Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıyla başlayan savaş oldukça kritik yeni bir safhasına girdi. Rus ordusunun savaşın ilk aşamasında Kiev’i alma teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı, çünkü harekat kötü planlanmıştı, onlarca kilometreyi bulan Rus askeri konvoyunun başşehre giden otoyolda trafik sıkışıklığında bekler gibi günlerce yerinde sayması bunun en bariz göstergesiydi. Ukrayna ordusu Rusya’nın lojistik hatalarından azami şekilde istifade ederek, özellikle Amerikan yapımı, omuzdan atılarak kullanılan Stinger hava savunma füze sistemi ile Javelin tanksavar füze sistemlerini kullanarak etkili bir savunma yaptı. Putin Kiev’i almasının mümkün olmadığını kabullenmek zorunda kalıp Rus ordusunu geri çekti.
“Gerileme halindeki Batı’nın” kendisine toplu bir karşılık veremeyeceğini düşünen Putin’in yanıldığı tek husus bu değildi: Ukrayna milliyetçiliğinin ne kadar güçlü olduğunu anlamadığı gibi Rus ordusunun gücünün de sandığından daha düşük olduğu ortaya çıktı.
Sonraki safhada Rusya Ukrayna’nın doğusunda yer alan, bağımsızlığını tanıdığı Donbas’ın Luhansk bölgesine saldırdı. Rus ordusu üstün topçu gücünü devreye sokarak adeta soluk almadan bölgeyi bombardımana tuttu ve geçen ayın başı itibariyle Ukrayna ordusu Luhansk’tan geri çekildi.
Savaşın üçüncü safhasında ise Ukrayna ordusu Donbas’ın (Luhansk’ın komşusu) Donetsk bölgesinde güçlü bir savunma hattı oluşturdu ve özellikle Amerikan yapımı HIMARS (Yüksek Hareket Yetenekli Topçu Roket Sistemi) sayesinde Rus ordusunun ilerleyişini durdurmayı da başardı. Ukrayna ordusu HIMARS’ı kullanarak düzinelerce Rus komuta merkezini, hava savunma sitelerini ve mühimmat deposunu imha etti, ön cephedeki Rus kuvvetlerine mühimmat akışını engelledi. ABD’nin verdiği 12 adet HIMARS’ın isabetli atışlarla ağır kayıplar verdirdiği, bu nedenle Rusların eskisine oranla topçu gücünü çok daha az kullanabildiği belirtiliyor.
Ukrayna ordusuna daha önce verilen M777 obüslerine kıyasla daha geniş bir alanda ve daha isabetli atışlar yapabilen HIMARS cephede dengeleri Rusya aleyhine adeta altüst etti. HIMARS ateş açtıktan sonra 20 saniye içerisinde yerini değiştirebilme yeteneğine sahip. Bu özelliği Rus ordusunun yerlerini tespit edip karşılık verebilme ihtimalini oldukça azaltıyor. Savaşın başlamasından bu yana Rusya’nın bin kadar tankını kaybettiği, 15-20 bin kadar askerinin öldüğü, 30-40 bin kadar askerinin ise yaralandığı tahmin ediliyor. Sovyet ordusu yaklaşık on yıl süren Afganistan işgali boyunca bu kadar asker kaybına uğramamıştı.
Cumhurbaşkanı Zelensky HIMARS’ın devreye girmesi sonrası ülkesinin asker kayıplarının günde 100-200’den 30’a kadar düştüğünü açıkladı. ABD yakında Ukrayna’ya dört HIMARS daha gönderecek. Biden Yönetimi savaşın büyümesini önlemek için HIMARS’ın Rus topraklarına saldırı düzenlemek için kullanılmamasını şart koştu. Washington’un gönderdiği benzer gelişmiş silahlar için de aynı şart söz konusu.
Fakat uluslararası hukuka göre Ukrayna’nın toprağı olan Kırım yarımadası bu kapsamın dışında kalıyor. Nitekim Ukrayna ilk kez Salı günü Rusya’nın Kırım’daki Saki hava üssüne savaşın boyutlarını değiştirecek kritik bir saldırı düzenleyerek orada bulunan en az dokuz Rus savaş uçağını yok etti. Rus yetkililer hava üssündeki kayıplara dair ayrıntılı açıklama yapmaktan kaçınmakla birlikte, 62 apartmanın ve 20 dükkanın tahribata uğradığını duyurdular. Kiev’in bu saldırıyı nasıl düzenlediği bilinmiyor. Ukrayna “saldırının Özel Kuvvetler tarafından tertip edildiği” dışında ayrıntı vermekten kaçınıyor. HIMARS’ın atış mesafesi 90 km’ye kadar çıkabiliyor, oysa Saki hava üssünün en yakın cephe hattına uzaklığı 200 km’yi geçiyor. Bu nedenle saldırının HIMARS dışında bir sistemle, bir iddiaya göre havadan “kamikaze SİHA’larla” ve karadan Kırım’a sızan (veya zaten orada gizlice faaliyet gösteren) özel timlerin yardımıyla gerçekleştiği sanılıyor.
Ukrayna’nın Kırım’daki hedefleri bombalayabilecek askeri kabiliyetleri bulunduğunun ortaya çıkması Rusya’nın Ukrayna’da işgal ettiği topraklarda tutunabilmesinin artık hiç de kolay olmadığı anlamına geliyor. Kırım’ı güneyde yürüttüğü operasyonlarda lojistik merkez olarak kullanan Rus ordusu için bugüne kadar burası düşman saldırısına hiç uğramadıkları güvenli bir yerdi. Öyle ki Ukrayna’nın saldırısına ilişkin sosyal medyaya düşen videolarda (bunlardan birini aşağıda izleyebilirsiniz), deniz kenarında konuşlanan hava üssünün yakınındaki plajda Rus turistlerin tatillerini geçirecek kadar kendilerini rahat hissettikleri görülüyor. Saldırı sonrası tüm bu rahatlık tabiatıyla hemen kayboldu ve Rus turistler Kırım’ı hızla terk etmeye başladı, bu nedenle yollarda uzun trafik sıkışıklıklarının yaşandığı bildiriliyor.
One more video of explosions at a military airfield in #Novofedorivka, in #Russia|n-occupied #Crimea, south #Ukraine:
— Alex Kokcharov (@AlexKokcharov) August 9, 2022
Ukrayna ordusunun önümüzdeki haftalarda Rus işgali altındaki kritik Herson şehrini geri almak için karşı taarruza geçmesi bekleniyor. Rus ordusu Kırım’da asker ve mühimmat intikali, ikmali yapmakta zorlanırsa bu taarruzu püskürtmekte oldukça zorlanacaktır. Batı bu karşı taarruzun belli oranda da olsa başarıya ulaşmasını çok önemsiyor, bunun Batı ittifakında moralleri yükseltirken Putin’in durumunu daha da zora sokacağı hesaplanıyor. Ağır kayıplar veren Rus ordusunun halihazırda toparlanabilmek için biraz zamana ihtiyacı var, hedef buna müsaade etmeden harekete geçilerek Rusya’nın zayıflığından azami istifade etmek.
Rusya sadece askeri açıdan değil ekonomik bakımdan da ciddi sıkıntılar içerisinde. Yale Üniversitesi’nden bir grup ekonomistin, farklı kaynakları detaylı bir okumaya tabi tutarak hazırladığı, geçen hafta yayınlanan bir raporda bu durum ayrıntılı şekilde ortaya koyuluyor. 118 sayfalık raporda, Rusya’da sanayi üretiminin Batı yaptırımları yüzünden kritik ara malları ve yedek parçaları elde edememesi nedeniyle tamamen durma noktasına geldiği, Rus ekonomisinin Avrupa’ya, Avrupa’nın Rusya’ya olduğundan çok daha fazla bağımlı olduğunun ortaya çıktığı belirtiliyor. Raporun bazı çarpıcı bulguları şöyle: Rus perakende satışları ve tüketici harcamaları yıllık yüzde 15-20 oranında düştü. Çin’den yapılan önemli ithalatlar bile yarıdan fazla azaldı. Araba satışları ayda ortalama 100 bin seviyesinden 27 bine kadar indi, çünkü parça ve makine eksikliği nedeniyle üretim durdu. Kritik ithal parçaları artık temin edemeyen Rus oto fabrikaları, hava yastığı ve ABS frenleri olmayan arabalar üretebiliyor.
Rus devlet istatistik kurumu Rosstat tarafından açıklanan yeni rakamlar, Batı yaptırımlarından bazı sektörlerin ne kadar ağır darbe aldığını gösteriyor: Haziran’da otomobil üretimi yıllık %89, bilgisayar üretimi %40, çamaşır makinesi üretimi ise %59 oranında düştü. İlaç üretimi gibi diğer yüksek teknoloji sektörleri de sıkıntıda. Rusya Merkez Bankası’nın geçen ay yaptığı bir araştırma, ilaç üreticilerinin yüzde 40’ının içerik ve ekipman ithalatı için ikame bulamadığını ortaya koydu.
Öte yandan savaş nedeniyle enerji fiyatlarında yaşanan artışın Batı’da Trump gibi popülistlerin yelkenlerini şişireceğinden endişe edildiğinden Biden Yönetimi üzerinde Ukrayna’ya çok daha fazla destek verilerek Putin’in savaşı uzatmasını engellemesi için ciddi bir baskı var. Savaşta erken bir zaferin önemi pek çok açıdan önem kazanıyor. Bunun belli başlı üç nedenini şöyle sıralayabiliriz. (I) Ukrayna’nın karşı taarruzunun başarıya ulaşması ABD’de 8 Kasım’da düzenlenecek ara seçimlerde (Biden’ın partisinden) Demokrat adayların işini kolaylaştıracaktır. (II) Trump’ın yeniden aday olup Beyaz Saray’a dönebileceği ihtimalinin yabana atılamaması, Almanya gibi müttefiklerde Rusya’yla kapışmanın uzaması halinde ABD’ye ne kadar güvenilebileceği sorusunun doğmasına yol açıyor. (III) Batı’nın Rusya’nın “kolunu bükememesi” durumunda Çin gibi daha güçlü bir hasma karşı başarılı olma ihtimalinin bulunmadığı kanaatinin doğacağı, bunun da sonraki süreçte Çin karşısında Batı’yı zayıf düşüreceği endişesi söz konusu…
Cephede savaşın geldiği bu kritik yeni safha iyi anlaşılırsa Erdoğan’ın Türkiye’yi nasıl bir çapraz ateş ortasında bırakmak üzere olduğu daha iyi görülecektir. Bir yandan Madrid’deki NATO zirvesinde, Rusya’yı ana tehdit olarak belirleyen strateji belgesinin altına imza atarak Türkiye’yi Batı askeri ittifakının bir parçası olarak tutmayı sürdüren Erdoğan, attığı bu imzanın üzerinden kırk gün geçmeden Putin’le iki kez görüşerek dostluk ve dayanışma mesajları verdi. Türkiye’nin Batı ve Rusya arasında Ukrayna üzerinden yaşanan kapışmada Batı saflarında öncü rol alması, ekonomik açıdan Rusya’ya olan aşırı bağımlılığı nedeniyle doğru olmazdı belki ama böylesine şiddetli bir çatışmada Batı’yla ittifak ilişkilerini zedelemeyeceği (hatta ilerleteceği) ve Rusya’nın hışmını çekmeyeceği bir uzaklıkta “hadiselere muntazır kalması” en akıllı yaklaşımdı. Oysa Erdoğan Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini diğer 29 NATO üyesi (Orban liderliğindeki Macaristan bile) desteklerken Türkiye’yi tek başına karşı tutum takınan ülke haline sokarak Batı’da Türk aleyhtarlığının artmasına sebep oldu, her çağırdığında ayağına adeta koşa koşa gidip Putin’le samimi pozlar vererek Türkiye’yi NATO ittifakında “güvenilmez ve öngörülmez” bir ülke konumuna düşürdü.
Bir denge politikası yürütebilmek için siyasi, ekonomik ve askeri açıdan güçlü bir konuma sahip olmanız gerekir. Bunu şöyle bir örnekle açıklamaya çalışayım: Düşünün ki iki elinizle iki farklı kişinin çektiği iki ayrı ipi tutuyorsunuz, siz yeterince güçlüyseniz bu kişiler siz ipleri çektikçe etrafınızda dönerler, yok eğer onlar sizden çok daha güçlüyse ve birbirlerine karşı da mücadele halindeyseler bu durumda sizin haliniz bir o tarafa, bir bu tarafa savrulmaktan ibarettir, gelişmeleri kontrol etme gücünüz yoktur. Nitekim Erdoğan’ın da bu tür savrulmalar içerisinde olduğu görülmektedir.
AKP Genel Başkanı önce Finlandiya ve İsveç’in liderlerine NATO üyeliklerini destekleyeceğini söyledi, sonra birdenbire bu desteği inandırıcı olmayan gerekçeler ileri sürerek geri çektiğini duyurdu. Bilahare öğrendik ki bu gelgitler yaşanırken Gazprom Türkiye’ye sattığı doğal gazın yüzde 60’ını taşıyan, Karadeniz’den geçen Mavi Akım hattında 18-29 Mayıs arasında bakım-onarım çalışması yapacağı bahanesiyle akışı on gün boyunca durdurmuş. Rus şirket gaz akışını keseceğini sadece iki gün önce Türk tarafına bildirmiş ki bunun daha önce örneği bulunmuyor. Rusya bir kaç hafta sonra da Almanya’ya gaz taşıyan ana hat olan Kuzey Akım 1’de de gaz akışını, yine bakım-onarım bahanesiyle yüzde 40’a kadar düşürdü. Artık Putin’in gaz akışlarını ilgili ülkeler üzerinde bir tehdit aracı olarak kullandığı iyice ortaya çıkmış durumda. Bu şartlarda böyle bir hamlenin Erdoğan’a verilmiş ciddi bir gözdağı olduğuna kuşku yok. Almanya ve diğer Batılı ülkelerden farklı olarak maalesef Türk ekonomisinin, Rusya’nın gazı kesmesi halinde iyice yükselecek enerji faturalarına karşı milyonlarca dar gelirli vatandaşını desteklemesini sağlayacak bir gücü bulunmuyor. Belli ki “Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerini veto etme” hamlesi Putin’e yapılmış bir göz kırpmaydı. Fakat Erdoğan Batı’nın tepkisi karşısında o hamlesinin de arkasında duramayarak geri adım attı ve vetosunu kaldırdı.
Ukrayna tahılını Türkiye aracılığıyla dünya pazarlarına ulaştıran “tahıl koridorunun” açılması Erdoğan hükümeti için bir başarı olmakla birlikte bunun yukarıda özetlemeye çalıştığım dengeleri değiştirecek çapta bir önemi olduğundan bahsedilemez. Eğer “tahıl koridoru” savaşın barış müzakereleriyle biteceğini gösteren ciddi bir gelişme olsaydı iş değişirdi. Fakat yukarıda özetlediğim gibi çatışmaların biteceği değil şiddetleneceği kritik bir aşamaya geçilmek üzere olunduğuna dair işaretler oldukça güçlüdür.
Batı yaptırımlarıyla ekonomik açıdan boynuna geçirilen ilmeği biraz daha rahat nefes alabilmek için genişletmek isteyen Putin’in, ciddi bir ekonomik krizden geçiyor olması dolayısıyla zor durumda bulunan Erdoğan’ın bu zayıflığından istifade etmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın Soçi ziyareti sonrasında verdiği mesajlar bu algıyı güçlendirmektedir.
Şu an Rusya’yla kapışmaya odaklanmış Batı, bir de Erdoğan’la “uğraşmak” istemediğinden AKP liderine karşı olabildiğince alttan alan bir tutum takınmaktadır. Batı’nın Erdoğan’ın fırsattan istifadeyle Rusya üzerinden bazı ekonomik kazanımlar elde etmesine olumlu bakmasının söz konusu olmadığı, hatta bunları “not alarak” içten içe kızgınlıkla izlediği belli olmakla birlikte, “çapı fazla büyümediği” müddetçe bu kazanca göz yumabileceğini de beklemek gerekir.
Fakat mesele şudur: Türk ekonomisi o kadar derin bir ekonomik kriz sarmalına düşmüş durumdadır ki Erdoğan için “küçük çaplı” kazanımlar yetmemektedir. Öte yandan Putin’in de Erdoğan’ın kendisine mecbur olduğunu hissettiği oranda “küçük oynamakla” yetinmeyeceği aşikardır. Tüm gücünü Rusya’yı zayıf düştüğü anda bastırarak yenmeye teksif etmiş Batı’nın Erdoğan’ın Putin’i rahatlatacak herhangi bir adımına seyirci kalmayacağını öngörmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
ABD güvenlik ve istihbarat kurumlarıyla yakın teması olduğu bilinen, Washington Post gazetesinin tecrübeli köşe yazarlarından David Ignatius “tahıl koridoru” anlaşmasının Türkiye’nin arabuluculuk rolünün bazı faydaları olabileceğini göstermekle birlikte Erdoğan’ın “NATO için güvenilir, şâyân-ı îtimat bir ortak” olarak görülmediğini belirtiyor. Ignatius “Erdoğan gerçekten NATO ve Rusya arasında eşit uzaklıkta konumlanmaya çalışıyorsa, kendisini fazla akıllı zannediyor demektir. Zayıflayan bir Rusya’ya yanaşmak bana hiç de akıl kârı gelmiyor” diyor. Aynı gazetede Putin-Erdoğan görüşmesine ilişkin yayınlanan haber analizde ise Batılı yetkililerin, Rusya’yla yapacağı herhangi bir işin ekonomisi ile finans sektörünü sıkıntıya düşüreceğini ve dünyanın geri kalanıyla iş yapmasını zorlaştıracağını bilerek Erdoğan hükümetinin şimdi bir seçim yapması gerektiğini vurguladıkları kaydediliyor.
Batı’da müesses nizamı temsil eden, önde gelen yayın organlarından bir diğeri olan İngiliz Financial Times (FT) gazetesi ise bir hafta içinde birisi başyazı olmak üzere konuya ilişkin iki dikkat çekici makale yayınladı. İlkinde Türkiye ve Rusya arasında yoğunlaşan ekonomik ilişkilerden dolayı endişeli olan Batılı ülkelerin, Moskova’ya yaptırımları delmesi için yardım etmesi halinde cezalandırıcı misillemelere maruz kalma riski konusunda Ankara’ya yönelik ciddi uyarıları paylaşılıyor. Gazetenin görüştüğü altı Batılı yetkili, Putin ve Erdoğan’ın Soçi görüşmesinde ticaret ve enerji alanında işbirliğini ilerleteceklerine dair yaptıkları anlaşmadan kaygı duyduklarını belirtmiş.
FT başyazısında ise Erdoğan’ın oldukça riskli bir ikili oyun oynadığını, Moskova’ya yaklaşmasının ABD’nin misilleme yapmasına yol açabileceği uyarısını yapıyor. Yazıda mealen şöyle deniliyor: “Batı, Erdoğan’ın yaptırımları delmesine göz yumarsa, Çin gibi diğer ülkelerin de aynısını yapmasını engelleyemeyecektir, ki Pekin şimdiye kadar bu konuda oldukça dikkatli davranmaktadır. O yüzden Batı ittifakı için Erdoğan’a müsaade edilmemesi, Rus yaptırımlarına küresel çapta uyulmasını sağlamak için önemlidir.” Başyazıda “üst düzey bir Batılı yetkilinin” şu ikazı paylaşılıyor: “Eğer Erdoğan Soçi toplantısı sonrası Rusya’yla ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirileceğine dair ifadelerini uygulamaya sokarsa Batılı ülkeler kendi şirketlerine ve bankalarına Türkiye’den çıkması çağrısında bulunabilir.” Başyazı şu cümleyle bitiyor: “Erdoğan jeostratejik poker oyununda elini fazla oynamaktan (boyundan büyük bir işe kalkışmaktan) endişe etmelidir.”
Türkiye ekonomisini kötü idareyle ve muazzam yolsuzluklarla ağır bir krize sokan AKP liderinin, 2023 seçimleri öncesi önüne gelen anketlerdeki kendisi için iç karartıcı tablonun da verdiği meyusiyetle, ülkeyi çok zor durumlara düşürebilecek tehlikeli bir kumar oynamaya hazırlandığı görülüyor. Putin Batı yaptırımlarının boğucu etkisinden bir nebze kurtulurken, bir yandan da on milyarlarca dolar akıtarak Erdoğan’ı seçim öncesi rahatlatmak suretiyle Türkiye üzerinde de etkinliğini iyice artırırken Batı’nın tüm bu olacaklara “Türkiye’nin çökmesinden, mültecilerin Avrupa’ya dolmasından endişe ettiği için” seyirci kalacağını gerçekten zannediyorsa AKP lideri büyük bir yanılsama içerisindedir.
İktidar medyası kendisi ne yaparsa yapsın bir hikmet bulup alkışlamak zorunda olduğu için Türkiye’de Erdoğan’ın oynamaya hazırlandığı bu tehlikeli oyunun kamuoyunca ne derece bilindiği meçhuldur. Muhalefetin tam manasıyla dış politikada olup biteni ehliyetle takip ettiğini ve gidişatın farkında olduğunu gösteren bir tutum içerisinde bulunduğu da pek söylenemez. Bu ortamda Türkiye’nin bir asır önce yaşadığı felaketlerin benzerine maruz kalması işten bile değildir.
Serbest Görüş:
dErdoğan, Hamaney’in ‘azarlarına’ neden cevap veremedi?
dErdoğan’ın kafasında ‘kazanmak için’ bir oyun planı var mı?
Yazıyı Zekeriya Sertel’in Balkan Savaşları sırasında yaşadığı acı bir hatırayla bitirmek bu bakımdan sanırım yerinde olacaktır. Selanik Valisi Nazım Paşa gazetecileri önemli bir haber vermek üzere vilayet konağına çağırır, gerisini Sertel’in kaleminden aktarıyorum: “Hepimiz merakla gözlerimizi paşaya dikmiştik. ‘Düşman Karaferiye’de (Kırklareli’nde) bozguna uğratıldı. Elli bin kişi esir edildi. Bu esirler yarın sabah trenlerle şehrimize getirilecektir. Halka müjdeleyin. İstasyona gidip karşılasınlar” dedi. O gün hemen olağanüstü yayın yaparak büyük puntolarla bu haberi halka bildirdik. Ertesi gün biz de erkenden istasyondaydık. Heyecanla esirleri getirecek treni bekliyorduk. Bir süre sonra uzaktan tren gözüktü. Halk arasında bir alkış tufanı koptu. Tren alkışlar ve sevinç naraları arasında süzülerek istasyona girdi. Hepimizin gözleri pencerelerde. Fakat pencerelerden Yunan kasketleri ve Yunan süngüleri uzanıyordu. Beklediğimiz elli bin esir yerine, elli bin Yunan askeri gelmişti.”
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***