Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kürt ulusunun Glezos’ları

Kürt ulusunun Glezos'ları


Bundan tam 10 ay önceydi… Artı Gerçek‘e haftalık yazımı yazarken bir okurumdan gelen mesajıyla sarsılmıştım… “Doğru mu? Artı Gerçek ile Artı TV birbirinden ayrılmış… Yazarlardan bir kısmı artık Artı Gerçek’e yazmayacaklarmış… Siz de yazmayacak mısınız?”

70 yıllık basın yaşamımda, her daim muhalefette bulunmuş bir gazetecinin karşılaşabileceği, dava, gözaltı, tehdit, işten atılma, sürgün dahil, her türden tatsız sürprizi yaşamıştım. Ama hiçbirinin gelişi, bu mesaj kadar şaşırtıcı olmamıştı.

Sağa sola telefon ederek öğrendiğime göre, gerçekten de Artı Gerçek gazete ve TV olarak iki ayrı kuruma dönüşmüş, Celal Başlangıç sadece Artı TV’nin yayın yönetmenliğini sürdürürken Artı Gerçek’in genel yayın yönetmenliğini de Ergun Babahan üstlenmişti.

Kurulduğu günden beri Artı Gerçek’e hiç aksatmaksızın her hafta yazmış bir gazeteci olarak böylesi bir gelişmeden haberdar edilmemiş olmak, beni olduğu kadar, onyıllardır Akşam, Ant, İnfo-Türk ve Tek Cephe’de yayın sorumluluğu paylaştığım, Artı Gerçek yazılarımın yayından önceki ilk eleştirel okumasını yapan İnci‘yi de son derece sarsmıştı.

Nasıl olmasın ki, ikimiz için de, hem Artı Gerçek, hem de Artı TV, 2016 çakma darbe girişiminden sonra giderek daha da azgınlaşan Tayyip diktasına karşı yıllardır hiç durmaksızın demokrasi ve özgürlük savunucularının sesini en etkin biçimde yükselten medya ikizleriydi.

Artı Gerçek 7 Şubat 2017’de yayına başladığındaki ilk yazısında Celal Başlangıç ” Özgür bir medya, demokratik bir Türkiye için hepimizin yolu açık olsun”, Ergun Babahan da “Gerçeğin sözcüsü olmak, duyurmak ve savunmak gazetecinin asli görevidir. Elbette yalanla mücadele de… Onun için buradayız” diyordu.

Ben de o ilk sayıdaki yazımda Artı Gerçek‘in yayına başlamasının Brüksel’de Halkların Demokratik KongresiAvrupa örgütünün kuruluşuyla aynı haftaya denk gelmesine dikkati çekerek “Özgürlük ve demokrasi savunucusu gazeteci, koşullar ne olursa olsun, susmuyor, susturulamıyor. Artı Gerçek’in başarısı malumun ilamı olacak: El mi yaman, bey mi yaman?” demiştim.

Dört yıl sonraki bölünme üzerine yazdığım ve 7 Ağustos 2021 tarihli Artı Gerçek’te yayınlanan “Hem nalına, hem mıhına…” başlıklı yazımda ise bu yeni gelişmeyi Artı’larıyla değerlendirmeye çalışarak şöyle demiştim: “Üzerinden dört yıl geçtikten sonra Başlangıç ve Babahan, aynı teknede değil, her ikisi de Artı sıfatı taşıyan iki ayrı teknenin kaptan köşkündeler. Son iki haftada yaşananlar ne olursa olsun, Artı Gerçek’in de, Artı TV’nin de, Başlangıç ve Babahan’ın dört yıl önceki ilk yazılarında vurguladıkları kararlılıkla, ‘Özgür bir medya, demokratik bir Türkiye’ mücadelesini kararlılıkla sürdüreceklerine inanıyorum.”

Evet, on aydan beri Başlangıç da, Babahan da, iki ayrı teknenin kaptan köşkünde sorumluluklarının gereğini, ilk sayıda vermiş oldukları söze uygun olarak, başarıyla yerine getirdiler, yazılı medyada da, görsel medyada da gerçekleri yansıttılar, Türkiye halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesinde saf tutan birçok değerli gazeteci, yazar ve sanatçıya kendilerini ifade etme olanağı sağladılar. Mücadelelerini bundan sonra da yazıları ve görsel programlarıyla sürdürecek olan iki meslektaşımıza bugüne kadar yönetici olarak yaptıkları değerli katkılardan dolayı teşekkür borçluyuz.

İki hafta önce Ergun Babahan Artı Gerçek’in genel yayın yönetmenliğini, iki gün önce de Celal Başlangıç Artı TV’nin genel yayın yönetmenliğini değerli meslektaşımız Ali Duran Topuz‘a devretmiş bulunuyor. 1994’ten beri 17 yıl Radikal gazetesinde yöneticilik yaptıktan sonra 2016’da Gazete Duvar‘ı kurarak beş yıl yönetmiş olan Ali Duran Topuz‘un yönetiminde Artı Gerçek ve Artı TV’nin, Başlangıç ve Babahan‘ın da katkılarıyla, demokrasi ve özgürlük mücadelemize büyük katkılarda bulunacağında hiç kuşku yok.

Geçen seneki ayrışma üzerine yazdığım yazının son paragrafını bu yazımda da tekrarlıyorum: “Evet, Artı Gerçek de, Artı TV de, bu kavgada yine beraber, hep birlikte… hep birlikte…”

                                       ***

Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ukrayna Krizi’ni ve Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya katılma talebinde bulunmalarını fırsat sayarak 30 kilometre derinliğinde bir sömürge kuşağı oluşturmak üzere yeni bir işgal operasyonu tehdidinde bulunması, Rusya’ya karşı topyekun savaş açmış bulunan ABD güdümlü Batı dünyasında müstahak olduğu tepkiyi görmüyor.

Suskunluğu sürdürmekte olan Belçika medyasında ilk defadır ki dün bir protesto sesi yükseldi… Orta Doğu’yu çok iyi tanıyan meslektaşımız Christophe Lamfalussy, Ankara rejiminin yakalanıp Türkiye’ye gönderilmesi için 1 Milyon Dolar ödül koyduğu Demokratik Birlik Partisi (PYD liderlerinden 71 yaşındaki Salih Müslim ile yaptığı ve La Libre Belgique gazetesinde tam sayfa yayınlanan söyleşinin sunuşunda Avrupa’nın nankörlüğe varan utanç verici suskunluğunu şöyle ortaya koyuyor:

“Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, son günlerde birkaç kez Türk ordusunun Kuzey Suriye’de yeni bir saldırıya geçeceğini duyurdu. Kürtlerin, Süryani Hristiyanların, Türkmenlerin ve Arapların bir arada yaşadığı bu özerk bölgede, yeni bir saldırı IŞİD’e karşı uluslararası koalisyona ciddi bir darbe vuracaktır. Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) Kürt savaşçıları gerçekten de IŞİD’e karşı savaşan Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) belkemiğidir. Onlar olmasaydı IŞİD askeri olarak yenilmez ve Rakka özgürleştirilemezdi.”

Ardından Salih Müslim‘e Erdoğan’ın yeni operasyon tehditleri konusunda tepkisini soruyor:

– Ankara’nın yakında Suriye’nin kuzeyine bir askeri müdahale yapılacağını açıklamasına Kürt’lerin tepkisi nedir?

– Bizler burada, Kuzeydoğu Suriye’de Araplar ve diğer halklarla birlikte Suriye devrimine katılmıştık. Muhalefet gücü olarak taleplerimizi rejime ilettik, ama sonunda bizi yok etmek, öldürmek isteyen Türkiye ile karşı karşıya kaldık. Gaddar Türk rejimi, Suriye’nin kuzeyini tamamen Türkleştirmek için IŞİD veya El Nusra Cephesi gibi gruplardan geriye kalanları da kullanarak bir kara kuşak oluşturmak istiyor. Erdoğan’ın amacı herhalde Kuzey Suriye’yi de içine alacak ve Irak’ta Kerkük’e kadar gidecek bir Misak-ı Milli bölgesi yaratmaktır.

– İlk hedef sizin 2014’te IŞİD’ten kurtarmış olduğunuz Kobane olabilir mi?

– Erdoğan, Suriye topraklarında 30 km derinliğinde, Kamışlı gibi diğer şehirleri ve hatta IŞİD üyelerinin tutulduğu hapishaneleri içeren bir şeritten söz etti. Bu bizim için ciddi bir tehdittir.

– 2019’da sizinle Türkiye, Rusya ve ABD arasında imzalanmış anlaşmalara rağmen sizin özerk bölgenize sürekli saldırılar var. Ne diyorsunuz?

– 2018’de Afrin’e yönelik operasyonda aşırı grupları da saflarına dahil etmelerinden bu yana saldırıların ardı arkası kesilmedi. 2019 ateşkes anlaşmasına hiçbir şekilde uymadılar, insansız hava araçları ve top atışlarıyla köyleri vuruyor, sivilleri öldürüyorlar. 29 Mayıs’ta Mar Sawa’daki Süryani kilisesi ve Tel Tawil’deki okullar bombalanarak tahrip edildi. Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya bu anlaşmanın garantörleridir, buna rağmen ateşli silahlarla saldırılar devam ediyor.

– Ne yapmalıydılar?

– Sorunu ciddiye alırlarsa, örneğin uçuşa yasak bölge kurarak veya BM gücü konuşlandırarak Türkiye’yi durdurabilirler. Ne var ki, Türkiye sürekli şantaj yaparak onları engelliyor.

– Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği başvurusunun, bu ülkelerin PKK militanlarına hoşgörülü davrandıkları gerekçesiyle Türkiye tarafından bloke edilmesi konusunda ne diyorsunuz?

– Bittabi bu bir bahane. Temelde Türkiye demokrasiyi sevmiyor. Avrupalılara şantaj yapıyor. Finlandiya ve İsveç’in yanı sıra Belçika’nın da savaşlar sonunda kurulmuş demokrasileri var. İlkeleri var. Ancak Türkiye, Avrupa’yı kendi dayattığı şekilde oynamaya, yasalarını, insan haklarını ve anayasasını kendisininkine uyduracak bir Avrupa’ya dönüştürmek istiyor. Unutmayalım ki, üç Kürt kadını öldürmek için Paris’e katiller bile gönderdiler. Belçika’da da suikast girişiminde bulundular. Finlandiya ve İsveç hakkında onayını beklemek yerine, böylesi bir Türkiye’yi NATO’dan atmalıdırlar.

– Türkiye ile doğrudan tartıştığınız bir dönem vardı. Ankara’ya da gitmiştiniz. Bu artık mümkün değil mi?

– Hayır, mümkün değil. 2014 yılında Dışişleri Bakanlığı tarafından davet edilmiştik. Bir manevraydı… Bizleri, Suriye’de bir Kürt sorunu olduğunu asla kabul etmeyen Suriye muhalefetine bağımlı kılmak istediler. Kabul etmediğimiz için “terörist” ilan edildik.

– Bağımsızlık talep etmiyor musunuz?

– Hayır, Suriye’nin tamamı için tüm bileşenlerini dikkate alan demokratik bir çözüm istiyoruz. Biz dışarıda değil, Suriye içinde çözüm istiyoruz. Müzakerelere başlamak için defalarca Şam’ın kapılarını çaldık ama şu an için rejim sessizliğini koruyor. Belki o da Türkiye’den korkuyor? Suriye ve Türk istihbarat servisleri arasında düzenli temasların olduğu söylentileri de var.

– Erdoğan’ın sizi PKK ile bağlantılı “terörist” bir grup olarak nitelendirmesine yanıtınız nedir?

– Eğer bu röportajı yayınlarsanız, siz de PKK’lı sayılma riskini üstlenmiş olacaksınız… Biz, Suriye’nin kuzeydoğusunda terörle mücadele için kurulan uluslararası koalisyonla işbirliği yapıyoruz. Bizimle PKK arasında bir bağlantı olmadığını onlar da biliyorlar. İdeolojik olarak belirli fikirleri paylaşıyoruz ama bu hareketle organik bir bağımız yoktur.

Bu söyleşiyi okurken, Salih Muslim ile Brüksel’de ilk karşılaşıp görüştüğüm günü anımsadım. 22 Kasım 2013’te Belçika Parlamentosu’nda düzenlenen “Kürtler ve Suriye’nin Geleceği” konulu uluslararası bir konferansta konuşmacı olarak bir araya gelmiştik. Fransa’nın eski dışişleri bakanlarından Bernard Kouchner‘in de katıldığı konferansta, IŞİD’e karşı yiğitçe savaşan Kürt ulusunun ve Ortadoğu’da kalıcı barışın temsilcisi olarak konuşmuş, alkışlanmıştı.

Bir yıl sonra da, 5 Ekim 2014’te, PYD’nin temsilcisi olarak Ankara’ya davet edilmişti.

Salih Müslim iki yıl sonra yine barış umudunun temsilcisi olarak Atina’daydı. Üstelik HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş‘la birlikte… 16 Şubat 2016’da Atina Gazeteciler Cemiyeti’nin düzenlediği “Ortadoğu’da Kürt halkının yeni rolü ve Kürt-Yunan dostluğu” konulu konferansta Yunan halkı ile Ortadoğu halkları arasında bin yıldan bu yana kültürel bağlar bulunduğunu vurgulayarak “Mezopotamya yeniden doğuyor. Herkesin eşit ve demokratik haklara sahip olabileceği bir yurt için mücadele ediyoruz” demişti.

25 Eylül 2016’da Brüksel’de PYD Avrupa Örgütü’nün açılışını yapan Salih Müslim, iki yıl sonra, 14 Şubat 2018’de Türk Devleti tarafından yayınlanan bir kırmızı bütenle terörist ilan edilecek, yakalanmasını sağlayacak ya da başını getirecek olanlara tam 1 Milyon Dolar ödül konulacaktı.

Salih Müslim‘in Avrupa’da katıldığı toplantılardan arşivimde yer alan bir fotoğraf var ki, bu yazımın görselinde iftiharla paylaşıyorum… Evet, 16 Şubat 2016’da Atina’da katıldığı konferanstan gelen çeşitli fotoğraflardan birinde Salih Müslim, halen zindanda bulunan HDP lideri Selahattin Demirtaş ile Yunan sol direnişinin efsanevi isimlerinden Manolis Glezos‘un arasında konuşmaları izliyor.

Fotoğrafı gördüğümde belleğim beni tam 49 yıl geriye götürmüştü… Yunanistan’daki faşist albaylar darbesinin ardından Ant Dergisi‘nin 9 Mayıs 1967 tarihli sayısında Yaşar Kemal‘in bir yazısını yayınlamıştım: “İnsanlığın Kahramanı Glezos’un elinde üç ak karanfil…”

Daha 19 yaşındayken, Atina’nın 1941 Mayıs’ında Naziler tarafından işgalinden sonra girmeyi başardığı Akropol‘den gamalı haçlı Alman bayrağını indirmeyi başaran, daha sonra Yunan dağlarında silahlı direnişe katılan, savaştan sonra solcu olduğu için tam 11 yıl zindanda yatırılan, serbest bırakıldıktan sonra 1967 darbesinde tekrar hapsedilen Glezos için yazdığı yazıda Yaşar Kemal şöyle diyordu:

“Manolis hapistedir. İnsanlığın hürriyet, insanlığın bağımsızlık, insanlığın onur cevherinin bir kısmı hapistedir. Demokrasi hapistedir. Emek hapistedir. Namus hapistedir.”

Evet, 30 Mart 2020’de sonsuzluğa göç eden o efsanevi Manolis Glezos‘un altı yıl önce Atina’da birlikte olduğu Salih Müslim hâlâ Türk devleti tetikçilerinin hedefindedir, Selahattin Demirtaş ise yıllardır Türkiye zindanındadır… Yaşar Kemal‘in deyişiyle, Türkiye’de demokrasi hapistedir, emek hapistedir, namus hapistedir…

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version