Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

İslam korku dini mi?

İslam korku dini mi?


YORUM | MAHMUT AKPINAR

Yurt dışında yaşamak kolay değil. Eğer bir baskı rejiminden kendinizi korumak için, apar topar ülkenizi terk etmek zorunda kalıp, orta yaşta her şeyinizi geride bırakıp yurt dışına çıkıyorsanız daha da zor. Kendi iradesiyle ve bir plan çerçevesinde yurt dışına çıkanlar en azından kendisini buna hazırlıyor. Aniden ve sizden kaynaklanmayan sebeplerle çıkmak travma etkisi oluşturuyor.

Kurduğunuz düzeni, başladığınız kariyeri, sosyal çevrenizi, hatıralarınızı geride bırakıp hayata yeniden başlamak sizi ve ailenizi etkiliyor. Peşimize takılarak gelmek zorunda kalan küçük çocuklarımın, “Okula gitmek istemiyorum!” “İngiltere’yi sevmiyorum. Burası nasıl bir ülke! Türkiye’yi ve arkadaşlarımı özledim!” serzenişlerini hala hatırlıyorum. Dil bilmedikleri ve anlatılan konuları anlamadıkları için çocuklar bir süre özgüven problemi yaşıyor, ama zamanla bunları aşıyorlar.

İlerleyen zamanlarda bu defa çocuklar o ülkenin kültüründen, inançlarından, ön kabullerinden etkileniyor. Bu etkilenme bazen hayranlık ve taklit, kendine ait değerleri küçümseme, bazen de ayrımcılığa ve ırkçı söylemlere maruz kalma şeklinde oluyor. Bu nedenle yurt dışında yaşayan aileler için en önemli konulardan birisi çocukların yaşaması muhtemel kimlik bunalımı, kişilik çatışmaları, kültür çatışması gibi konulara hazırlanmasıdır. Rehberlik konuları içine bu türden gündemler alınıp bilgilendirici ve ikna edici cevaplar hazırlanmak durumunda. Eğer bunları erken yaparsanız hasar daha az olabiliyor. İlk girdiyi ve bilgilendirmeyi siz yapmadıysanız konuyla ilgili vereceğiniz cevap “savunma” haline geliyor.

Üniversitede okuyan kızım, Hristiyan arkadaşlarının bazılarının Kur’an’ı okuduğunu ve Hristiyanlığa göre daha “korkutucu, tehdit edici” bulduklarını söylemişler. “Kur’an’da geçen Tanrı bizim tanrımıza göre daha çok korkutuyor ve cehennemle, ateşle tehdit ediyor, oysa Hristiyanlıkta sevgi, affetme daha önde,” demişler. Kızım bunu bana aktarınca bir şeyler anlatma ihtiyacı duydum. Elbette konunun uzmanları, hocalar daha yararlı, geniş bilgiler verecektir ama ben acizane tecrübemi paylaşmak istedim.

Şunu peşinen kabul etmek lazım ki gerek din adamları gerekse, sosyal çevremiz bize İslam’ı, dini anlatırken sevdirmekten, kolaylaştırmaktan öte korkutmayı tercih ediyor. Bir günah işlediğimizde cehennemle korkutmak, hata yaptığımızda Allah’la tehdit etmek epey yaygın. Bunu biraz da ebeveynin yetersizliğine ve bilgi sahibi olmamasına vermeliyiz diye düşünüyorum. Çocuğunu terbiye etmekte, dizginlemekte zorlanan, çocuk aklına hitap edebilecek bilgi ve argümanlara sahip olmayan ebeveynler çocuğu Allah’la tehdit edip, ateşle, cehennemle yıldırmaya çalışıyor. Oysa çocukların muhatap alınıp bilgilendirilmeye ve ikna edilmeye ihtiyaçları var. Muhtemelen Müslümanlar ilimden, irfandan uzak kalıp fakr u zarurete düşünce böyle kolay, ama olumsuz etkileri olan çözümlere yöneldiler.

Ayrıca İslam’ın “korkutan”, “tehdit eden” bir din olduğu algısının oluşmasında El Kaide, IŞİD gibi terör örgütlerinin kanlı faaliyetlerinin ve medyanın İslamofobik yaklaşımlarının etkisi büyük.

Çocuklarıma İslam’ın her şeyden önce bir adalet ve denge dini olduğunu, Polyannacı yaklaşımlarla herkesi ve her şeyi affeden, cinayetlerin, suçların karşılıksız kalacağı kanaati uyaran naif bir din olmadığını anlattım. Adaletin tesisinin ve adalet duygusunun tatmininin bütün duyguların önünde olduğunu ve toplum huzuru için önemli olduğunu söyledim. Adalet İslam’ın dört temel esasından birisidir ve “Her hak sahibine hakkını vermek, her şeyi yerli yerine koymak anlamına gelir” dedim. Öte yandan Cenabı Hak kainatı ADL ismiyle hassas bir denge ve matematik üzerine kurmuştur. Allah’ın Adil ismi varlıkta ve sosyal hayatta, dünyada ve ahirette dengeyi, yerindeliği, adaleti korumayı gerektirir.

Onlara Türkiye’de son yıllarda sıkça yaşanan kadın cinayetlerinden bahsettim ve şunları söyledim: “Siz bir süre önce Türkiye’de önce tecavüz edilip sonra öldürülen ve uzuvları kesilip yakılan, sonra bir bidona konup üzerine beton dökülen kızın annesi, babası veya kardeşi olsanız, çok büyük bir pişmanlığı ve tevbesi yoksa bu cinayeti işleyen kişiyi hiçbir şey olmamış gibi affedip cennetine koyan bir Tanrı’yı Adil bulur musunuz? Vicdanınız bu kişinin cezasız kalıp üstüne bir de ödüllendirilmesine rıza gösterir mi? Bunda bir problem görmez misiniz?”

Kaldı ki İslam kelime anlamı itibariyle barış demektir. Mümin kendisinden emin olunan kimsedir. Kur’an’daki beşaret ve rahmet ayetleri tehdit ve azap ayetlerinin çok önündedir. Her işe Allah’ın iki önemli Rahmet ismi olan Rahman ve Rahim’in geçtiği besmele ile başlarız. Her namazda günde 40 defa Fatiha suresini okur ve orada “Rahman ve Rahim olan Alemlerin Rabbine hamd ederim” deriz. Kur’an’ın her suresine Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (besmele) başlarız. Bir yoruma göre her sure başında çekilen besmele Kur’an’dan parçadır. Allah bir Hadis-i Kutsi’de, “Rahmetim gazabımın önündedir” diyor. Yusuf Suresi 87’de “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez” deniyor. 

Hz. Peygamber bir rahmet peygamberidir. Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Ayrıca bize “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” şeklinde bir hayat felsefesi miras bırakmıştır. Öz amcası Hz. Hamza’yı öldüren Vahşi’yi dahi İslam’a davet ediyor, cennete girmesi için çabalıyor. Vahşi, “Ben insanların en hayırlılarından birini öldürdüm, Allah beni affetmez!” deyince, Hz Peygamber güçlü bir pişmanlık ve tevbeyle Allah’ın cahiliye günahlarını affedeceğini söylüyor ve sonra Müslüman olan Hz. Vahşi’ye şu ayeti gönderiyor: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Zümer Sûresi, 53). Allah yine bir Kudsi Hadis’te, “Bana bir karış yaklaşana ben bir arşın yaklaşırım, bir arşın yaklaşana bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim,” buyuruyor.

İslam her bebeği günahsız ve tertemiz kabul ederken Hristiyanlık doğan bebekleri günahkar kabul ediyor ve vaftizle bir nevi günahlardan arındırıyor. Ayrıca İslam’da dünyada ve ahirette suçun şahsiliği varken, “Zerre miktar hayır işleyen ve şer işleyen karşılığını görecektir” denirken günümüz Hristiyanlık inancında Hz. İsa’nın bütün Hristiyanların günahlarının cezasını çekmesi, ne yaparsa yapsın cennete gitmesi, bir beşerin papaz da olsa, peygamber de olsa Allah’a ait günahları bağışlama hakkını kullanması Allah’ın adaletine ve insandaki adalet duygusuna çok uygun düşmüyor. İnsanlar bohemce ve sınırsız hayat yaşadığı halde her şeyi affeden, hiçbir günahı problem etmeyen naif bir Tanrı arzu ediyor. 

Dilim döndüğünce çocuklarıma bunları anlatmaya çalıştım. Sonra ihtiyaca binaen Beled Suresi karşıma çıktı. Daha önce çok defa, okuduğum ezbere bildiğim halde bu defa beni çarptı. Ailecek okuduğumuz Mekke’de inen surenin bir kısmını Ali Ünal’ın mealinden paylaşmak istiyorum.

“Gerçek şu ki, Biz insanı meşakkat ve imtihan yüklü bir hayata gönderdik. Acaba insan, kendisine kimsenin güç yetiremeyeceğini mi sanıyor? Ben yığınla mal tükettim, diye övünüp durur.” (Beled 4-6)

“Fakat o, sarp yokuşu aşmak için hiçbir gayret sarf etmiyor. Bilir misin o sarp yokuş nedir? Bir köle (veya esiri) hürriyetine kavuşturmaktır, ya da kıtlık veya darlık zamanında doyurmaktır, akrabadan olan bir yetimi, ya da yiyeceği, barınağı olmayan perişan bir yoksulu. Bir de, elbette iman etmiş olmak ve karşılıklı sabır teşvik ve tavsiyesinde bulunmak, merhamet teşvik ve tavsiyesinde bulunmaktır.” (Beled 11-17)

Belde olarak Mekke’ye atıf yapılan surenin kendini çok güçlü, zengin ve yenilmez gören bir müşrikin sözleri üzerine indiği ifade edilir.

Maalesef yeni nesilde hayatı meşakkatsiz yaşama, kolaydan zengin olma, yorulmadan kazanma, az çalışarak lükse erişme gibi eğilimler yaygın. Oysa Allah hayatı bir tepeyi tırmanmaya, yokuş çıkmaya benzetiyor. Ve bunun için insanoğlunun gayret sarf etmesi gerektiğini söylüyor. Hayat denilen sarp yokuşu aşmak için “köle azad etmek”ten, “açları doyurmaktan, akrabaya, yetime, barınağı olmayana yardım etmekten” bahsediyor. Bunları yaparken de sabır tavsiyesi yanında, merhametli olmayı teşvik ediyor. Yardımlaşma, yetimi doyurma, akrabayı gözetme, merhametli olma Kur’an’da ve hadislerde çok yerde geçiyor. Burada beni çarpan asıl nokta hayat denilen akabeyi aşmak için “köle azad etmek”ten, hürriyeti teşvik etmekten, özgürlükler önündeki bariyerleri kaldırmaktan bahsetmesi oldu. “İslam’ın özgürlüklere engel olduğu” iddiası yaygın dillendiriliyor. Oysa İslam 1500 yıldır köle azad etmeyi, insanları hürriyetine kavuşturmayı her vesile ile dile getiriyor. Pek çok günahın kefareti olarak köle azad etmeyi sayıyor.

Köleliğin kalmadığı bu dönemde köle azad etmeyi, özgürlüğü yayma, hürriyeti engelleyen manilerin bertarafı, Allah’ın yarattığı en aziz varlık olan insanın temel hak ve özgürlüklerinin korunması olarak anlayabiliriz ve öyle anlamalıyız diye düşünüyorum.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version