YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Boyaları dökülen bir devlet var karşınızda. İşlemeyen müesseseleri işleyenlerini kat be kat geride bırakmış. Makinenin sağlam çarkları, darmadağın olmuş çarkların arasında tek tük artık. İçler acısı bir durumla karşı karşıya ülke. İnsan haklarından ekonomiye, hukuktan bürokrasiye, eğitimden sağlığa, altyapıdan istihdama, dış politikadan askeriyeye – aklınıza ne gelirse perişan! Ve diğer yanda, bu “devletin” bu raddede pert olmasının temel sebebi olan, boyaları dökümlük bir insan güruhu – toplum demeye dilim varmıyor! Paralel toplumsal gruplardan oluşan, ortaklıkları gittikçe azalarak tükenmeye yüz tutmuş, en büyük ortaklıkları vahşilikleri ve ahlak yoksunlukları olan insanlardan mütevellit, acıklı bir güruh bu. İçlerinde gırtlaklarına kadar battıkları leş kokulu kanalizasyonun farkında bile değiller artık, çünkü burunlarının direği kırılmış, koku alma yetilerini kaybetmişler. Devlet olarak da toplum olarak da acınası bir hal almış, Türkiye.
Birkaç fotoğraf karesine sığmaz aslında, ama deneyeyim:
Sur 2015 yılında uzaktan ağır silahlarla bombalanırken ölen oğlunun naaşını alabilmek için altı yılı aşkın zamandır uğraşan, didinen, mücadele veren acılı bir babanın eline bir torba tutuşturmuşlar. “Al, oğlunun kemikleri bu torbada işte!” demişler. Düşünebiliyor musunuz? Bunu yapan devlete devlettir demek mümkün müdür? Barbar dönemlerde, hatta insanların mağaralarda yaşadığı taş devrinde bile ölülerin bedenine saygı esastı. Ölen bir insanın cesedinin kurda kuşa yem olmaması için gömülmesi on binlerce yıldır evrim geçirerek uygarlaşan insanoğlunun önemli bir merhalesidir. Savaşlarda bile düşman ordusunun ölen askerlerinin cansız bedenlerinin toplanmasına ve geleneklere uygun biçimde toprağa verilmesine izin verilir. Ölüye saygı, evrensel bir insani tutumdur. Yakınını kaybedenlere başsağlığı dilemek, acısını anlamak ve ona saygı göstermek gibi ortak insani değerler ve normlar vardır. Ölmüş insan bedeninin bir torbaya konması gibi bir uygulama nedir, lütfen bir düşünür müsünüz? O torbadaki kemikler sadece bir materyal midir? O gencin ölümüne neden olmuş “devlet” (!) onun kemiklerini bir torbaya doldurup, o torbayı acılar içindeki bir babanın eline tutuşturuyorsa, kimse kusura bakmasın, o ülke ve o toplum bitmiştir. Böylesi bir hunharlık ve barbarlık, tüm sorunlardan daha vahimdir ve elimdir.
Bir başka fotoğraf karesi sunayım:
Din adamı görünümünde biri bir videoda kız çocuklarının nasıl davranmaları gerektiğine ilişkin ahkâm keserken, bir kız çocuğunun üzerine giydiği tayttan bahsediyor. Neymiş, kızın başında başörtüsü varmış, ama altındaki açık renk tayttan vücut hatları belli oluyormuş, bu da inançlı Müslümanları tahrik ediyormuş! Yobaz bu pedofil ve sapık düşüncelerinden utanmadan, tecavüzü haklı çıkartacak, meşru gösterecek yorumlarda bulunuyor. Mide bulandırıcı, tiksinç bir video! Keşke bu bakışa sahip olan sadece bu sapık olsaydı. Maalesef toplumda ciddi karşılığı olan bir bakış açısı – ki buna ben yalancı ahlak diyorum. İnsanların uçkuruna odaklanan, öz – nefis – terbiyesini değil, başkalarının hatasını bulmayı merkezine alan, insani değerlerden, insan hakları ve temel hürriyetlerden nasibini almamış, çiğ ve vahşi bir mentalite bu ve de çok ama çok yaygın.
Diğer bir fotoğraf, devleti huzurlarınıza getiriyor:
Mafya lideri Alaattin Çakıcı ile MHP genel başkanı Devlet Bahçeli yine buluşmuşlar. Bahçeli ile Çakıcı kol kola girmiş, yürürlerken çekilmiş bir fotoğraf karesi, adeta ansiklopedilerde “Türkiye rejimi” maddesinden kullanılacak kadar önemli, içerdiği detaylar itibarıyla. Erdoğan’ın ve AKP’nin ortağı olmasından dolayı rejimin taşıyıcı kolonlarından biri olan bir partinin genel başkanının, organize suç örgütü lideri olduğu bilinen bir şahısla bir araya gelmesinin gereği nedir? Gereğini geçelim, bu nasıl olabilmekte ve normal karşılanmakta? Bunun olabildiği bir yere devlet denilebilir mi? Yahu, insaf! Cebinden bir ABD doları çıktığı için, ya da devletin resmi izniyle açılmış, kamu denetiminde olan bir bankada hesabı var diye, veya çocuğunu YÖK’e bağlı bir vakıf üniversitesine yazdırdığından dolayı insanların hapishanede olduğu, teröristlikle suçlandığı, isimlerinin devletin resmi gazetelerinde yayınlandığı bir devlette, mafya lideriyle iktidardaki bir siyasi partinin liderinin bir araya gelmesi, hem de uluorta, tümüyle gözler önünde, basının bulunduğu bir ortamda, normaldir denebilir mi? Eğer bu normalse – ki normal olduğu anlaşılıyor – bu yapıya hala devlet demek mümkün mü?
Başka bir kareye geçelim:
Serdar Ortaç adlı bir pop müzik şarkıcısı, en popüler TV kanallarından birinde, Anadolu yarımadasına yakın Yunan adalarının (12 adaların) “alınması” gerektiğinden bahsediyor. Onlar bizim adalarımızmış! Şu ana alamayacağız, ama “Lozan’ı bekleyelim” diyor. Lozan Antlaşmasının 2023’te ortadan kalkacağını düşünüyor. Adam daha adaların isminden bihaber, “Avşa’ya en yakınını” alalım falan diyor. Tam bir vodvil bu! Çünkü Avşa Ege’de değil, Marmara denizinde! Üstelik zaten Türkiye’ye ait! Marmara Denizi bir iç deniz ve doğal olarak orada Yunanistan’a ait bir ada da bulunmuyor. Şimdi Serdar Ortaç bunları söylemiş, bunun ne önemi var diyenler çıkacaktır. Mesele Ortaç’ın yayılmacı faşizan cümleleri ya da cehaleti falan değil. Yunan adalarının “geri alınması” gerektiği düşüncesi, bu rejim tarafından bilinçli bir propaganda kampanyasıyla halka aşılandı. Cahil kesimlere Lozan Antlaşması’nın 100 yıllık bir süresi olduğu, bu sürenin 2023’te dolmasıyla beraber yürürlükten kalkacağı düşüncesi kabul ettirildi. Zaten yayılmacılığın, husumetin, patolojik milliyetçiliğin adeta bir milli spor olduğu Türkiye toplumunda, çok tehlikeli bir fanatikleştirme operasyonu gerçekleşti. Aynı Almanya’nın 1930’ları gibi, patlamaya hazır bir barut fıçısı söz konusu. Bu tür bir programın dünyada bir hukuk devletinde gerçekleşebileceğini düşünebiliyor musunuz? Akıl almaz bir durumdur ve ürkütücüdür!
Irkçılık patlama yapmış vaziyette, yolsuzluk kaide olmuş, polisler, yargıçlar, savcılar uyuşturucu baronluğu, rüşvet, ahbap çavuş ilişkisi, gayrimeşru kadın-erkek ilişkileri ve fuhuş gibi organize işlere batmış, batmayı bırakın, bu işleri organize eden çetelerin başındalar, bilemediniz o suç örgütlerinin liderleriyle düşüp kalkıyorlar! Ülkede torpil sistemi tüm atamaları biçimlendiren metot durumunda – mülakat diye bir kılıf bulmuşlar, ne merkezi sınavlar, ne hakkaniyet veya liyakat artık işlemiyor. Bu şekilde devletin tüm birimlerine rejim kendi aralarında üleştikleri şekliyle kadroları dağıtıyor. Normal vatandaşın kamu hizmetine girmesine olanak yok. Bitmedi. İhale düzeni tümüyle bu kokuşmuş sistemin yöneticilerine bağlanmış. Devletin denetleme kurumları da öyle. İhalelerde yaptıkları gayrimeşru ve abrakadabra işler ayyuka çıkmış. Siyasetin en tepesindeki makam bu işi haraca bağlamış, oradan komisyon alıyor. Bu hortumlama düzeni en tepeden en aşağı birimlere kadar, devlet teşkilatının her kademesini çürütmüş, kokuşturmuş. Ahlaklı ve yasalara saygılı bir memurun bu sistemde barınmasına – ya da daha doğrusu barındırılmasına – imkân yok.
Gülşen olayında da, Sedat Peker’in ifşalarında da başta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, herkesin sorduğu soru şu: “Bu ülkede dürüst bir savcı, dürüst bir hâkim ne zaman çıkacak?”
Bunlar tabii 17 Aralık 2013’ü unutmuş gibi yapıyor. O zaman oğluyla fısıldaşarak paraların sıfırlanması talimatını veren bir başbakan vardı. Hatırladınız mı Sayın Kılıçdaroğlu ve diğer sözde muhalif liderler? 17 Aralık 2013 soruşturmalarının nasıl apar topar sonlandırıldığını, soruşturmaları yürüten savcıların ve davalara bakan yargıçların hukuksuzca sürüldüklerini, sonra başlarına gelmeyen kalmadığını bilmiyor musunuz? O soruşturmaları Emniyet ayağında yürüten polis memurlarının başına neler geldi, haberiniz yok mu sizin? Hatta geçtik memurları, memurların eşlerine, çocuklarına neler yapıldı, biliyor musunuz? Şimdi elbette bilmezden gelmek ya da düşük profilli, suya sabuna dokunmayan dürüstlük ve temizlik mesajları vermek kolay! Oysa sizler o zaman devletin anayasal güçler ayrılığı ilkesinin ortadan kaldırılmasına göz yumdunuz. Anayasanın tecavüze uğraması bile sizi rahatsız etmemişti! Şimdi neyin şikâyetidir bu! Herkesi salak mı zannediyorsunuz?
Toplumun kokuşması da, devletin kanalizasyon haline getirilmesi de herkesin gözleri önünde gerçekleşti. Kimse “biz bilmiyorduk!” diyemez. Türkiye’de yaşananlar tesadüf değil. Bilerek ve isteyerek buna razı oldunuz. 17 Aralık dosyalarının sümenaltı edilmesi de, Erdoğan’ın “sivil darbe” diskurunun kabul edilmesi de, 15 Temmuz 2016 sonrası Yenikapı Ruhu’na biat etmeniz de tümüyle sizin hatanız. Bu halkın gözleri önünde gerçekleşti her şey. Şimdi beklenen kokuşma ve çürüme oluyor. Ve bu emin olun ki daha başlangıç. Bunlar Türkiye’nin iyi günleri. Bundan sonra çok daha dramatik ve trajik bir süreç başlayacak. Ekonomik erimenin ardından farelerin gemiyi terk etmesine, kalanların birbirleriyle kıyasıya bir bataklık güreşine tutuşmalarına tanık olacağız. Olan zavallı iyi insana olacak.
Gönül isterdi ki o iyi insanların oranı çok daha yüksek olsaydı. Ama çok kitleselleşmiş bir aymazlıkla, yaygın metastaz yapmış invaziv bir sosyolojik kanserle karşı karşıya ülke. Bu durumdan kurtulmak, ancak ve ancak kolektif bir mücadeleyle olabilir. Ve çok uzun soluklu bir mücadeleyi gerektirir. Ben an itibariyle bu kolektif birlikteliğe doğru bir emare de göremiyorum, mücadele ruhunun esasını oluşturabilecek bir plan ve program da! Gidişat fena ve herkesin kemerleri bağlamasında fayda var.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***