Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Çetin bir Türkçe sınavı

Çetin bir Türkçe sınavı


YORUM | EKREM DUMANLI

Siyasetin harala gürele tartışmaları arasında kimi zaman çok önemli yazılar/düşünceler kaynayıp gidiyor. Hal böyle olunca bağrışmalı çağrışmalı konular, asli tartışma mevzularını ezip geçiyor. Kavga gürültüden geriye kırık dökük manzaralar kalıyor ve bu durum her defasında toplumda yaralar açıyor. Oysa daha esaslı gündemlerin konuşulması gerekiyor ki ülke ileriye doğru mesafe alabilsin.

Yukarıda hülâsa etmeye çalıştığım kanaatimi teyit eden bir yazı okudum geçenlerde. Alin Özinian imzası taşıyan makale Kronos News’de yayınlandı. “Türkçemizi Rahat Bırak. Peki, oldu” başlığını taşıyan yazı, arşivlik bilgiler içeriyor. Alin Hanım köşe yazısının hacmini zorlayarak Türkoloji eserlerinin listesini veriyor. Bu kadar kapsamlı çalışmanın Ermeni araştırmacılar tarafından yapıldığını okuduğunuzda şaşırıp kalacaksınız…

Özinian, sosyal medyada yürütülen linç kampanyalarına değindikten sonra “Madem Türkiye’yi bu kadar eleştiriyorsun, beğenmiyorsun, konuşma Türkçe! Rahat bırak dilimizi” şeklinde özetlediği azgın yaklaşımı gündeme getiriyor önce. Ardından bu yaklaşımın ne kadar sağlıklı olduğunu sorguluyor. Ve temel bir yaklaşım ortaya koyuyor: “Türkçe’nin bu coğrafyanın dili olması ve sadece etnik Türklere değil, bu topraklardaki diğer halklara da ait olduğunu, burada yaşayan herkesin ana dili olduğu konusu önemli bir konu”

İşte bu hüküm karşısında herkesin şapkasını önüne koyup bir kere daha düşünmesi gerekiyor.

Türkçe’nin en büyük felaketi, Türkçülüğün ayrımcı bir parçası haline getirilmesidir. Anadolu coğrafyasında yaşayan hemen herkesin ortak dili haline gelmiş Türkçe’yi ırkçı yaklaşımlarla inhisar altına aldığınızda, kaçınılmaz bir başka felakete sürüklenirsiniz: Diğer Anadolu dillerini inkâr etme; hatta yasaklama…

Kürtçe’nin yaşadığı sorun da bu gaddar tavrın bir yansımasıdır ve ‘Kürt sorunu’nun başlangıç noktasıdır. Kürt nüfusunun büyük bir bölümü Türkçe bilir, Türkçe konuşurken, insanları bir başka ana dilden mahrum etmenin ne anlamı olabilir! Kürtçe (ya da bir başka dil) konuşulduğunda bunun Türkçe’ye bir zararı yok ki! Mesele (en masum çıkarıma göre) zihniyet darlığından başka bir şey değil.

 Aslında Türkçe’nin zenginliği meselesinde önemli kilometre taşları var. Necip Fazıl’a plastik şair dedirtecek kadar kelimelerin ahenkli seçimine dikkat eden ve bir o kadar da diplomatik tercihler yapan Yahya Kemal’in “Güneş Dil Teorisi” gibi absürt bir dil zorlamasına karşı çıkması boşuna değildi.  Muhalefet etmenin zor olduğu bir dönemde, Yahya Kemal’in dil mevzuuna medeniyet çerçevesinde yaklaşması önemli bir tercihti. Nihat Sami Banarlı’nın tanımlamasına göre Türkçe bir imparatorluk diliydi ve o dilin (tıpkı diğer imparatorluk dilleri gibi) başka lisanlardan kelimeler devşirmesi bir nakise değil, harika bir zenginlikti. Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, Peyami Safa gibi güçlü kalemlerin Türkçe’ye ırkçı bir sınır çizmemesi büyük bir avantajdı.

Ne var ki bir tarafta ulusalcı sol, diğer tarafta ırkçı sağ, Türkçe’ye sahip çıkar havasında ayrıştırıcı bir güzergâhı tercih etti. Türkçe’nin radikal bir şekilde sadeleştirilmesini savunanlar, onun bir imparatorluk dili olduğunu idrak edemedi. Dili sadeleştirelim diye yaptıkları dayatma ile dili kısırlaştırdıklarını ve ortak hafızayı yok ettiklerini fark edemediler. Halbuki hayatın tabi akışı içinde başka dillerden kelime almak, kültürel zenginliğin bir yansıması olduğu gibi, düşünce derinliğinin de bir parçasıydı. Zaten aldığın kelime başka bir kalıba dökülerek Türkçeleşiyordu.

Bunu neden hatırlatıyorum: Bir dilin yaşadığı bütün coğrafyayı ve o alandaki etkileşimi tabii mecrasında kabul etmediğinizde düşünce dünyanızı görünmez bir zindana çeviriyorsunuz. 

Anadolu’daki bütün dilleri, lehçeleri, ağızları, şiveleri bir zenginlik olarak görmezseniz, Türkçe’yi bir kabile diline indirgediğinizin farkına bile varamıyorsunuz. Ondan sonra da herkese Türkçe üzerinden efelenme hakkını kendinizde bulabiliyorsunuz…

 Alin Hanım harika bir fasılla bağlıyor meseleyi: “Memleket kadar dil de Türkçe de hepimizin. Öyle ki, daha uzun süre, ömrüm yettikçe Türkçe konuşacağım, yazacağım, hatta şarkılar söyleyeceğim.”

Yaşanan vahşi soykırımdan kaçarak dünyanın dört bir yanına dağılan insanımız ve onların çocukları şimdilerde dünya dillerini öğreniyor. Ne güzel! İngilizce, Almanca, Fransızca, Flamanca… Bir başka toplumla kaynaşma adına değerli olduğu kadar, ufuk zenginliği açısından da hayati bir süreç bu. Türkiye’ye karşı kalpleri kırık bu insanların. Dolayısıyla Türkçe’ye karşı buruk olmaları da kaçınılmaz. Her şeye rağmen onlar da Anadolu’ya şöyle seslenebilmeli: Yeni dil öğrenmenin neşvesiyle beraber Türkçe konuşmaya, yazmaya, şarkı söylemeye devam …

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version