Temmuz ayında üst üste yaşanan üç dikkat çekici gelişme Erdoğan’ın ve siyasi iktidarının sıhhatine ilişkin soru işaretlerine yol açtı. AKP lideri 2 Temmuz’da Bursa’da seçim kampanyasının adeta startı mahiyetinde bir miting düzenleyecekti, fakat “aniden” rahatsızlanınca miting iptal edilmek zorunda kaldı. Beş gün boyunca ortalıkta görünmeyen Erdoğan 5 Temmuz’da İtalya Başbakanı’nın ziyareti vesilesiyle basının karşısına çıktığında yüzüne ve sesine yansımasını engelleyemeyecek şekilde bitkin bir görüntü çizdi.
İkinci çarpıcı gelişme 15 Temmuz mitinginde yaşandı. AKP lideri miting alanı olarak 15 Temmuz rejimiyle özdeşleşmiş Yenikapı yerine Saraçhane’yi tercih etti. Kuşbakışı bakıldığında, tarihi yarımadanın kusuntusu gibi gözüken Yenikapı Meydanı’ndan bu “şerefin” neden alındığı ise Saraçhane’de ancak 4-5 bin kişi toplanınca anlaşıldı. İstanbul AKP’nin milyonlarca seçmeninin olduğu bir şehir. Erdoğan’ın buna rağmen önce Yenikapı’da yeteri kadar taraftar toplayamayacağını kabullenmesi, sonra Saraçhane meydanını bile dolduramaması, siyasi kariyeri bu tür mitingleri bir güç gösterisi şeklinde organize etme ustalığına dayanan bir lider için ciddi zayıflık emaresiydi. Bizim tanıdığımız Erdoğan, siyasi gücünün erimekte olduğuna dair şüphelerin büyüdüğü böyle bir dönemde, tüm AKP teşkilatının gerekirse “emdiği sütü burnundan getirerek” Yenikapı’yı doldurmasını sağlardı. Ama bunu yapabilecek gücü olmadığını, veya başka bir ifadeyle o gücü artık kendisinde bulamadığını herkesin görmesini engelleyemedi.
Üçüncü beklenmedik gelişme ise Erdoğan’ın Arjantin, Venezüela ve Meksika gibi büyük ülkeleri kapsayan Güney Amerika ziyaret turunu sebep belirtmeden ertelemesi oldu. 25-29 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşmesi planlanan bu seyahatin önce Arjantin ayağı iptal edildi, bir gün sonra ise tümüyle tehir edildiği duyuruldu. Cumhurbaşkanlığı gerçekleştirilmesine bu kadar kısa süre kalmışken ziyaretlerin neden iptal edildiğini ise garip bir biçimde açıklamadı. Muhtemelen Erdoğan’ın sağlık durumu bu kadar uzun mesafeleri içeren bir seyahati kaldıracak kadar iyi değil. Bu nedenle doktorlarının uyarılarını dinlemek zorunda kalmış olabilir.
Rus ordusu Ukrayna’yı işgal etmek üzere iken bile Afrika seyahatini iptal etmeyen Erdoğan Türkiye’nin dünyada itibarının dibe vurduğu bir dönemde tabanına bu tür yurt dışı ziyaretleriyle farklı bir imaj vermeye çalışmayı çok önemsiyor. Erdoğan bu ziyaretlerde yanına geniş işadamları heyetlerini alıyor, nitekim Güney Amerika seyahati için de böyle bir program hazırlanmıştı. AKP lideri ziyaretler sırasında yapılan ortak açıklamalara, ilgili ülkelerle Türkiye arasında ticaret hacminin artırılmasına yönelik, esasen nasıl gerçekleştirileceği pek belli olmayan, kasten şişirilmiş soyut hedefler ekletiyor, sonra bunları içeride “umut pompalamak” için kullanıyor. Bu itibarla Erdoğan’ın Güney Amerika ziyaret turunu ertelemesi için çok ciddi nedenler olması gerekir. Açıkçası ziyaretin “siyasi bir operasyona hazırlık” maksadıyla mecburen ertelenmiş olabileceğine dair spekülasyonlar çok inandırıcı değil. AKP lideri Arjantin’i de çıkarmasıyla üç güne düşürdüğü turu tamamlayıp, onun (az ya da çok) rüzgarını da arkasına alıp, yapacağı tasavvur edilen operasyonun üzerinde ondan sonra durmayı evleviyetle tercih ederdi.
“Tek adam rejimine” dönüşmüş Türkiye’de bir yandan ekonomik kriz derinleşirken, diğer yandan tüm siyasi rejimin iktidarının sürmesine bağlı hale getirildiği otokratın sağlığında, otoritesini sürekli üretmesi için elzem olan kritik enstrümanları (miting, yurt dışı ziyaretler gibi) etkili şekilde kullanabilmesini imkansız kılan bir bozulma müşahade ediliyor.
Erdoğan bu şartlarda oyun kurmakta zorlanıyor. Önce Mart, sonra Haziran, en nihayetinde Eylül-Ekim gibi planladığı anlaşılan baskın erken seçimi, ekonomiyi kısa süre de olsa rahatlatacak en az 20-25 milyar dolarlık bir kaynak bulamadığı için gerçekleştirmeye cesaret edemiyor. Dünkü kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamalarda ekonominin düzelmeye başlama tarihi olarak gelecek yılın Şubat veya Mart aylarından bahsetmesi erken seçimden umudunu kestiğini gösteriyor gibiydi. Seçim tarihi daha ileri bir zamana atıldıkça ekonomik krizin etkisi giderek derinleştiğinden ihtiyaç duyulan “sıcak paranın” miktarı da artış gösteriyor. Bunun piyasalarda yol açtığı panik havası 55 milyar dolar gibi yüksek bir kaynağın gelmek üzere olduğuna dair “hayaller satılmak suretiyle” geçici de olsa giderilmeye çalışılıyor. Sri Lanka hükümetinin 6 milyar dolar bulamadığı için moratoryum ilan etmek zorunda kaldığı bir uluslararası ekonomik ortamda bu kadar paranın Türkiye’ye “güle oynaya” geleceğini sanmak nasıl bir hayal aleminde yaşandığını gösteriyor.
Erdoğan’ın “dizginleri tutmakta zorlandığını” göstermesi, muhalefet kadar rejim içinde kendisinden sonrası için iktidar mücadelesine hazırlanan kliklerin de cesaret kazanarak hareketlenmesine yol açacaktır. Bu kliklerin Erdoğan’ı devirmekten ziyade, ondan sonrası için ön almaya yönelik adımlara yönelmesi iktidarın dengesini daha da bozucu bir diğer etken olacaktır. Derinleşen ekonomik kriz, Erdoğan’ın bozulan sağlığı ve rejim içi klikler arası mücadele “son perdenin” ana aktörleri olacak gibidir. AKP liderinin saflardaki dağılmayı toparlamak, muhalefeti daha sert sindirmek için Suriye’de sınırlı bir savaş veya Yunanistan’la kontrollü ama yüksek perdeden bir gerilim arayışı da ana konusu olabilir.
Erdoğan veliahtını belirlemekten aciz kaldığından beri siyasi kariyerinin ne şekilde biteceğini şekillendirebilme imkanını da kaybetti. AKP liderinin kafasında “kazanmak için” bir oyun planı olduğunu ve ona göre hareket ettiğini sanmak yanıltıcıdır. Böyle bir plan olmadığı halde kazanabileceğini nasıl umduğu sorusunu yöneltmek, AKP liderinin karakterinin ayın diğer yüzü gibi devamlı karanlıkta olduğu için ilk bakışta fark etmenin pek kolay olmayan tarafını bilmemek demektir.
Meşhur Katalan ressam Salvador Dalí 1944’de yazdığı romanında Hitler için “Çoğu insanın düşündüğünün aksine savaşı kazanmak için değil, kaybetmek için istiyor. … Tıpkı Wagner’in operalarında olduğu gibi, onun için, yani kahraman için her şeyin mümkün olduğunca trajik bir şekilde bitmesi gerekir.” der. Romanın sonunda bombalanmış bir kalede oturan Hitler’e şunları söyletir: “Alman halkının kanındaki bir kanser gibiyim. Ve bir kanser gibi, tüm Alman halkının canında amansızca kendimi yeniden üreterek sona ereceğim.”
- Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***