Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Ne çok severiz popülist siyaseti…

Ne çok severiz popülist siyaseti…


“Çoğunlukla bir gemiye benzetilen devlette, kral kılavuz, halk da kamu yararını gözettiği sürece kılavuzun sözünü dinleyen gemi sahipleri durumundadır; kralsız yaşayan pek çok halklar vardır, ama halksız bir kral düşünemeyiz bile. Krallık düzeyine yükseltilenler, başkalarından güzellik yahut yakışıklılık bakımından  üstün oldukları için ya da onları, tıpkı çobanların sürülerini güttükleri gibi yönetmek bakımından bir doğal üstünlükleri bulunduğundan değil, halkın kalanıyla aynı hamurdan yapılmış olmalarından ötürü erk ve yetkilerini onlardan ödünç aldıklarını açıklayacakları için ortaya çıkarılmışlardır.” Stephanos Junios Brutos

Bu haftaki yazımı,  genel ekseninden sağa doğru kayıp Popülist Siyasete evrilen, avam olmanın moda olduğu eksen kaymasının siyasetteki yansıması üzerine yazmaya karar verdim.

En başta “POPÜLİZM NEDİR?” sorusunu cevaplamak gerekir. Vikipedi’deki açıklamayı esas alalım: “Popülizm veya halk çıkarcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellediğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılıp halkın yararına ve toplum olarak gelişmesi için kullanılması gerektiğini söyleyen siyasî bir felsefe veya söylem biçimi.’’

Ülkenin genel atmosferine baktığımda, Maçka Teknik’te okuduğum dönem öğrenciler arasında anlaşmazlık çıktığında tartışan tarafların söylediği cümle aklıma geliyor. “Dışarıda, Maçka Parkı’nda okul bitince bekliyorum. Maçka Parkı’nda kozlarımızı paylaşalım.” Bu cümleler hafif bir bitirim bir tavırla söylenirdi.

Ülke siyasetinin üslubu ve hatta akademik kariyeri olan, bizi yöneten ya da yönetmeye aday sağ siyasetin dili de maalesef bu yönde. Kavga etmek, yüksek ses çıkarmak ve dil olarak tepeden bakmak ne acıdır ki toplum genelinde hali hazırda kabul gören popülist bir durum. 

Meclise baktığınız zaman durum daha da vahim. Genel Kurul’da bir vekil söz aldığında diğer vekillerin kayıtsızlığını görüyoruz. Çıkması muhtemel kanun hakkında usule ve kanuna göre detaylı bilgi paylaşırken yüzbinleri, milyonları etkileyecek kanuna gösterilen muazzam bir vurdumduymazlığı Meclis TV’den izliyoruz. Ağırlıklı olarak iktidarı elinde tutanların salona gelmeyip ve hatta gelenlerin de umursamazlığını fark etmemek mümkün değil. Fakat söz alan hatibin sesi yüksekse karşı sıralardan ne dediğine bakmaksızın istisnasız bağırışlarını sürekli izliyoruz. Getirilen kanun veya soru önergesinin oylaması dışında kurulda bulanan çok az kişi ilgili oluyor.

Ak Parti döneminde torba yasa garabetiyle Genel Kurul’a son dakika gelen kanun tekliflerin gerektiği kadar tartışılmadan kanunlaşması gelecek için kaygı verici durum. Bakalım gündem dahi olmadan çıkan kararlar gelecekte toplumları, sınıfları ve halkları nasıl etkileyecek?

Bu kaygı verici durumu bir başka versiyonuyla Meclis dışında da görüyoruz. Özellikle Ak Parti döneminde fenomen olan dizilerdeki gibi her şeye racon kesen profilin bu tarzı, sağ yapıların siyasi yol haritası haline dönüştürüldü. Belki de sebep-sonuç ilişkisini tersine çevirmek gerekiyor. Siyasetteki otoriterlik ve popülizm hastalığı gündelik dizilere sirayet etti yorumu da yanlış olmayabilir.

Seçim dönemi yaklaştıkça toplumu etkilemek ve oy devşirmek için bulunduğu siyasi çizgiden kayanların olduğu bir sistem siyasetine tanıklık ediyoruz. Kısa bir dönem için bu durum kazanç gibi görülse de aslında genel seçmen kitlesinden uzaklaşılmasına da neden olduğu pek hesaplanmıyor.

Geçen günlerde bir gazete haberi okudum. Kayseri ilinde 700 Ak Partili bir anda CHP’ye geçmiş. Muhalif bir yapınız varsa bu haberi okuduğunuzda ilk tepkiniz,  “Ohhh…. Ak Parti dağılıyor.” olabilir.  Hele bir de CHP’liyseniz, “Vay be az oy aldığı bir şehirde bizim partiye yüksek sayıda bir geçiş var.” diyerek sevinebilirsiniz. Fakat bana göre bu sevinilecek bir durum olarak görülmemeli.

Bu parti değişikliğine,  muhafazakâr ve milliyetçi bir partiden kendisine sosyal demokrat diyen bir siyasi partiye geçiş varsa esasen ne değişmiş olabilir sorusunu sorarak bakmak gerekiyor. 700 kişi sağ siyasetten kopup nasıl bir motivasyonla sosyal demokrat bir partiye geçer ki? Sonuçta sağ bir partiden başka bir sağ partiye geçmiyor. Seçmen olarak bakıldığında bu normal görülebilir ama bir parti üyesinin böyle bir siyasi değişime gitmesi üstünde düşünmeyi gerektiren bir konu.

Bana göre burada birkaç sebep olduğunu düşünmek lazım. 

  1. Sebep: Bu keskin geçişi yapanlar sağ siyasete artık inanmıyorlar. Hak yolunu buldular ve sosyal demokrasiye geçtiler. (Murad, çok safsın dediğinizi duyar gibiyim.)
  2. Sebep: “Artık Ak Parti dağılıyor, iktidar değişecek, en iyisi şimdiden geçip yer edineyim.” diye düşünüyorlar.  (Eğer sebep buysa, ciddi anlamda siyasal yapıda sistemin çarkının büyük bir parçasısınız ne yazık ki.)
  3. Sebep:  Parti artık sosyal demokrat  çizgiden çıktı. (Siz kendinize ne kadar sol parti deseniz de siyasi yol haritanız acaba ne kadar sosyal demokrasi çizgisinde?)

Sağ siyasette popülist bir yapının artmasının esas ve yegâne sebebi en büyük otorite ya da tek patron olma isteğidir. Yani tekçi anlayıştır.

Özellikte Meclis’te veya Meclis yapıları dışındaki sağ partilere baktığımızda, lider partisi anlayışının aslında iktidar yapısına benzer olduğunu görüyoruz. Halkların, sağ partilerin liderleri ve genellikle haber olan temsilcileri dışında diğer isimleri bilmediğini net bir şekilde gözlemleyebiliriz.

Bu durum, özellikle partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra çok hızlı bir şekilde arttı. Rejimin tüm gücünün tek bir kişide toplanması, muhalif yapılar için sorun olduğu kadar iktidar yapısı içinde görev yapanlar için de sorundur. Farklı görüş sunamamak ve tek bir otoriteye sorgusuz sualsiz itaat etmek gücü elinde tutan partiye mensup olsanız da büyük bir sıkıntıdır. Bu tarz bir siyaset, liberal demokrasinin dahi kabul edemeyeceği siyasi bir tarz aslında.

Benim yazımda özetlemeye çalıştığım realiteler aslında şu an ülkemizde yaşadığımız iklimin net göstergeleridir.

Muhalefet edenlere, özellikle sol yapılara düşen görev ise çok önemli. Tam da buna karşı alternatif olarak merkezi olmayan görevlerin paylaşıldığı bir yapının inşasını halklara sunma gereksinimi var. Tam anlamıyla demokrasiyi inşa etmek, tekçi otoriter popülist sağ siyasete karşı tek reçete olacaktır.

Solun muhalif yapıları, sağ yapıların tekçi anlayışını kopyalamaya çalışır ya da bir anlamda bunu devam ettirirse, seçim günü kopyasının yerine aslının tercih edileceğini şimdiden tahmin etmek gerekir.

Biraz daha açık konuşmak gerekirse; ana muhalefet sol partisi olan CHP, yapısal olarak değişimini demokrasi ekseninde oluşturmalı. Kendine demokrat olmaktan çıkıp, tüm sol yapılarında hazmedeceği bir yol haritası acil ihtiyaç halinde.

Aksi taktirde diğer demokrasi güçlerinin oluşturacağı dayanışmaya oy bölmeyin demeye bir daha hakkı olmaz. 

Siyasette popülizm kısa süreli anketlerde oy artışına vesile olur ama seçim günü etkisi yüksek olmaz. 

Özlemimiz odur ki bağırmadan, sakince halkın anlayacağı dilde kitlelere ulaşabilen bir demokrasi anlayışı bu coğrafyada hayat bulacak. Bunu sağlamayı başarmak zorundayız. Şu unutulmamalıdır ki bu düzenin değişmesi sadece siyasi yapılara bırakılacak kadar basit bir mesele değil.

Yazımın sonunda Okmeydanı’nda bulunan HUBİYAR SULTAN ALEVİ KÜLTÜR Derneği’ne yapılan saldırıdan dolayı üzüntümü belirtmek isterim. Ne yazık ki İnançlar ve Halklar arasında köprü kurulması istenmiyor. Yıllarca inançlar birbirine düşmanlaştırıldı. Bu manada, HÜBİYAR DERGAHI’NA bağlı olanlar başta olmak üzere tüm canlara geçmiş olsun. HEPİMİZ ALEVİYİZ!

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version