“İnsanlar mümkün olan en uzun yolu izler, sayısız çıkmazlara atlar ve her türlü hatayı yapar. Sonra tarihçiler ortaya çıkar ve bu karışık, doğrusal olmayan sürecin özetlerini yazar ve basit, düz bir çizgi gibi görünmesini sağlar.”
Dean Kamen
Bu hafta, bazılarımız için dini bir bayram, bazılarımız için tatil fırsatı ve bazılarımızın belki de çok daha fazla çalışmak zorunda kaldığı bir hafta oluyor.
Benim için ise uzun bir tatil fırsatı. Yıllarca çeşitli görevlerim nedeniyle bu kadar uzun bir süre evde stabil kalmadım. Bu duruma alışmak zor oluyor. Fakat güç toplamak için gerekliymiş, şimdi daha iyi anlıyorum.
Tuzla’da çalıştığım firmada mesaim bittikten sonra çalışan dostlarla güzel bir bayramlaşma yaşadık. Gayr-i İslam olduğumu bilmelerine rağmen içten bir şekilde bayramımı kutlamayı unutmadılar. Bayramın ilk gününde ise inanın, Paskalya Bayramı’nda arandığımdan daha fazla arayan ve mesaj atan arkadaşlarım oldu. Ben de tabii bayramı bayram gibi gören dostlarımı arayarak kutlamalarına ortak oldum.
Peki bu bayramlaşma hali sizce ülkenin ne kadarında eskisi kadar doğal görülüyor? Geçmiş yıllarda babamı kaybetmeden evvel babam AGOP MIHÇI’nın Konya Ereğli belgeseli mütevazi şekilde çekilmişti. Ailemi tanıyan İslam dininden komşularımız bayram günlerini de anlatmışlar. Yaş almış eski bir komşumuz olan teyzemiz Ereğli şivesiyle ninem için “Ah Mari’im, ah ah, o çok has kadındı. Kendi yumurta bayramında soğan kabuklarıyla boyadıkları yumurtaları hepimize dağıtırdı. Biz de kurbanı kestiğimizde ilk Agop’ların evine yollardık.” sözleri 1950’de Konya’nın ilçesi olan Ereğli’nin hafızasında. Benzer örnekleri Anadolu’nun hafızasında bulmak mümkün. Az bırakılanların çoğunlukla yaşadığı yerleşim yerlerinde bu güzellemeleri aslında bir dönem çok duyardık. Gerçekten çok değerli hatıralar bizleri de duygulandırır.
Peki bu günlerde Anadolu’da bu cümleleri kuran insan sayısı ne kadar? Ya da bu duyguların değişmesine neler sebep oldu?
Arkanıza yaslanın ve düşünün. Kurban kesen kaç kişi yan komşusu bir Hristiyan ise kurban etinden verir? Ya da bizlerin bayramında (Zadig – Paskalya) o boyalı yumurtayı yediğinde dini değişir diye çekinecek insanlarla bir çoraklaşma yaşandığını fark etmiyor muyuz?
Size netlikle söyleyebilirim ki istisnalar hariç artık Anadolu’da Ermeni kelimesi hazine ve define bulma dışında nefret diline dönüştürüldü. Bu nefret söylemi eğitim çağlarından başlayarak medyanın çabasıyla artmaya devam ediyor.
Geçenlerde değerli hocam Ohannes Kılıçdağı’nın bir tweetini gördüm. Epeyce bir süredir ‘’FANATİK ERMENİLERLE MÜCADELE’’ adında bir oluşum varmış. Daha sonrasında internetten araştırdığıma göre bu oluşum başka yapılarla birleşerek vakıf olma çabasında olduğunu okudum. Fanatik kabul edilen Ermeniler acaba kimleri görürler diye düşündüm. Türkiye’de Agos’ta yazan ve bir elin 5 parmağını geçmeyen arkadaşlar ile siyasi alanda mücadele veren Garo Paylan geldi aklıma. Bu fanatiklerden biri de ben olmalıyım diye düşündüm. Agos yazarlarını da Garo’yu da tanırım. Gayet demokrat çizgiden yazan, konuşan insanlar. Bazen içe dönük eleştiri de yaparlar. Onlar fanatik kişiler değil. Eee bu durumda fanatik olarak geriye ben kalıyorum. Benim de tek fanatik olduğum konu Fenerbahçe (kombine aldım hava atmak gibi olmasın.) Eğer Fenerbahçe’nin ilk marşını besteleyen Ermeni müzisyen Krikor Sinanyan Efendi (1909) yüzünden öyle görülüyorsam bilemem.
Demagoji yapmadan hepimizin malumunu yazayım. Resmi ezber tarihi kabul etmeyen her unsur fanatik ya da aşırı uç olarak görülüyor. Dolayısıyla bazılarının gözüne fanatik görünme ihtimalimiz yüksek.
Geçenlerde yine sosyal medyada takip ettiğim bir arkadaş, bazı yerleşim yerlerinin eski adlarını paylaşmıştı. Ben de ekleme yaparak Muş- Daron yazdım. Bu yazımın altına yazılan nefret söylemlerini okuyunca gerçekten sosyolojik açıdan nereden nereye demek zor olmuyor. Muş’un eski adını söylemem bile çoğunluğun gözünde Fanatik Ermeni olmak anlamına geliyor. Geçmişi unutturmak ve bellekleri yok etmek ne acıdır ki ülke sisteminin bir parçası. Bunu hatırlatanlar da öcü, düşman ve tabii fanatik. En nihayetinde bölücü…
Görüyoruz Ermenistan ve Türkiye arasında uzlaşma için görüşmeler yapılıyor. Bu uzlaşmaya köprü olması gereken kişiler aslında Türkiyeli Ermeniler. Bizler Türkiye vatandaşı Ermeni ve bu coğrafyanın insanıyız. Bizler gibi fanatik görülenler köprü kurmak isteneceği zaman ihtiyaç duyulması gereken insanlar olacak ve olmalıdır da. Bu da yaşadığımız coğrafyaya borçlu olduğumuz bir doğal görev aslında. Eğer murat edilen barış ise Fanatik Ermenilerle Mücadele birlikteliği değil, Ereğlili komşumuzun söylediği cümlelerin belleklere yeniden kazandırmak için toplumlara hatırlatma yüceltilmeli. Anlaşılamamış konulardan ziyade geçmişte ortak yaşamın inşa edilebildiği dönemler üzerinden sorunları çözmek gelecek adına umut olur.
Geçen günlerde Sn Erdoğan ve Sn Paşinyan karşılıklı bayramlarını kutlamışlar. Bu kutlamalar elbette değerli ama bir normalleşme isteniyorsa bunun yolu öncelikle ülke demokrasini güçlendirmekten ve halklar arasındaki köprüleri kurmaktan geçiyor. Başından beri her ülke halklarının normalleşme sürecini sağlayacak bir çabanın ne yazık ki ülkelerin iç politikalarına yansımadığını fark etmek güç değil.
Yine de tüm zorluklara rağmen halklar ve ülkeler arasındaki barışın inşasına katkıda bulunacak normalleşme kelimesinin kullanılmasını önemli görüyorum.
Neyse bu yazımda çok daha derinlere girmeyim. Bayramı bayram tadında kutlayan tüm dostlarımın da duaları barış olsun.
Yazımın sonunda 2 Temmuz’da coğrafyamızın en büyük acılarından olan Madımak’ta katledilen canları ve Yugoslavya İç Savaşı sırasında yaşanan Srebrenica katliamında katledilen insanları üzüntüyle anıyorum.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***