YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Harp Okulu öğrencilerinin Mavi Otobüs belgeselini izledim. Bunca yaşanandan sonra artık nasırlaştığını düşündüğüm duygularımın seline kapıldım. Kötülüklerin sonu olmaz mıydı? Her yaşanan mı diğerlerinden daha kötü olurdu? Bu kadar vahim miydi fesatlık? Hiç mi basiretli birkaç insan çıkıp dur demezdi olan bitenlere? Hiç biri en azından kendi çocuklarını düşünerek doğrudan ve iyiden yana karar alamazdı? Topluluk psikolojisinin sorumsuzluğuna sığınarak, hiç düşünmedikleri haksızlıkları ve hukuksuzlukları yaptılar, kurban ayrımı yapmaksızın. Ve devlet dedikleri organizasyonu bir tür kıyma makinesine dönüştürdüler. Kendilerinin rahatı, maddi beklentilerinin karşılanması, rahatları, güçleri, ne derseniz deyin, etik olmayan, dürüst olmayan, insani olmayan, medeni olmayan bir yola girdiler. Tuzak kurdular masum insanlara. Kendi insanlarına! Kendi halklarına!
Devlet tuzak kurmaz oysa. Kurarsa devlet olamaz. Mafya tuzak kurar. Çeteler tuzak kurar. Hainler tuzak kurar. Kötü niyetliler, art niyetliler, şahsiyetsizler tuzak kurar. Devlete tuzak kurdurdular. Devleti devletlikten ettiler. Bunu yapan siyasi sorumlulardı, üst düzey bürokratlardı. Tuzak kurduklarında siyasi sorumlu olmaktan da, üst düzey bürokrat olmaktan da çıktılar. Anayasalarına ihanet ettiler. Devletlerinin kurulu olduğu mimariyi tahrip ettiler. Yasa dışı alana çıktılar. Dolayısıyla ne makamları-mevkileri, ne de yetkileri bakımından artık meşru ve hukuki zeminde değiller. Bunu biliyorlar. Bu nedenle halkın anlattıkları masala inanmaya devam etmesi çok hayati önemdedir. Dolayısıyla iş tuzağı kurmakla ve tuzağın gereğini yapmakla bitemezdi. Yaptıklarını yaptılar. Sonra onu kendi menfaatlerine yarayacak şekilde bir öyküye dönüştürdüler. Minareyi kılıfına uydurma operasyonu yaparak, rejimin diskurunu oluşturdular. Mavi otobüste kaosa, ölüme, günah keçisi olmaya, kurban edilmeye götürdükleri Harbiyelileri bu tuzağın ana taşıyıcısı olan kolonlardan biri olarak görüyorlardı.
Anlattıkları öyküye insanları inandırabilmek için tüm medyayı kendilerine bağladılar. Gerek maddi menfaat ilişkileri üzerinden, gerekse baskı, tehdit ve yıldırmalarla, kendilerinin dümen suyunda hareket edecek bir yazılı-görsel basın oluşturdular. Muhafazakâr veya seküler, sol veya sağ bakmaksızın, son altı yılda herkes bu hikâyeyi, anlatır oldu.
Soru sormayan, çelişkileri veya tuhaflıkları araştırmayan, saklanan sırları veya bilinen sözde bilinmezleri araştırmayı umursamayan, kendilerine verili güvenli sahanın içinde kalarak gazetecilik yapıyormuş gibi yapan insanlar, çürümenin en azından siyasi karar alıcıları ve onların bürokratik icracıları kadar sorumludur bu olanlardan. Onlar da bu tuzağın icracılarıdır, uygulayıcılarıdır, ajanlarıdır. Onlar da tuzağın kuramcıları ve planlayıcıları kadar etik değerlerden yoksundur. Mavi Otobüsün altında kalan yalnızca bu berbatlıklar rejiminin mümessilleri ve araçları değildir. Aynı zamanda o rejimin beslediği, kullaştırdığı, beyinlerine ket ve kilit vurduğu, ruhlarını satın veya rehin aldığı medya mensuplarıdır, akademisyenlerdir, aydınlar, yazar-çizerlerdir.
Tuzağa düşen bir ülkenin ve onun eğitimsiz ve azgelişmiş halkının aydınları! Külahımın entelektüelleri! Sözde demokrasi kahramanları! İdeolojilerinin önyargılarını kıramayan araştırmacı gazeteciler, mesleğin duayenleri! Yazıkları olsun!
Kendilerine terörist, “FETÖ’cü”, vatan haini, dış güçlerin maşası falan diyenlerin diskurunu kabullenmek nasıl bir duygudur? Eğer kendilerine bu ithamlarda bulunanlar otokrat ve hırsızsa, sadece kendilerini eleştirdiklerinde mi haksızlık yapmaktadır? Kendilerinden olmadıklarını düşündükleri insanlar aynı otokratlar ve hırsızlar tarafından itham edildiklerinde, nasıl oluyor da onları inandırıcı buluyorlar? Akıllarına gelmiyor mu, kendilerine iftira atanların aynı şeyi başkalarına da yaptıkları? Yoksa işin içinde başka bir şeyler mi var? Yoksa esas mesele, ideolojik olarak nefret ettikleri ve kategorize ettikleri insanların en temel haklarını, masumiyet karinesini veya parya olmadıkları gerçeğini bile reddetmeleri mi? Daha açık yazayım: Nefret ettikleri Gülen Cemaati’nden olduğuna inandıkları insanların insan ve vatandaş olmalarından kaynaklı haklarına yok muamelesi yapmayı bilerek ve isteyerek seçmeleri mi? Yani şunu demek istiyorum: Mesele görememek değil, görmemek veya bakmamak mı?
Mavi Otobüsle lince gönderilen gencecik Harbiyeliler, işte böyle bir ortamda tuzağa düşürüldü. Tanrılar kurban istiyordu, ve en kolay günah keçisi Harbiyelilerdi. Onların nezdinde satranç masasındaki bir piyon kadar bile değeri olmayan o genç insanlar, böylece ölmeye itildi. Komutanları başta olmak üzere, herkes onlara ihanet etti. Polisler onları korumadı, halkları onları korumadı, cumhurbaşkanları veya bakanları onları korumadı, milletvekilleri onları korumadı. Savcılar ve yargıçlar onları korumadı. Kan isteyen, kurban isteyen, intikam isteyen, anlatılan masallara etle, canla inanmak isteyen bir grup onları linç etti. Aynı grubun sıcak evlerinde televizyon karşısında oturan ve olan biteni aynı nefreti ve ahlaksız şehvetle izleyen milyonları da onların uğradığı lince tempo ve alkış tuttu.
Ölenler öldükleriyle kalsın istediler. Boş yere hapse tıkılan ve geri gelmeyecek altın yılları çalınanlar unutulsun istediler. Nasılsa kendi oğulları ve kızları yanlarındaydı! Nasılsa kurbanlar kendi çocukları değildi.
Şerefin, haysiyetin, dik duruşun, dürüstlüğün, iyi insan olmanın kitabını yazdı “necip Türkler”. Helal olsun size! Tam da hak ettiğiniz ülkede yaşamaktasınız. Tam da hak ettiğiniz muameleyi görüyorsunuz. Tam da hak ettiğiniz yarınlar geliyor, her gün, her hafta, her ay, her yıl! Yakınmayın, hayıflanmayın, ağlamayın, sızlanmayın! Bu Türkiye sizin eserinizdir. Tuzak kurduklarınız Harbiyeliler miydi sanıyorsunuz! Siz kendinize tuzak kurdunuz. Kendinize kurulan tuzağa tempo ve alkış tuttunuz.
Üç dört yürekli, başarılı, akıllı, kariyerli, güçlü gencin kıt kanaat amatör olanaklarla çektiği bir belgeselin, Mavi Otobüsün altında kaldınız hepiniz.
Nedim Şener’inden İsmail Saymaz’ına, Cüneyt Özdemir’ine, Can Dündar’ından Erk Acarer’ine, aranızda zerre kadar fark kalmadığını göstermiş oldunuz. Yazdıklarınız orada duruyor. Yarın bir gün utanacaksınız o yazdıklarınızdan. Bulmaya çalıştığınız bahaneler elinize ayağınıza dolaşacak. Çocuklarınız neden rejimle aynı dili konuştuğunuzu soracak. Doktora tezlerinde dönemin havuz medyası çalışılırken isimleriniz alt başlıklarını süsleyecek akademik tezlerin. İletişim fakültelerinde nasıl gazeteci olunmaz konulu tartışmalarda örnek vaka olacaksınız her biriniz.
Tuzak kuran mı daha suçlu, tuzağın tuzak olduğunu bilmesine karşın tuzağın tuzak olduğunu söylemeyen mi? Sadece tuzağı kuranlar mıdır tuzağın sorumluları? Yoksa ortada bir tuzak olduğunu gördüğü ve bildiği halde tuzağı gizleyen, hatta tuzak falan olmadığını söyleyen mi? Hangisi?
İğreniyorum be sizin devletinizden. Ama en çok sizin gibilerden iğreniyorum. İnsanın kötüsünden korkacaksın. Ama en çok insanın kötülüğünü gizlemeye çalışandan korkacaksın. Çünkü devlet canlı bir varlık değil. Sizin gibiler yüzünden böyle oldu. Tuzağa düşmeye razı olmakla kalmadınız, tuzağın varlığını reddettiniz. Tuzağa kendiniz bile düştüğünüz halde! Sizin, zekânızı, davranışınızı anlamak mümkün değil. Tek bir şeyi anlıyorum ama: şahsiyetinizin ve etik standartlarınızın gereğini yapıyorsunuz.
Mavi Otobüs’teki Harbiyelilerin ahı üzerinize olsun.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***