Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Sakin güç mü, ikinci Ekmeleddin mi?

Sakin güç mü, ikinci Ekmeleddin mi?


2023 PORTRELERİ | BÜLENT KORUCU

Tarihler 18 Aralık 2008’i gösterirken bütün gözler yılın belki de son 10 yılın siyasi düellosuna çevrilmişti. CHP Grup başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek canlı yayında karşı karşıya gelecek ve kozlarını paylaşacaktı. Bahisler, bir cerbeze ve demagoji üstadı olan Gökçek’i şanslı gösteriyor, siyasi yorumcular rakibi karşısında şov yapacağını belirtiyordu. Oysa sonuç beklenenin aksine çıktı.

Gökçek, rakibin dengesini bozmak ve iyi olduğu alanda mücadele etmek için gerilimi yükseltmeye çalıştıkça karşısında mütebessim yüz ifadesiyle “Olur, onu da konuşalım” diyen sakin, cool bir adam buldu. Durmadan terleyen ve bağırmaktan kuruyan boğazını ıslatmak için su içen Gökçek portresi onun düşüşünün başlangıcı oldu. Erdoğan karşısında pazarlık gücünü kaybetti ve meydan okuyan değil bağlılık bildiren bir figür haline geldi. Sonraki bütün belediye seçimlerinde son dakikaya kadar aday yapılmayarak bu güçsüzlük iyice hissettirildi. En sonunda da görev süresi bitmeden istifaya zorlanarak rencide edildi.

O düello, birinin çöküşü diğerinin ise yükselişinin başlangıcı kabul edilir. Kılıçdaroğlu, siyasi kariyerini Melih Gökçek’e borçlu desek abartmış sayılmayız. Elbette Şaban Dişli ve Dengir Mir Mehmet Fırat’ın katkılarını da unutmamak lazım. AKP’nin yolsuzluk dosyalarını gündeme getirmek ama daha önemlisi sonuç almak bu eski bürokrat için basamakları hızlı tırmanmak anlamına geliyordu. Nitekim kaset komplosu sonrasında Genel Başkan Deniz Baykal istifa etmek zorunda kaldığında liderlik için ilk akla gelen isim oydu.

Siyasetin hesap uzmanlığı ve yolsuzluk dosyası açıklamaktan daha başka bir şey olduğunu öğrenmesi biraz zaman aldı. Tutucu gelenekleri ve epey yüklü bagajıyla devraldığı partiyi tanıması kolay olmadı. Tanıdıkça ve vesayet kliklerinden kurtuldukça hem kendine güveni geldi hem de yönettiği kuruma rengini vermeye başladı. Bilhassa selefi Baykal’ın sağlık sebebiyle kulvar dışında kalması elini bir hayli rahatlattı. Aksi halde her seferinde Saray’a arka kapıdan girip kirli anlaşmalar yapan eski genel başkanın etkisini kırması kolay olmayacaktı.

Kılıçdaroğlu, son yıllarda siyasete etki eden ve sonuç alan hamleleriyle belirleyici bir aktör haline geldi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hesaplarını bozan adımları attı. Grup kurmasını sağlayarak seçime giriş vizesi aldırdığı İYİ Parti’yi Meclise taşıdı. Bu ona, Meral Akşener gibi güçlü bir partner kazandırmakla kalmadı, Erdoğan’ın ortağı Devlet Bahçeli’yi de çıkmamak üzere barajın altına itti.

Yerel seçimlerdeki başarısı Kılıçdaroğlu’nun üzerinde durulması gereken en önemli hamlesiydi. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere belediyelerde Erdoğan’ın sırtını yere getirdi. Aday tespitinden daha ziyade CHP’yi diğer parti seçmenlerinin oy verebileceği bir forma sokması başarıda etkili oldu. Ortaklığa partisini ikna etmesi de önemliydi elbette; ancak asıl kritik gelişme, sağcı, muhafazakar veya Kürt seçmenin ön yargılarından kurtulup CHP’li adayı seçmesiydi. Yerel seçimlerdeki sonuç görüldükten sonra kredisi yükseldi ve Altılı Masa’nın kurulması kolaylaştı.

CHP lideri “128 Milyar dolar nerede?” kampanyasıyla birlikte gündem belirleme üstünlüğünü ele geçirdi. Bürokratlara yaptığı ‘hukuka uyun’ çağrısı ve helalleşme sözü doğru mesajlardı. Merkez Bankası ve TÜİK gibi baskınlar popülaritesini zirveye taşıdı. SADAT baskını ise Erdoğan rejiminin taşıyıcı kolonlarına hamle yapacağının işaretiydi. Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanlığı için aday olacak mı? Bilmiyorum. Ancak söz konusu ataklarla partinin mutlak hakimi haline geldiğini ve liderliğini pekiştirdiğini söylemek mümkün.

“Sakin Güç” algısı başta olmak üzere Kılıçdaroğlu’nun bir takım handikapları da var. Bu etiketi yönetmekte zorlandığını düşünüyorum. Yer yer abarttığını bazen de kurtulmaya çalıştığını görüyorum. Sosyal medya hesaplarında kullandığı “Gençlerin demokrat amcası” nitelemesi abartılı, ondan bir Erdoğan çıkarma çabasını ise gereksiz buluyorum. İnsanlar bağıran siyasetçiden bıktı; sakin ama kararlı ve cesur bir duruş doğru terkiptir. Yüksek sesle konuşan Kemal Kılıçdaroğlu kötü bir Erdoğan taklidi olacak, iğreti duracaktır.

Erdoğan, “Bay Kemal” demekten ve hakaret dolu nitelemeler kullanmaktan öte cevap üretemiyor. “Yüreğin yetiyorsa karşıma çık, aday ol!” çıkışları onu kolay lokma gördüğünün ifadesi. Kemal Bey’in yerinde olsam “Bir canlı yayında tartışalım, program bitişinde adaylık başvurusunu imzalayayım” diye meydan okurdum. Erdoğan kesinlikle bunu göze alamaz. Zira o Gökçek’ten daha fazla öfke kontrolü sorunu yaşıyor. 2008 düellosundaki performans AKP Liderini çıldırtmaya yeter.

Kemal Bey’i bazı konularda alabildiğine cesur, bazı konularda ise gereksiz bir çekiniklik içinde görüyorum. Etnik kökeniyle ilgili Erdoğan Rejiminin psikolojik harbini karşılamakta zorlanıyor. Muhafazakar kale Konya’da görücüye çıktığında sarf ettiği ifadeler o baskının ürünü gibiydi. Kılıçdaroğlu, kimlik üzerinden siyaset yapılmasını eleştirerek “Hanginiz anne babanızı seçme özgürlüğüne sahipsiniz? O zaman benim kimliğim neden siyasete konu oluyor? Benim elimde olmayan bir şey neden siyasete konu oluyor?” diye sordu. Şayet adaylığı gerçekleşirse AKP’nin her şeyi istismar edip bel altı vuruşlardan medet umacağı muhakkak. Çözüm orayı zayıf karın olmaktan çıkarmak, normalleştirmek. “Herkes anne-babasıyla övünür ben de övünüyorum. Hırsız değil, katil hiç değiller…” gibi özgüvenli yaklaşım tercih edilmeli.

İkinci zayıf karın ise Baykal’ı deviren kaset kumpası. Her fırsatta Kılıçdaroğlu’na yapılan göndermeler aslında partiye de ağır suçlama içeriyor. Nedense parti de lider de net ve belirgin bir duruş sergilemiyor. Kasetle gelen adam suçlamasını niye sineye çekiyor; anlamak zor. Oysa kasetin yayın serencamı ve sonrasında mitinglerdeki suistimali göz önünde bulundurulduğunda asıl çekinmesi gereken Erdoğan. “Ne özeli genel genel! Eşiyle mi yapmış ki özel olsun” diye miting miting dedikodu yapan AKP liderinin zeytinyağı gibi üste çıkmasına izin vermemeliydi.

Muhafazakarları ikna etmek için harcadığı enerjinin bir kısmını demokrasi talep edenler için kullanmalı Kemal Bey. 29 Haziran 2017’de Habertürk canlı yayınında kendisine de sunulan köy köy gezilerek yapılan fişlemeden söz etmişti. Kendisi de fişlenmiş bir Dersimli olarak kınadığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Tam aksine bu fişlemelerin gereğinin yapılmadığından şikayetçiydi. Parlamenter sisteme geçileceği ana kadar Erdoğan’ın yetkilerini kullanacak kişinin geçmişinde fişleme lekesi olmamalı. Varsa tekrarı olmayacağı konusunda ciddi garantiler vermeli.

CHP lideri olarak Canan Kaftancıoğlu ve Enis Berberoğlu’nun tutuklama kararlarına gösterdiği haklı tepki kadar Selahattin Demirtaş ve diğer HDP’li vekil ve başkanlar için takındığı tavır da kayıtlarda. Devletin ali menfaatleri söz konusu olduğunda hukuktan esneme kapasitesine dair kötü bir sabıkası var. Kılıçdaroğlu, seferberlik çağrılarına gönüllü katılmıyorsa karşılaştığı tehditleri ifşa ederek özeleştiri verebilir. Yaşadığı ikisi ciddi cana kast içeren üç saldırının etkileri midir? En azından o konuda kamuoyunu aydınlatmak zorunda.

Bütün bunlardan sonra, Erdoğan’ın karşısına çıkacaksa kendi olarak çıkmalı; başka adayla yarışılacaksa da bu, Ekmeleddin İhsanoğlu gibi Erdoğan’ın çakması bir isim olmamalı.

*

NOT: Yeni bir portre dizisine başlıyorum. 2023 seçimlerine doğrudan etki edecek isimleri yazacağım. Kılıçdaroğlu’nun ardından sırada CHP’deki diğer aktörler var: Ekrem İmamoğlu: Laz müteahhit mi, siyasal mehdi mi? Mansur Yavaş: Sağ gösterip sol vurabilecek mi? İstanbul’a siyaseti geri getiren kadın: Canan Kaftancıoğlu. Sonra Altılı Masa’nın paydaşları ve Selahattin Demirtaş. En sonda da Cumhur İttifakı liderleri…

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version