Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Namaz bir insana bu kadar mı yakışır?

Namaz bir insana bu kadar mı yakışır?


YORUM | AHMET KURUCAN

“32 yıldır beş vakit namazını Dereköy camisinde kılıyor ve bir vakit bile kaçırmamış.” Turgutlu’da benim de tanıdığım bir esnafın hikayesi bu.

“Cemaatten sahibi tertip.” Yani üst üste 6 vakit cemaatsiz namaz kılmamış. Bu da çok yakın tanıdığım birisinin dayısı hakkında aktardığı bilgi.

Dedemden duydum “Bu adam var ya, yıllardır ya Ulucami ya da Tekke camisinde hep imamın arkasında kılar namazlarını.” Ben de çocukluk dönemimden şahidim, gerçekten öyleydi. Dedem anlattığına göre demek ki bu özelliği çok eski yıllara kadar uzanıyordu.

Cemaatle namaz kılma hassasiyeti ile alakalı buraya kadar verdiğim üç örnek.

Bir de namazı hakkıyla eda etme, Kur’an’ın tabiriyle namazı ikame etme ile alakalı örnekler söz konusu. Mesela: “Çok güzel namaz kılıyor. İmrenirsiniz, keşke ben de onun gibi namaz kılabilsem dersiniz. Tadil-i erkana tam riayet ediyor.”

Aşağıda aktaracaklarım bu iki alanı da içine alan ama ikisinin dışında üçüncü bir kategori olmayı hak eden örnekler. Necdet İçel Hoca’nın youtube programında dinledim.  

Hocaefendi ile Yüksek İslam yılları hatıralarını anlatırken onun iki özelliğini soruyorlar. O da ‘ilkeli yaşamak ve namazı’ deyip ilave ediyor: “Onu namaz kılarken görürseniz imrenirsiniz.” Ardından yaptığı kısa değerlendirmeleri için de şunu söylüyor: “Namaz kılmak yakışıyor kendisine.”

İşte bu cümle beni benden aldı ve artık tabii ömrümüzü tamamlamaya doğru gittiğimiz ve hemen her hafta emsal ve akranlarımızdan birisinin ölüm haberi ile uyandığımız dünyada beni maziye taşıdı.

Bu tespite ben de canıgönülden katılıyorum. Gerçekten Hocaefendi’nin namazı vaktinde kılma hassasiyeti bir kenara namazdaki derinliği, Rabb’i ile olan irtibatının dışa yansıyan ve üçüncü şahıslar tarafından gözlenebilen tezahürleri aklıma geldi. Bir, iki, üç, on, yirmi derken zihnimin bir kenarına kazınmış o namaz manzaraları arka arkaya gözümün önünde canlandı. İşte bu esnada ağzımdan “Namaz bir insana bu kadar mı yakışır.” cümlesi çıktı.

Çok sevdim bu cümleyi ve bırakmadım onu. “Devam et hatıralar aleminde dolaşmaya” diye zorladım kendimi ve Hocaefendi misal başka kimler var böyle namazın kendisine çok güzel yakıştığı sorusunu sordum. Üç kişi daha gözümün önünde tebellür etti. Sonra onları yan yana getirdim hayal dünyamda. Hep birlikte namaz kılarken tahayyül ettim onları. Hepsinin namazı güzellikte, enginlikte, derinlikte birbiri ile yarışıyordu adeta. Birden o muhayyel mekana semadan nur hüzmeleri akın etmeye başladı. Burnum gül bahçelerinde duyduğum kokuları teşemmüm etti. Sonra uykudan uyanır gibi uyandım ve o hazla dolu dolu yaşarken bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Evet, kendi müşahade alanım içinde namazın kendisine bu kadar yakıştığı insanların başında Hocaefendi geliyor. Her namazı elbette böyle olmayabilir. Bunun idraki ve şuuru içindeyim. Ama genelde hep böyle gördüm. Hemen her bir namazı öncesinde Allah’ın huzuruna çıkma heyecan ve helecanlarını yaşadığının birebir canlı şahidiyim. Yüzünün renginin solduğunu farkettiğim çok zamanlar olmuştur namaz öncesinde. Hele cehri namazlarda okuduğu ayetlerin manası ile bütünleşmesi size “Yine nüzul ortamına gitti, şu anda Efendimizin ağzından bu ayetleri dinliyor, sahabe halkasının bir ferdi sanki” dedirtir.  His deryalarına yelken açıp gözyaşları ile o deryayı beslemesi ise onu tanıyanlar için sıradan bir manzara olsa gerek.

Hocaefendi’yi daha fazla uzatmayacağım. Onun gerek namaz serisi vaazları gerek 84 yıllık hayatı içinde namazla alakalı yaptığı sohbetlere bakın, yaşadığı bu derinliğin teorik arka planlarını oralarda görebilirsiniz. Bütün bunlar bir kenara İslami literatüre kazandırdığı ‘namazlaşma’ tabiri bile bu hakikati idrak etmek için yeterli.

İkincisi, Merhum Hacı Kemal Erimez Ağabey. Nam-ı diğer Hacı Ata. Talebeliğimiz yıllarında, Hocaefendinin yanında oldu genelde beraberliklerimiz. Sünnetleri kılmış farz için Hocaefendi’yi beklediğimiz anlardaki konsantrasyonunu hiç unutamam. Mescid olarak kullanılan mekanın üç tarafı çek-yatlarla dolu. Sünneti kılan bir çok insan o çek-yatlara oturup yanındaki ile muhabbet ederken, Hacı Ata aksine sağ elini kafasına yaslar ve derin düşünceler içine dalardı. Dudakları kıpır kıpır bir şeyler okurken birden hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığını çok görmüşümdür. Ağlama derken göz yaşlarının sessiz ve ve sakin biçimde gözyaşı pınarlarını terketmesi değil, aksine debisi çok yüksek yalçın kayalıklardan aşağıya doğru akan bir nehir gibi, kulaklarınızı uğultularla boğacak biçimde büyük bir gürültü ile salınan Niagara şelalesi misali bir ağlama. Herkes lâl kesilirdi bu sesi duyunca. Kimisi utancından konuşmayı keser, kimi hayran hayran gözlerle Hacı Ata’yı seyre koyulur ama her halükarda salonda bir sükunet hasıl olurdu. Ve ardından namaz. İmam mihrapta yerini aldıktan sonra kamet ile başlayan bir başka yolculuk bizi beklerdi. Evet, tahmin ettiğiniz gibi o yolculukta da hıçkırıklar arkasını hiç kesmezdi.

Hacı Kemal Erimez

Her namazı bu kadar his yoğunluklu değildi tabii ki. Ama olmadığı zamanlarda bile üçüncü bir göz olarak onu dışarıdan gözlemleseniz kıyamı, kavemesi, rükuu, sücudu ile o salonda biricik olduğunu görürdünüz. Şöyle de diyebilirim, hayatından hiç namaz kılanı görmemiş, hatta namaz nedir bilmeyen bir insanı getirip ‘Şu salonda Allah’a ibadet ediliyor, bir bak bakalım şunlara, hangisi daha farklı?’ diye sorsanız, sizi kasemle temin ederim ki eğer o salonda 100 kişi varsa namaz kılan, o kişi Hacı Ağabey’i göstererek ‘Bunun ibadeti farklı.’ derdi size. Ah Hacı Ağabey! Namaz sana ne güzel yakışıyordu.

Ve üçüncüsü; 1983 yılında tanıdım kendisini ilk defa. Bekardı. Yüksek İslam mezunu ve aynı zamanda hafızdı. Meslek dersleri öğretmenliği yapan bu idealist insandan çok şeyler öğrendim. Hala devam eden gönül birlikteliğimizin yanı sıra 3-4 ay süren aynı mekanı paylaşma imkanım da oldu. Zaten o 3-4 aylık süreçte bizzat gördüğüm ve yaşadıklarım onu bu 4 kişilik listenin üçüncüsü yaptı. Gecenin zifiri karanlıklar içine gömüldüğü dakikalarda yan odadan duyduğum yanık Kur’an sesi beni yataktan fırlatmaya yeten bir iksire sahipti. Zaman zaman koridora açılan kapısının önünde oturup onun cehri-hafi kıraat arası okuduğu Kur’an’ı dinlerdik arkadaşlarla beraber. O Kur’an okumayı bitirdiğinde ayağa kalmak isterdim ama ayaklarım beni taşımazdı. Uyuşmuştu ayaklarım. Bu demek ki uzun zamandır o vaziyetteydim ama ne kadar zamanın geçtiğinin ben de farkında değildim.

Hacı Kemal Ağabey’den farklı olarak tıpkı hocası Hocaefendi misali okuduğu Kur’an’ın manası ile bütünleşebilen, hayalen ve fikren o ortama gidebilen bu insanın namazı daha bir başkaydı. Özellikle cehri namazlarda ağlamadığı demesem de muhtevaya göre sesinin titremediği, sevinmediği, hüzünlenmediği namazı yoktu. Hz. Vehhab’ın vehbi iltifatlarına mı mazhardı yoksa kesbi bilgisi ve iradesinin hakkını vererek kendisini namaza vermesi mi bunu o noktaya taşıyordu bilemiyorum ama galiba her ikisi de geçerliydi. Eğer sizde de namazlaşma emareleri varsa böyle birisinin arkasında değil beş vakit bir vakit namaz kılmak için kilometrelerce yol kat eder, o namazı kılar ve ardında da ‘’değdi be!’ derdiniz. Evet, namaz bu insana da çok güzel yakışıyordu.

Dördüncüsü Ankara İlahiyattan sınıf arkadaşım. Bir aylık üniversite hazırlık kursunda tanıştık. O da benim gibi Kuzey Ege’li. O da benim gibi lise mezunu. O da benim gibi İlahiyat’a gitmeye can atıyor. O da benim gibi Risale-i Nurlar ile liseli yıllarda tanışmış. Kader yollarımızı Ankara İlahiyat’ta birleştirdi. Bir yıl da birlikte aynı evde kaldık. Benim onun namazı üzerindeki müşahadelerim burada yoğunluk kazandı zaten. Namaz hazırlığına çok önceden başlardı. Ma-i müsta’mel üzerine sıçramasın diye gösterdiği hassasiyeti unutamam. Banyo kapısı açık ve ben sıradayım. O abdest alıyor. Öyle ağır ağır abdest alırdı ki abdesti hiç bitmesin isterdim onu izlerken. Abdesti böyle olanın namazı nasıl olur diyeceksin? Haklısınız.  O namazda iken kıyamet kopsa inanın duymazdı. Farazi bir benzetmede bulunayım sözün burasında; o namazda iken Azrail canını almak için gelse ya o Azrail’den izin isterdi namazını bitirmesi için ya da Azrail onun namazını bitirmesini beklerdi. Bu kadar. Daha öte bir şey söylemek istemiyorum.

Zaman zaman bizim özellikle sabah namazına kalkmamızdaki tembelliği gördüğünde tepesinin attığı çok olmuştur. O esnada söylediği sözlerin hepsi de akıl mantık süzgecinden geçirilmiş ve hissiyat hamuruyla yoğrulmuş sözlerdi. Ne dediklerine bir karşılık verebilirdiniz ne de hissiyatını görmezlikten gelebilirdiniz. Haklıydı çünkü.

Bir şey daha ilave edeyim, sadece evde mi böyleydi? Hayır. Bazen fakültede iken blok dersler arasında akşam namazı kılmamız icap ederdi ve hocalarımız “Gidin sadece farzını kılın gelin.” derdi. Biz çarçabuk namazı kılarken o geniş vakitte nasıl namaz kılıyorsa o dar zaman aralığında da aynı şekilde kılardı.

Hasılı, bu dört güzel insana namaz öyle güzel yakışıyor ki demeyin gitsin. Allah Hacı Kemal Ağabey’e rahmet eylesin, diğerlerinin ömürlerini de müzdâd kılsın.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version