüzde en temel insan haklarından biri olarak görülüyor ve dolayısıyla da dokunulmaz kabul ediliyor. Eşcinsellerin hakları yasalarla, uluslararası anlaşmalarla güvence altına alınıyor. Eşcinselliğin meşru kabul edilmesi ve yasal bir zemine oturması için devletlere baskı yapılıyor. Eşcinsel evlilikler ilk defa 2001 yılında Hollanda tarafından yasal kabul edilse de günümüzde bu tür evlilikleri onaylayan ülke sayısı otuzu geçti. Hatta birçok ülkede eşcinsellere çocuk edinme hakkı tanındı. Oysaki çok değil daha yarım asır öncesine kadar birçok Batılı ülkede eşcinsellik suç olarak kabul ediliyor ve farklı şekillerde cezalandırılıyordu. İngiliz yazar Oscar Wilde’ın eşcinsel olduğu için 19. asrın sonlarında hapse mahkûm edilmesi en bilinen örneklerden biri. 

Günümüzde eşcinselliğin normal ve meşru görülmesi adına olağanüstü bir çalışma sarf ediliyor. Devletler bir taraftan eşcinsellere her tür hakkı tanıma, diğer yandan da onlar aleyhine yöneltilen söylem ve eylemleri engelleme adına yasalar çıkarıyor. Aktivistler, eşcinsellerin kamusal alanda kendi kimlikleriyle var olabilmeleri, tercih ettikleri cinsel yönelimle tanımlanmaları ve hiçbir baskıyla karşılaşmadan özgürce kendi tercihlerine göre yaşayabilmeleri için hararetli bir mücadele veriyor, propaganda yapıyor, kampanyalar düzenliyor, lobi faaliyetleri yürütüyor. (Bkz. Ebu Zaynab Abd al-Rahmân, Why Homosexuality is Prohibited in Islam, s. 39-50)

Bilim adamları cinsiyet ve cinsellikle ilgili yeni kavramlar üretiyor, yeni tanımlar getiriyor, yeni kategoriler oluşturuyor, yeni izahlar ortaya koyuyor. Bütün bunlarla cinsiyet ve cinselliğe ait geleneksel kabulleri değiştirmeye çalışıyorlar. Cinsiyet ve cinsellikle ilgili kimlik, yönelim, kabul ve tercihleri biyolojik yasaların, toplumsal kabullerin ve dinlerin elinden alarak tamamıyla bireye bırakmaya çalışıyorlar. Birçok bilim adamı eşcinselliğin doğuştan getirilen bir özellik olduğunu ve değiştirilemeyeceğini savunuyor, birçok psikolog ve psikiyatrist kendi cinsine eğilimi olan kimselere bunun normal olduğunu, bu eğilimlerine göre bir hayat yaşaması gerektiğini tavsiye ediyor.

Amerikan Psikiyatri Birliği daha önce eşcinsellik hakkında yaptığı “psikolojik rahatsızlık” ve “anormal davranış” tanımlamasını değiştiriyor, Dünya Sağlık Örgütü onu zihinsel hastalıklar kategorisinden çıkarıyor. Psikologlar tarafından önceleri eşcinselliğe yönelik yapılan “kişilik bozukluğu”, “cinsel yönelim karmaşası” şeklindeki tanımlardan büyük oranda vazgeçilmiş durumda.

Eşcinselliğin toplum nazarında normal ve meşru bir yere oturmasında medyanın rolünü de unutmamak gerekir. Eşcinsellik yoğun olarak dizilere, filmlere konu ediliyor. Eşcinselliği biyolojik özelliklere bağlayan veya eşcinsel yaşama arka çıkan akademik çalışmalar hemen manşetlere taşınıyor ve bunların reklamı yapılıyor. Buna karşılık eşcinselliği çevresel faktörlerle açıklayan, onun değişebileceğini savunan veya eşcinsel davranışların sebep olduğu bedensel ve psikolojik rahatsızlıkları ele alan araştırmalar görmezden geliniyor ve eleştiriyle karşılanıyor. İnternet siteleri, gazete sayfaları, televizyon kanalları, sosyal medya grupları, gençlik dergileri eşcinselliği destekleyen ve hatta yücelten mesajlar sunuyor.

LGBT bireyler, kendilerine toplumsal hayatta meşru bir zemin bulabilme, kamusal alanda kendi cinsel kimlikleriyle var olabilme ve homoseksüellik hakkındaki algı ve kanaatleri değiştirebilme adına çok farklı kanalları kullanıyorlar. Bunlar kendi aralarında çok iyi organize oluyor, farklı dernek, kulüp ve gruplar kuruyor, toplantılar yapıyor, haklarını savunmak için değişik aktiviteler düzenliyorlar. Kendilerine göre oluşturdukları edebiyatla, jargonlarla, sloganlarla, sembollerle eşcinsel yaşamı, normal ve rasyonel olmanın da ötesinde cazip ve arzu edilebilir hâle getirmeye çalışıyorlar. (Eşcinselliğin normalleştirilmesi ve rasyonelleştirilmesiyle ilgili bkz. Robert R. Reilly, Making Gay Okey: How Rationalizing Homosexual Behavior Is Changing, Ignatius Press, 2014) 

LGBT hareketi, mağduriyet psikolojisini çok iyi kullanıyor. Yaptıkları yayınlarda LGBT bireylerin hayat hikayelerine yer veriyor, onların maruz kaldıkları zulüm ve baskıları işliyorlar. İnsandaki ezilene yardım etme duygusunu harekete geçiriyor, kamuoyu desteğini yanlarına çekiyorlar. Yaşadığı bütün toplumsal baskılara rağmen ayakları üzerinde durabilen, mücadeleye devam eden eşcinselleri kahraman olarak gösteriyorlar. Geyliği ilân etmeyi bir cesaret ve dürüstlük örneği olarak ortaya koyuyor, başkalarını da buna teşvik ediyorlar. Kısacası, TV programları ve reklâmlarda, dizi ve filmlerde eşcinselliğin ele alınış şekli bütünüyle değişti, bununla ilgili sürekli olumlu mesajlar veriliyor, toplumun kanaati değiştiriliyor.

Bunların yanı sıra popüler kültür de gey ve lezbiyen kimliğini âdeta moda hâline getirmeye çalışıyor. Haz kültürünün yaygınlaşması, cinselliğin hiç olmadığı kadar görünür hâle gelmesi ve kamulaşması da insanları farkı cinsel tecrübeler yaşamaya teşvik ediyor. Eşcinsellik toplum tabanında yayıldıkça daha çok görünür hâle geliyor, göründükçe daha çok meşruiyet kazanıyor. Olan şeyler, olması gereken şeylermiş gibi bir algı oluşuyor. Yaşananlar, yaşanması gerekenlermiş gibi zannediliyor.

Çocuklar daha okul döneminden itibaren homoseksüel düşüncelere muhatap oluyor. Bazı okullarda çocuklara homofobi haftasında LGBT hareketine destek vermek amacıyla pembe bilezikler taktırılıyor, çocuklardan homoseksüel bireylermiş gibi rol yapmaları isteniyor, daha farklı aktiviteler yaptırılıyor. Bazı hocalar cinsel çeşitliliğin nasıl güzel bir şey olduğunu anlatıyor. Hatta çocukları farklı cinsel tecrübeleri denemeleri noktasında cesaretlendirenler oluyor. Homoseksüellik ders kitaplarında işleniyor. Okulların rehberlik birimleri, buralarda görev yapan psikologlar, karşı cinse dair bazı davranışlar gösteren çocukları hemen “gey” veya “lezbiyen” olarak etiketliyor ve çocuklara kim olduklarını kabul etmelerini telkin ediyor. Birçok okulda gey ve lezbiyenlere dair kulüpler, dernekler açılıyor, homoseksüellerle dayanışma programları yapılıyor.

Kısacası modern dünya siyasetçisiyle, medyasıyla, aktivistleriyle, bilim adamlarıyla, homoseksüellik hakkında kadimden bu yana var olagelen düşünce ve kanaatleri, semavî dinler tarafından ortaya konulan hükümleri değiştirme adına dört bir kanaldan harekete geçmiş durumda. Bu konuda epey bir mesafe alındığı da yadsınamaz. Zira hem eşcinsellerin sayısında müthiş bir artış var hem de eşcinselliğe yönelik algı ve kanaatler önemli oranda değişti. Kadimden bu yana var ola gelen biyolojik ve toplumsal cinsiyete yönelik algılarda, sınırlarda, tanımlarda önemli değişiklikler oldu.

2021 yılında 27 ülkede yapılmış bir araştırma sonucuna göre kendini heteroseksüel olarak tanımlayanların sayısı %80, homoseksüel olarak tanımlayanların sayısı %3, biseksüel olarak tanımlayanların sayısı ise %4. Ankete katılanların %1 kendini panseksüel, diğer %1 de aseksüel olarak tanımlıyor. Geri kalan %11 ise ya cevap vermiyor ya da kendisinin bu kategorilerden birine girmediğini söylüyor. (https://www.ipsos.com/en/ipsos-lgbt-pride-2021-global-survey) Bu konuda farklı ülkelerde yapılmış pek çok anket ve araştırma söz konusu. Farklı ülkelere ve yapılan farklı çalışmalara göre rakamlar değişse ve bu konuda net rakamları ortaya koymak çok zor olsa da bilinen gerçek şu ki son onlu yıllarda LGBT bireylerin sayısında azımsanmayacak bir artış söz konusu.

Toplumun eşcinselliğe, LGBT bireylere ve onlara tanınan haklara bakışını konu alan anket ve araştırmalara bakıldığında, bu konuda da büyük bir değişim yaşandığı görülüyor. Ülkeye, cinsiyete, yaşa ve eğitime bağlı olarak rakamlar değişse de; eşcinsel tercihleri, davranışları, evlilikleri onaylayanların sayısında büyük artış var. Belki Türkiye’de veya diğer Müslüman ülkelerde yüzde onlu, yirmili rakamlardan bahsediliyor fakat bu oran Batılı ülkelerde yüzde ellileri geçiyor.

Bir şeyin toplum hayatında yaygınlaşması ve moda hâline gelmesi meşruiyeti de beraberinde getiriyor. Bunun üç temel sebebi var: Birincisi, insanın gönül huzuruyla bir hayat yaşayabilmesi için tutum ve davranışlarını rasyonelleştirmeye, normalleştirmeye ve meşrulaştırmaya duyduğu derin ihtiyaç. İkincisi binlerce, milyonlarca insanın bir yanlışın içinde olduğunu kabul etmenin kolay olmaması. Üçüncü olarak çoğu insan toplumda kabul görmeye başlayan tutum ve davranışların, fikir ve görüşlerin aleyhinde olmaktan kaçınıyor, çünkü akıntıya karşı kürek çekmek istemiyor, gelebilecek eleştirileri göğüslemenin zorluğundan korkuyor.

Bu gerçeklik dinî görüşlere de yansıyor. Pek çok din âlimi yaygınlık kazanan ve toplumsal bir realite hâline gelen dinî yasaklarla ilgili “günah” veya “haram” demekten kaçınıyor. Marjinal ve zorlama yorumlarla, duygusal sebeplerle pek çok dinî yasağa kılıf bulmaya çalışıyor. Eşcinsellik konusu buna güzel bir örnek. Bütün semavi dinler eşcinsel davranışların günah olduğu konusunda ittifak etmiş olsa da şimdilerde bazı Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman âlimleri, kutsal kitaplarındaki açık ve kesin yasaklara aldırmadan farklı yorum ve tevillerle eşcinselliği savunmaya başladı.

Peki, ne değişti?

Konuyla ilgili bu zihniyet değişimini sadece homoseksüellik hakkında yapılan çalışma ve faaliyetlere, reklâm ve propagandaya bağlamak eksik kalır. Bunun diğer önemli bir sebebi moderniteyle birlikte insana ve hayata dair anlam dünyasının köklü bir değişim geçirmesidir.  

Özetle, modern dönemde din, ahlâk, edep, erdem, özgürlük, iffet, mahremiyet, evlilik gibi insan hayatını şekillendiren ve anlamlandıran en temel kavramlara varıncaya kadar her şey ciddi bir değişim geçirdi. Hedonist bir ahlâk anlayışı gelişti, sınırsız özgürlük talepleri yaygınlaştı. Hayatın anlamı ve amacı değişti. Din, gelenek ve ailenin otoritesi zayıfladı. İnsanlar kendi bedenleriyle ilgili kararlarda özerk hâle getirildi. Ahlâk yeniden tanımlandı. Cinsiyet rolleri değişti. Cinsellik mahrem alandan çıkarak kamusal bir görünürlük kazandı. İşte bütün bu faktörler de eşcinsellikle ilgili düşünceleri etkiledi.

Dolayısıyla eşcinselliğe yönelik değişen bakış açısının arkasında, konuyla ilgili yapılmış araştırma ve çalışmaların bize sunduğu somut ilmî veriler, yeni keşifler, güçlü deliller yok. İnsanlık homoseksüellik üzerinde yaptığı derin ve köklü araştırmalar neticesinde homoseksüelliği onaylamış, bu konuda kanunlar çıkarmış ve aleyhte konuşanlara tavır almış değil. Hatta konuyla ilgili çalışmalar LGBT bireylere yönelik önyargı, nefret ve ayrımcılığı önlemeye yoğunlaştığından eşcinsel hayat tarzının birey, aile ve toplum üzerindeki etkileri konuşulmuyor bile. Dolayısıyla meselenin arkasında, değişen dünya görüşleri ve ideolojik dayatmalar var. 

Psikolojinin, pozitif bilimlere nispetle daha öznel ve yoruma dayalı olması da homoseksüellikle ilgili tanımlamaların değiştirilmesini kolaylaştırdı. Esasında bilimin konuyla ilgili söyleyeceği sözler bu konudaki tavır ve yaklaşımımızı belirleyemez, en fazla etkileyebilir. Zira bilimin hayatı yorumlama, değer üretme, ahlakî standartlar belirleme gibi bir misyonu yoktur. Bilim maddeyi keşfetmek, varlığı anlamak, dünyayı açıklamak için vardır. Ahlak üretme, hayatı anlamlandırma görevi ise din ve felsefenin alanına girmektedir. Bilim olanı, dinler ise olması gerekeni açıklamak için vardır. 

Şunu da ifade etmek gerekir ki her ne kadar yasaların, medyanın, aktivistlerin, popüler kültürün, eğlence sektörünün vs. etkisiyle eşcinselliğe ait düşüncelerde önemli değişimler olsa da eşcinsellik hâlâ toplumun büyük bir kesimi tarafından onaylanmıyor. 

Eşcinsellik bir kimlik olarak kabul edilebilir mi?

LGBT hareketi ortaya çıktığı günden bu yana meşruiyet arayışını sürdürüyor. Toplum tarafından kabul görebilme ve onaylanabilme adına müthiş bir mücadele yürütüyor. Onların gey, lezbiyen veya biseksüel olmayı “cinsel kimlik/cinsel yönelim kimliği” olarak tanımlaması da bu mücadelenin bir parçasını oluşturuyor. Eşcinseller, bugüne kadar toplum tarafından kabul gören kimlikleri reddederek, hissettikleri duygusal ve cinsel kimlikleriyle kendilerini tanımlıyor ve toplum tarafından da bu kimliklerinin onaylanmasını istiyor. 

Eşcinsellik bir kimlik olarak ortaya konulduğu ve kabul ettirildiği takdirde, aynı zamanda bunun sadece bir fiilden, bir tercihten, bir eğilimden ibaret olmadığı, bilakis insanın ne olduğunu ortaya koyan çok daha köklü bir vasıf olduğu da kabul edilmiş olur. Eşcinselliği bir kimlik olarak ortaya koyma ona yönelik eleştiri ve sorgulamaların önüne geçme adına paratoner vazifesi görecektir. LGBT bireyler meseleyi bir kimlik meselesi hâline getirerek homoseksüelliğin değiştirilemez olduğuna imada bulunuyor ve onu tartışmanın dışında bırakmak istiyorlar. Ayrıca bir kimlik haline getirdikleri homoseksüelliğin toplum nazarında görünür olmasını istiyorlar. 

Gerçekten gey, lezbiyen, biseksüel, aseksüel vs. olmak bir kimlik midir? İnsanoğlu cinsel duygularına, yönelimine ve yaşamına göre bir cinsel kimlik inşa edebilir mi, etmeli midir? İnsanların bu tür kimliklerle tanımlanmaları ne derece doğrudur? Bunlar gerçekten sorulması  ve üzerinde durulması gereken sorulardır.

Oysaki bir insanın cinsel yönelimi bir kimlik olamaz. Zira kimlik bir insanın bütün özelliklerini kapsar, onun kim olduğunu tanımlar, toplum nazarında ona bir yer ve konum biçer. Kimlik, bir insanın kendi gözünde ve başkalarının gözünde “ne” olduğudur.

Nasıl ki bir insanın alkolik olması, utangaç olması, saldırgan olması gibi özellikler bir kimlik olarak ortaya konulamazsa, cinsel yönelimi de tek başına bir kimlik olamaz. Yani insan sadece bununla tanımlanamaz. Bir erkeğin erkeklere ilgi duyması, bir kadının kadınlara ilgi duyması onların kim olduğunu ortaya koyan ayırıcı, belirleyici, değişmez temel özellikler değildir. Eşcinsellik bir insanın sahip olduğu başka bir çok özellikten sadece biridir. LGBT bireyleri sadece cinsel yönelimlerine göre tanımlama en başta onlara zarar verecektir.

Tarihin hiçbir döneminde cinsellik insanların kimliğini, hayat tarzını açıklayan bir özellik olarak görülmemiş, bu derece kamusal alanda görünür olmamıştır. Bilakis o her zaman mahremiyeti temsil etmiş ve özel alanda yaşanmıştır. LGBT hareketi ise görünür olmak istiyor, cinselliği kamusal alana taşıyor, bunun mücadelesini veriyor. Allah’ın insana neslini devam ettirmesi için verdiği cinselliği bir kimlik haline getirerek onun anlam ve amacını değiştirmek istiyor. 

Homoseksüelliğin cinsel bir kimlik olarak görülmesi yanlış olduğu gibi, homoseksüellerin “cinsel azınlıklar” olarak isimlendirilmesi, yani onların müstakil bir topluluk ve cemaat olarak lanse edilmesi de bir o kadar yanlıştır. Eşcinsellerin hak ve özgürlük arayışları açısından bu tür tanımlamaların belki bir faydası ve anlamı olabilir. Fakat insanları cinsel yönelimlerine göre bu şekilde gruplandırmanın ve sınıflandırmanın faydadan çok zararı olacaktır.

Son zamanlarda ortaya çıkan cinsel yönelim (sexual orientation) kavramına etrafını
cami ağyarını mani net bir tanım getirmenin kolay olmadığını da hatırlatmakta fayda var.
Cinsel yönelim insanın ten rengi, saç şekli, etnik kökeni gibi sabit ve tutarlı bir özellik
değildir. Bilakis kaygan, değişken ve sübjektif yönü olan oldukça kompleks bir kavramdır.
İnsanın bir başkasına duyduğu cinsel duyguyu tek bir kalıba koymak ve bunun daima böyle
kalacağını söylemek kolay değildir. Dolayısıyla cinsel yönelimlerinden hareketle insanları iki
kutba ayırmak veya cinsel azınlıklar şeklinde ayrı bir insan sınıfı tanımlamak makul ve ilmî
de görünmüyor.

(Bir sonraki yazıda eşcinselliğin sebepleri üzerinde duracağız.)

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version