Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hemşince ve Batı Ermenice’nin buluşması

Hemşince ve Batı Ermenice’nin buluşması


                                                                           “Depris dağkendul çgarim ardis umets kednul çgarim.

                                                             Soframda (yemek yemeye) yer bulamam, tarlada (çalışmaya) kimseyi bulamam

                                                                                                   (Hemşin Sözü, Harun Aksu)

 

Bu yazımın konusu sevgili dostum Ayşenur Kolivar’ın Ermeni şarkıcı Sibil Pektorosoğlu ile düeti Lusi Hadig’i  (Işık Tanesi) dinlememle aklıma geldi. Dinlemeyenler varsa yazımın sonunda linki paylaşacağım ya da You Tube’un arama motorundan bulup dinlemelerini öneririm.

Şarkıyı dinlerken geçmişte Hemşinli hemşerilerimle ilk karşılaşmam aklıma geldi. Ermeniler arasında bir şehir efsanesi gibi hep konuşulurdu. Hemşinliler aslında Ermenice’nin bir lehçesini konuşuyor. Teoride bu böyle bilinirdi ama bunu pratikte öğrenmem uzun yıllar sonra oldu.

Üretim yapan bir firmanın satış müdürüyüm aynı zamanda. Yıllarca ürün satmaya çalıştığım bir firmaya ilk ürünü vermenin mutluluğu içindeydim fakat sattığım ürünlerde bir vida yanlış kullanılmış ve ürünü alan arkadaş malları iade etmek istemişti. Ben de bir pazarlamacı kıvraklığıyla ürünün vidasını değiştirip iade almadan işi kapatma çabasına girdim. Gelen kişi biraz sert mizaçlı ve sevkiyattan sorumlu bir arkadaştı. Adı Şenol ve ürünleri iade etmek isterken onu lafa tutuyordum.

– Şenol, çay içer misin?

– Hayır! (Kısa ve netti.)

Tabii pes etmek yok. (Kolay olmamıştı o firmaya ürün satmak, yıllarca çaba vermiştim.)

– Ya bu ürün meselesini 2 dakikada çözeriz, buyurun oturun…

Şenol : Zamanım yok…

Bu arada klasiktir, Galata esnafının müşteriyi bağlamak ve kaçırmamak için kullandığı damar konular vardır. Bu konuların en başında spor gelir. Yok yanlış anlamayın, spor derken futbolu kastediyorum. Şansımı deneyerek hemen lafa atıldım.

– Dünkü maç da çok gergindi.

Şenol: Ben futbol izlemem….

Bu da olmadı derken hemen aklıma gelen en can alıcı konu ile son kez şansımı denedim.

– Pardon Şenol, sen nerelisin? Normalde hemen hangi memleketten olabileceğini tahmin edebilirim ama seni çözemedim. (Hikâye anlatıyorum aslında, hiç tahmin edemem.)

Şenol: Ben Hopalıyım. (Konuyu yakalamıştım, zaman kazanma şansım vardı.)

– Aaaa, sizin orada Arhavi var, Hemşin var. Çok güzel derler. (Bu arada mesele laf kalabalığı, arkada çalışan arkadaşlar bu sohbetler esnasında vidayı değiştiriyorlar.)

Şenol: Ben zaten Hemşinliyim.

Şimdi konu başka bir hale dönüştü. Yıllarca Hopalıların, Hemşinlilerin Ermenice konuştuğunu duymuştum. Fakat ilk defa bir Hemşinli ile karşı karşıyaydım.

Şenol’a dönerek sordum.

– Siz Hemşince bilir misiniz? Ben bu dili merak ediyorum.

Adam önce anlam veremedi ama sonra beni kırmadı. Bana garip garip bakarak da olsa klasik bir cümle kurdu. Bir anda kurduğu cümlenin Türkçesini söyleyince şaşırdı. Şenol daha ben demeden bu sefer başka bir cümle söyledi ve ben onun da Türkçe çevirisini yapınca Şenol şaşırdı.

İlk cümlesi “Sen polis misin?” oldu.

Artık işin en riskli kısmına gelmiştim. Kendimi bir Karadenizliye nasıl anlatacaktım? Kullandığı dilin aslında Ermenice’nin bir lehçesi olduğunu söylemek pek de kolay değildi.

“Affedersin Ermenice bu konuştuğun dil.” dediğimde ne tepki verir diye düşündüm. En sonunda cesaretle “Sen sizin dilin veya Hemşinlilerin tarihini biliyor musun?” dedim.

Şenol durdu ve sakince;

– Bak arkadaşım, bize Ermeni diyorlar ama ben Hemşinliyim. Ben sosyalistim. Ermeni de olabilirim, sorun değil ama ben Hemşinliyim, o kadar!

Rahatlamıştım. Ben de o dönem ÖDP’de siyaset yaptığımı, Ermeni olduğumu ve bu nedenle dilini zorlansam da anlayabildiğimi söyledim.

Şenol “Hadi o zaman demli bir çay söyle” dedi. Onun açısından ise bu karşılaşma aslında bir Ermeni ve Ermenice bilen biriyle ilk temastı. “Varsa bir Ermeni arkadaşını da getir cumartesi günü.” diyerek iş yeri için randevulaştık. (Merak edenlere söylemem gerek, ürünleri iade almadan düzeltip geri verdim. Yoldaşlık hukukundan mıdır ya da hemşericilik mi yaptı bilmem ama Şenol istemeseydi o ürünü geri arabasına yüklemezdi.)

Cumartesi yarım gün çalışır genelde Galata esnafı. İş çıkış saatinde bir arkadaşımla iade-i ziyarete gittik. Şenol Galata’da bulunan 4-5 Hemşinliyi de toplamış bekliyordu. Ayrıca eşi ve minik çocuğu da gelmişti. Muhtemelen işten sonra bir yerlere gideceklerdi.

Buluşma boyunca kendi aralarında Hemşince konuştular. Bize sordukları ilk soru aslında komikti. – Buzdolabının Ermenicesi ne? Muhtemelen Hopa civarına yerleştikleri yıllarda buzdolabı yoktu ve böyle bir aletin adı onlar için yoktu. Yanımda bulunan arkadaşımın Ermenicesi bana göre daha iyiydi. O gün orada olan Hemşinli dostlar da merak içindeydi. Bizleri merak edip dedikodumuzu yaptıklarını anlıyorduk. Onlar o kadar rahattılar ki kendi ana dillerini kimsenin anlamayacağını sanıyorlardı.

En sonunda dayanmayarak, “Şenol dedikodumuzu yapmayın, dediklerinizi anlıyoruz. Eşini de bekletme çok.” dedim. Bunu duyan eşi gülmeye başladı. Ben bu buluşma sayesinde sanki daha önce kaybettiğim yakınlarımı bulmuş gibi bir ruh haliyle ofislerinden ayrıldım.

Bu yaşanan olay sonrası Hemşinli ustam rahmetli Adnan Genç Hemşin kitabını yazmış ve beni Hemşinliler hakkında biraz daha bilgilendiriyordu. Günlerden bir gün ‘Sonbahar’ vizyona girmişti. Filmi izlememiştim, nasıl olsa izlerim bir gün derken Adnan Genç ustam ağzında piposuyla sert bir ses tonuyla Kadıköy’de bir bara akşam gelmem gerektiğini söyledi. Gerçekten çok yoğun bir gün olmasına rağmen Adnan Usta’dan çekinerek kan ter içinde akşam tarif ettiği bara gittim. Bar çok kalabalıktı. Zar zor kapı girişinde sadece ayakta duracak kadar bir yer buldum. Sahnede zayıf ince bir kadın, tulum çalan biri ve birkaç müzisyen daha vardı. Kadın şarkıya başladı, pardon ağıta. O ince zayıf kadın büyülü sesiyle bir anda devleşti. Bu arada söylediği ağıtın sözlerini anlıyordum. ‘’Daim Yusuf Orti.’’

Şok geçirmiştim ve aklıma ilk gelen Ermenistan’dan bir grup olabileceğiydi. Şarkılar bitti ve o zarif, ince kadın bana doğru yürüdü. Ben ise Ermenice biliyor olmanın verdiği ukalalıkla kendisine birkaç cümle söyledim ama duymayarak yürüyüşünü sürdürdü. Biri arkasından Ayşenur diye seslenince şaşkınlığımı atamadım. Nasıl olur da adı Ayşenur olabilirdi ki? Daha yeni vizyona giren ‘Sonbahar’ filminin müziklerini yapan kişiydi Ayşenur. Filmin müziklerini dinlerken bir tanesinin bildik bir melodi olduğunu fark ettim. Aslında bu ezginin bir tanesi kiliselerde söylenen bir ilahinin bölümüydü sanki. Bunu fark edip Adnan Genç ustama yazdığımda 5 dakika geçmeden telefonum çaldı ve telefonun ucunda Ayşenur Kolivar vardı. Bu ezgiyi söylememi istedi. Boru sesimle söylemeye çalıştım ama ne kadar etkili oldu bilemem. Fakat bu ezginin aslında geçmişte ninesinin mırıldandığını ve oradan aklında kaldığını, daha sonra da notaya döktüğünü anlattı.

Gerçekten Ermenistan sınır kapısının açıldığı dönemde Hemşinliler ile Ermenistanlıların karşılaştıklarında çok komik hikayelerin yaşandığı anlatılır.

Kısadan hisse, sistem halklar arasında öyle bir duvar örmüş ki insanlar kendi yakınlarından bile farklılaşmış. Buradan bizlerle iletişim kuran ve notalarıyla köprü olan Hemşinli Vova Grubu ile Hikmet Akçiçek’e, dil çalışmalarında büyük çaba gösteren Mahir Özkan’a, Uğur Biryol’a, Hayriye Şahin’e ve tabii Hadig Derneği’ne bu alandaki emekleri için teşekkür etmek gerek. Fakat özel bir teşekkür de artık aramızda olmayan yazar ve gazeteci Adnan Genç’e.

Bir büyük teşekkür de Batı Ermenicesini Hemşin Ermenicesiyle buluşturup coğrafyanın o güzel meyvesini sunan Sibil ve Ayşenur’a. Zevkle dinledim ve dinlemeye de davam edeceğim.

Ayşenur Kolivar & Sibil – Lusi Hadig (Işık Tanesi)

 

Yazımın sonunda bu hafta kaybettiğimiz yol arkadaşlığı da yapmış olduğum ve emek çalışmalarında özellikle yıllarca mücadele veren değerli dost Cengiz Uzuner’e saygı ile selamlıyorum…

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version