Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Huneyn Savaşı ve sayısal çokluğun böbürlendirmesi

Huneyn Savaşı ve sayısal çokluğun böbürlendirmesi


YORUM | AHMET KURUCAN 

Baştan söyleyeyim. “Gelecek projeksiyonu” yazılarının arasına girecek okumaya başladığınız yazı. Bunu takiben iki yazı daha kaleme alacağım. Yani 3 yazılık bir seri olacak. Neden? Bir sohbet esnasında dile getirdiğim bu konuyu “Mutlaka kaleme al” diyen arkadaşlarımın ısrarı nedeniyle. Bir mana ifade eder ya da etmez bilmiyorum, onun kararını sizler vereceksiniz okuyucular olarak ama ben onları kıramadım. Neden sorusunun cevabı bu.

Huneyn Mekke ile Taif arasında Taif’e 3 mil uzaklıkta bir vadinin adıdır. Mekke fethinden sonra Hevazin ve Sakif kabilesi kendi aralarında anlaşmış ve Müslümanlarla savaşmak için güçlerini birleştirmişlerdi. Eşleri ve çocuklarını da kendilerini savaşa teşvik için beraberinden getiren bu iki kabilenin toplam 4 bin kişilik bir ordu olduğu kayıtlıdır kitaplarımızda. Bu durumu istihbari faaliyetiyle haber alan Allah Resulü (sas) yaklaşık 12 bin kişilik ordu ile Huneyn’e gitmiştir. Rivayetlere göre 10 bini Mekke fethine katılan geriye kalan 2 bini de yeni Müslüman olanlardır. Bu 2 bin kişi içinde sırf ganimet tutkusuyla savaşa Müslümanlar safında katılmak isteyen müşrikler de olmuş hatta askeri teçhizat yardımı da yapmışlardır. Safvan b. Umeyye, Nevfel b. Haris, Suheyl b. Amr bunlardan sadece üçüdür. Kaynaklar müşrik olduğu halde maddi menfaat devşirme düşüncesiyle Müslüman ordusu saflarında savaşan bu müşrik sayısının 80 olduğunu kaydeder.

Kendilerinin üçte biri kadar olan bu topluluğa karşı bazı Müslümanların sayısal çokluklarına bakarak “Bu ordu yenilmez!” veya “Bugün sayı azlığından dolayı asla mağlup olmayız” dedikleri vakidir siyer kitapların öğrendiğimiz bilgilerde. Fakat savaşın başlangıcında çok ciddi bozgun yer Müslüman ordusu ve sağa sola kaçmaya başlarlar. Bu manzarayı gören Allah Resulü’nün “Ben peygamberim bunda yalan yok. Ben Abdulmuttalib’in torunuyum, bunda da yalan yok” diyerek etrafından dağılan kişilere seslendiği tarihen sabittir. Bu arada Efendimizin amcası Hz. Abbas da aynı kişilere yaptıklarının yanlışlığını anlatmak ve onları intibaha getirmek için olsa gerek, “Hudeybiye’de Rıdvan ağacının altında dönmemek üzere söz verenler nerede?” diye seslenmiştir. Bu çağrılar cevapsız kalmamış, ilk anda yedikleri bozgunun verdiği moral bozukluğunu çabuk atlatan Müslümanlar yeniden toparlanmış ve savaş galibiyetle neticelenmiştir.

İşte Kur’an bu yaşanmışlığa kendi sayfaları arasında şu şekilde yer verir: “Şu kesindir ki Allah size (Bedir, Hendek, Hayber gibi) birçok savaşta yardım etti. Yine (daha dün) Huneyn savaşında da yardım etti. Hani siz o gün ki sayınızın çokluğuna fazla güvenmiş, bu sebeple böbürlenmiş fakat bunun hiçbir faydasını görmemiştiniz. Hatta o gün yeryüzü olanca genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya başlamıştınız. Bu bozgunun ardından Allah, Elçisi’nin ve inananların kalplerine bir sükunet ve güven duygusu vermiş ve sizin göremediğiniz ordular göndermiş, böylece hakkı inkara şartlanan kimseleri azaba uğratmıştı. İşte Allah hakkı inkar eden kafirlerin böyle cezalandırır” (9/25-26).

Bu iki ayette yer aldığı kadarıyla sınırlayarak ele alacak olursak, bu ayetlerin Huneyn savaşı vesilesiyle Kur’an’ın nüzulünden 14 asır sonra dünyaya gelmiş biz Müslümanlara verdiği çok önemli mesajlar vardır.

Başlığa da çektiğimiz gibi sayısal çoklukla böbürlenmeme bunların başında gelir. Halbuki Huneyn öncesi savaşlara baktığımızda Bedir’de Müslümanlar 300, müşrikler bin kişiydiler. Yaklaşık 3 katı. Uhud’da da oran aynı; Müslümanlar bin, müşrikler 3 bin. Huneyn’de ise oran tam tersi, Müslüman ordusu 12 bin, Hevazin ve müttefikleri olan Sakif kabilesinden müteşekkil müşrik ordusu 4 bin. Ama savaş başlangıcında yenilen ilk bozgun ortada.

İşte bu galibiyetin Allah’ın izni ve muradı ile olduğu ve olacağının delilini sunmaktadır inananlara. Sayısal çoğunluk yani kemmiyet elbette önemlidir ama her şey değildir. Allah’ın yardımını kâle almayan ve her şeyi maddi sebepler planında olması gerekli olan şeylere bağlayan kişilerin akıbeti bundan farklı olmayacaktır. Zira İslam’ın özü, esası ve temeli olan tevhid akidesi sadece “Allah vardır ve birdir, O’ndan başka ilah yoktur” demek değildir. Tevhid, Müslümanın dünya görüşünün de, hayat felsefesinin de, yaşam biçiminin de özünü ve esasını oluşturur. Evet, Allah’ın varlığını ve birliğini kabullenmek, O’ndan başka ilah olmadığına inanmak, ahiretin, hesabın, cennet ve cehennemin geleceğini tasdik etmek tevhidin ilk basamağını teşkil eder. Kevni kanunlar çerçevesinde yağmurun yağmasından otların bitmesine kadar kainatta cereyan eden her hadisenin şuurlu ve bilinçli bir şekilde O’nun bilgisi, izni ve müdahalesi ile olduğunu kabul de tevhiddir. Ama bunların dışında adına tabiat yasaları dediğimiz kanunları da kabullenmek, onlara uygun hareket etmek ve Allah’ın icraatını bu kanunlar ekseninde yaptığını kabullenmek de tevhidin bir parçasıdır. Bu perspektiften bakınca bir savaşta sayısal çokluk tabiat kanunları çerçevesinde bir mana ifade eder etmesine ama mesele bununla bitmez ki? Savaş teçhizatı ve stratejisi ne olacak? O’nun yardımına inanmak ne olacak?

Anladığımız o ki Hocaefendi’nin ifadeleriyle, “sayısal çokluğa güvenerek savaşı kazanmanın sair unsurlarını ihmal eden bir ordu başında Hz. Muhammed (sas) de olsa bozgun yemekten kurtulamamıştır.” Ama O’na hamd ve sana olsun ki bu bağlamda içine düştükleri hatadan yapılan uyarılarla çok çabuk uyanmış ve Efendimizin etrafında yeniden toparlanmışlardır. Zaten işte bu pişmanlık ve toparlanma Allah’ın onların kalplerine güven duygusu veren bir sükunet indirmesine, görünmeyen güçlerle onlara yardım etmesini netice vermiş ve onlar hem savaşı galibiyetle bitirmiş hem de büyük bir ganimet kazancı ile günü sonlandırmışlardır.

Bu çerçevede iki yazı daha kaleme alacağım. Bunlardan birisi Huneyn sonrasında cereyan eden Bizans ve müttefiklerine karşı yapılan Tebük gazvesine katılımda bazı ashabın yaşamış olduğu tereddüdü yine Kur’an ayetleri eşliğinde ele alacağım. Sahabe toplumu içinde belki de dünyevileşme emareleri diye nitelendirilebilecek bir husus olması itibariyle günümüzle çok irtibatlı olması açısından bu konu üzerinde durmak bize vereceği dersler açısından oldukça önemli. İkincisi ise Hadid suresi 16. ayette anlatılan “Müminlerin Allah’ı saygıyla anıp da O’nun katından gelen Kur’an ayetleri karşısında kalplerinin yumuşama zamanı gelmedi mi?” ayeti etrafında olacak.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version