Sedat Peker, video ifşaatlarından birinde Demirören ailesinin Yorgo Papadopulos’un Arşimidis şirketini nasıl gasp ettiğini anlatmıştı.
Aradan bir süre geçtikten sonra videoda bahsettiklerinin üzerine biraz daha ekleyerek yine gündeme getirdi.
Filler tepişirken arada kaynayan bu küçük bilgi kırıntıları ile tekrar ve tekrar gün yüzüne çıkan gasp hikayeleri oluyor.
Sanki birer kukla, sanki Türkiye tarihinde önemsiz birer satır gibi bahsedilip kapanıyor konu.
Hoş başbakanlardan şantaj yoluyla para aldığını itiraf edenler karşısında bile soruşturma açılmayan bir yerde bu küçük bilgi kırıntılarının üzerine kim gitsin?
Ama işte o küçük bilgi kırıntıları üst üste binip tarihimizi yazıyor ve gerçekte kim olduğunuzu anlatıyor. Bu kayıp satırlardan sadece biri, Yorgo Papadopulos’nun başına gelenler.
Bugün, söylenenler ne İrfan Taştemur’un 2000’e doğru dergisinde yazdıklarından ya da Mehmet Eymür’ün itiraflarından, ne de ortaya çıkan MİT raporlarından fazla değil.
Arşimidis ne ilk idi ne de son.
Örneğin Garo Paylan’ın ailesinden de mallarını ve mülklerini 1915’ten sonra geri almak isteyenler ve hatta avukat tutanlar olmuş.
“Hakkınızı ararsanız başınıza iş gelir” demişler.
“Anne tarafımdan dedem, hakkını aramak istediğinde ölümle tehdit edilmiş ve hatta ‘ben bu işi hallederim‘ diyen bir avukat da öldürülmüş” diyor Paylan.
O zaman “başına iş gelecek” diyenler bugün hala işlerine devam ediyorlar.
Çökme ve gasp sadece şekil değiltirmiş durumda.
Eskiden göz önünde kanunlarla elden alınan mallar bugün artık daha bürokratik ve ekonomik yöntemlerle el değiştiriyor.
İhaleler, kadastro değişiklikleri, imar afları, yenilenen imar planları.
Son dönemde imara açılan alanların listelerini keşke biri oturup takip etse. Hangi parsel nasıl değiştiriliyor. Eskiden kimin tarlaları olan alanlar şimdi nasıl meradan ekilir alana dönüştürülüyor merak ediyorum.
Sakın Süryanilerin arazilerinden yol geçirmeye çalışıyor olmasınlar. Ya da Ermenilerin meralarını bölgedeki ailelere peşkeş çekip oy almaya.
Toplumsal gasp
Geride kalanların seslerini çıkarmasına hacet bırakmamak için devlet gücü ile bezdirildiği, artık sadece kişisel değil toplumsal varlıklar gasp ediliyor.
Nasıl eski Almanya başbakanı Gerhard Schröder Rus şirketlerinde danışmanlık yapabiliyorsa. Nasıl emekli ABD başkanları dünyanın en zengin şirketlerinde danışman olabiliyorlar ise Türkiye’de de bu tip konumlar her zaman iş görüyor.
Lobicilik yasak ama bu normal.
Askeri ihale alınsın diye emekli askerlerin kendilerini işe aldırdıkları azınlık şirketleri yok mudur? Vardır.
Ya da eski siyasetçileri işe alan şirketler.
Bazen vergisi az gelsin, bazen cezası silinsin, bazen ihaleyi alsın, bazen de sattığı malın tescil belgesi verilsin diye.
En iyi kalite üretimi yapıyor olabilirsiniz ama mutlaka bir sorun bulunur eğer azınlık işinsanı iseniz, güvenlik açığı, temizlik vsvs… Ya da sorun bulunabileceği size hissettirilir ki ayağınızı denk alasınız.
İşte o işaret flşeğidir.
“Sen kazanacak isen biz de kazanmalıyız.” flşeği.
Peki ne yapar bu duruma düşen bir azınlık vatandaşı.
Gereğini…
Gelin kendimden bir örnek anlatayım.
Cumhuriyetin 75. yılı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel. Başbakan meşhur Sedat Peker ifşasına adı geçen Mesut Yılmaz, İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanı Recep Tayyip Erdoğan.
Biz 18 yaşında Ermeni gençler, dernek yöneticisiyiz. Yönetici seçildiğimiz okulumuzun mezunlar derneğine döner gecesi yapacağız. Çünkü gelir yok, faturaları ödemek için gelir lazım.
Resmiyette azınlık derneklerin etkinlik yaparken polisten izin alma zorunluluğu yok sadece vatan caddesinde emniyette azınlık masasından ‘bize de bildirirseniz güvenliğiniz sağlarız’ cümleleri var. Yani bildirim yaparken izin alma zorunluluğu oluyor.
Bizim güvenliğimizi kime karşı sağlayacaklar ki.
Kimse bize sataşmamıştı henüz?
Neyse ki emniyete bildirim yapılmış.
Bildirim karşılığında Emniyet’ten 75. yıl antetli ‘bu belgeyi almışızdır’ kağıdı elimizde.
Döner gecesi geldi.
Kapının iç tarafında döner kesiliyor. İçerisi dolu. Derneğin faturalarını ödeyebilmesi için yemeğin iyi geçmesi şart. Ekonomi o zaman da sıkıntıda. Işıklarını yakmış bir ekip arabası yanaştı kapıya.
Biz yeni yetme yöneticiler içimizi bir ürperti aldı zaten.
Kontrol niyetine, hal hatır soracaklarmış.
– Ne yapıyorsunuz burada?
– Döner gecesi.
– Alkol var mı?
– Yok.
Daldı içeriye. Birkaç yönetici arkadaş salona girip de can sıkmasınlar diye (çünkü biri gördü mü herkes korkar sonraki etkinliklere kimse gelmez) yönetim kurulu odasına davet ettik. Diğerler arkadaşlarımız ise hem araçta kalan polislere hem de içeriye girene döner ekmek hazırlatıyor.
Ekmekler ayranla birlikte arabaya servis edildi. Yönetim kurulu odası ise gergin. Arkadaşımız çıkardı bize verilen 75. yıl damgalı ‘izin belgesi’ni gösterdi memura.
Adam eline aldığı gibi paramparça etti evrağı.
‘S.kerim izninizi ne yapıyorsunuz lan siz burada kapatırım burayı’
Halbuki ortadaydı. Döner gecesi idi. Sinirlendi bağırdı çağırdı yemeğe katılan herkesi çıkarmak istedi.
‘Derneği kapatırım’ diye tehdit etti.
Yüreğimiz ağzımızda.
Sonra çıktı gitti.
Polis arabasındakiler anlatmış döner veren arkadaşlara. Birkaç saat önce içeri giren polisin sivil kızı gelip yemeğe katılmak istemiş.
Ermeni olmadığı anlaşılınca bizimkiler ‘sadece okul ve öğrenci çevresi için‘ diye içeri almamışlar.
İşte tantana ondan kopmuş.
O geceden aklımda bir kare kaldı. Şimdi bile gözümün önünde geliyor.
Sol köşesinde Cumhuriyetin 75. yılı için yaptıkları logolu antet kağıdının parça parça olmuş hali ve yönetici arkadaşımızın ‘ama izin, ama izin’ diye diye polis gittikten sonra onu bantla yapıştırmaya çalıştırması.
Sanırım o geceden sonra dağıldı bizim 18’lik yönetim kadromuzun ruhu. Kırıldı onurumuz, yitirildi güvenimiz.
75. yıl logosunu bile yırtabilen bir gaddarlığa karşı nasıl mücadele edilirdi ki. Düşünün 18 yaşındasınız, Vatan Emniyete her gittiğinizde bayrağa saygı lafları ediyorlar, antetin o köşesine özellikle vurgu yapa yapa elinize veriyorlar.
Sonra da gelip yırtıyorlar….
Aslında dönerdi mesele.
Kızına döner yedirmemiştik.
Biz kazanıyorduk, o da kazanmalıydı.
Biz yiyorduk o da yemeliydi.
Açtı.
Hatta bizden daha fazla kazanmalıydı, yemeliydi. Bir ekmek arası onu sadece doyururdu. Ama 18’lik gençleri aşağılamanın hazzı doyurdu o gece o memuru tahminen.
Ve o ezikliğimizin üzerine yayacağı korku ile şekillenmişti onun hizmet ettiği şirketin 76. yılı ve sonrası.
Nasıl ‘Hayır’ diyemeyişimizin öyküsünü anlatmış oldum size.
Hala bu ülkede azınlık toplumların hak aramaya kalktıklarında karşılaştıkları ve karşılacakları muamele bu.
Arşimidis ne ilk ne de son.
Ha bu arada başta emniyet bize ‘izin alın ki sizi koruyabilelim’ derken kimden koruyacağını anladınız herhalde.
Kendisinden…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***