Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Şengal ve Rojava vesilesiyle ‘insan’ı düşünmek

Şengal ve Rojava vesilesiyle 'insan'ı düşünmek


1. Önden yüklemeli çamaşır makinesi ve ‘modern insan’

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım: ‘İnsan’ adıyla maruf primat bütün ömrünü, tıkını çıkarmadan, önden yüklemeli bir çamaşır makinesinin önünde oturup, yıkama tamburunda dönen çamaşırın, lomboza yansıttığı o hayat dolu, fıkır fıkır renk ve biçim cümbüşüne bakmakla geçirme kabiliyetine sahiptir. Bu kabiliyetin hayata geçirilmesi, kahramanımızın elinin altında yeterli miktarda yiyecek ve içeceğin olması ve elektrik kesintisi ihtimâline karşı gerekli önlemin alınmış olması dışında hiçbir önkoşula bağlı değildir.

Goril, orangutan, şempanze, gibon vs. gibi ‘insan’ın türdeşi diğer primatlarda bu yeteneğin olmadığı gerçeğini göz önüne alırsak, belki de, insanı diğer varlıklardan ayırt edenin, yani insanı insan yapanın ne olduğu sorusunun, neredeyse 2500 yıldır aranıp da bulunamayan cevabını nihayet bulmuş oluruz. Ama konumuz bu değil.

Konumuza dönüp tekrar düşündüğümüzde, öncelikle insanın bu müstesna becerisiyle ilgili sohbetin ve uslamlamanın bağlamını biraz daha sarih hâle getirme zarureti olduğunu fark ediyoruz. Böyle bir yeteneğin, insanın ortaya çıkışından bugüne kadar hep var olagelmiş bir tür antropolojik değişmez olduğunu iddia etmek için hiçbir meşru gerekçemiz yok. Çünkü bilmiyoruz. İnsanî toplumun gelişim tarihine, özellikle de ‘uygar insan’ tarafından ‘ilkel’, ‘vahşî’ ve benzeri sıfatlarla anılan uygarlık öncesi insana ilişkin bilgimiz henüz devede kulak seviyesine bile varmış değil, olsa olsa okyanusta bir damla. Elimizdeki bilgi ve verilerin çerçevesi, uslamlamayı ‘genel olarak insan’ değil de ‘uygar insan‘la sınırlamamızı salık veriyor.

Sarahat derecesini biraz daha artırmak istersek, ‘uygar insan’ kümesinin alt-kümelerinden birini teşkil eden ‘modern insan‘ın bu benzersiz marifetin tartışma götürmez öznesi olduğunu gönül rahatlığıyla ilân edebiliriz. Gerçekten de günümüz gelişmiş batı toplumlarının ve gelişmek aşkına pervane batı güdümlü doğu ve güney toplumlarının modern insanlarının önemli bir kısmı hayatlarını bu kabiliyet eksininde düzenleyip şekillendirmekteler. Önden yüklemeli çamaşır makinesi lombozunun yerini, cep-telefonu, elüstü ya da dizüstü bilgisayarı, televizyon ya da benzeri cihazların ekranının; muhtevayı oluşturan çamaşırın yerini ise, bir takım yerli ve yabancı dizilerin, haber programlarının veya dijital oyunların aldığı da oluyor elbette. Ama endişeye mahal yok, bu tür – Chomsky’nin terminolojisiyle ifade edersek – yüzey-yapısal varyasyonlar derin-yapısal prensipte herhangi bir değişikliğe yol açmaz.

2. Uygarlığın sicili – atlar, katırlar, develer –

Şimdi gönül isterdi ki, bu pek de ortodoks olmayan ‘modern insan’ portresini bir tür marjinal eleştirel söyleme zemin olması amacıyla çiziyor olalım. Fakat maalesef durum tamamıyla farklı. Yukarıdaki uslamlamanın ‘modern insan’a yönelik zımnî bir eleştiriye evrilebilmesi ancak bir şekilde mümkün olurdu. O da, modern insanın, hayatını söz konusu kabiliyete başvurmadan örgütlemesi durumunda, yukarıda çizilen resmin düşündürdüğünden daha iyi, daha anlamlı şeyler yapıyor olması. Acaba gerçekten öyle mi, bir bakalım.

Böyle bir bakışı layıkıyla icra edebilmemiz için, ‘iyi‘ sıfatından ne anlaşılması gerektiğinin herkes tarafından bilindiği, dolayısıyla izâha ihtiyaç olmadığı varsayımı şeklinde tezahür eden otomatizme direnip, bu sıfatın hâldeki bağlamda tam olarak ne anlamda kullandığını peşinen beyan etmemiz gerekiyor. Burada kullanıldığı anlamıyla ‘iyi’ herşeyin biricik kaynağı ve olmazsa olmaz önkoşulu olan ‘hayat’ı ölçüt alır. En basit ifadesiyle, yerküredeki hayata hasar vermeyen, hayatın muhafazası, teşviki, iyileştirilmesi, zenginleştirilmesine hizmet eden ya da vesile olan şey ‘iyi’dir. İyi bu anlamıyla, bütün hayata (biyolojik hayatın bütün formlarına) zarar veren, yıkıma, imhaya ve ölüme hizmet eden anlamındaki sıfatların zıt-anlamlısıdır.

Bu şekilde ‘iyi’nin anlamına bir miktar istikrar kazandırdıktan sonra, yukarıdaki sorumuzu tekrar ve daha anlaşılır bir şekilde formule edebiliriz: Uygar insan, özellikle de uygar insanın modern versiyonu, doğanın ona karşılıksız bahşettiği konuşma ve düşünme donanımını, bütün zihinsel kapasite ve kaynaklarını, çamaşır makinesi lombozu ya da eş-işlevli alternatif ekranlara vakfetmeyip, hayatını farklı türden edim ve etkinlikler ekseninde şekillendirdiğinde, ortaya daha iyi bir şey mi çıkar, acaba?

Bunun hiç de böyle olmadığı, uygar insanın (resmî tarihbilimine göre 5 küsur binyıllık) geçmişine, ve herşeyden önce de Avrupa menşe’li modern insanın 500 küsur yıllık terceme-i hâline bakıldığında anlaşılacaktır.

Yaklaşık 5500 yıllık insanî metin süreğeni, insanın insana özgü o hodbin kibirle ‘uygarlık’ adını verdiği süreçte, bilinen en eski başlangıçlardan günümüze dek, nitel bir değişim olmadığına işaret ediyor (Uygarlık tarihininin başlangıcını en az altı binyıl daha geriye götüren Girê Mirazan‘a ilişkin tefekkür henüz emekleme aşamasında olduğu için, onu şu anki hesaba dâhil etmiyorum). Daha somut ifadesiyle, sayıca az birkaç istisnaî vaka dışında, ‘insan’ türünün doğal ve sosyal çevreyle girdiği ilişki tarzında en ufak bir değişiklik olmadı. Ontolojik açıdan insan ‘uygarlık’ adıyla vaftiz ve tesmiye edilen sürecin en başında neredeyse, hâlâ oradadır (az sayıda istisna mahfuz).

Modern bilimin geriye dönük olarak toplumsal devrimler olarak adlandırdığı gelişmeler hemen hemen istisnasız niceldir ve neredeyse istisnasız olarak imha, kıyım ve öldürme teknolojisindeki nicel bir iyileşmeye tekabül ve istinat ederler. Mezopotamya şehir devletleri eski mısır imparatorluğu ve bunların mirası üzerine inşa edilen pers satraplıklar federasyonu, eski Yunan demokrasisi, roma imparatorluğu vs.’den günümüzün gelişmiş kapitalist toplumlarına kadar, batının ‘uygarlık tarihi’ adını verdiği süreç aslında monoton kesintisiz bir imha süreğenidir.

Bu sürecin vücuda getirdiği ve bilim – ki bilim, egemenin sıcak ve koruyucu kucağı dışında filizlenip tomurcuklanamayacak derecede hassas ve na-dide bir çiçektir – tarafından debdebe ve ihtişam olarak yazılıp, okutulan şey, sonsuz kan, ezilmiş, parçalanmış kemik, çürümüş ve yanmış etten beslene gelmiştir ve beslenmektedir.

Toparlarsak, öyle görünüyor ki, uygarlaşıp, çağdaşlaşıp dünya gezegenin hâkimleri hâline gelen insanlar, doğanın onlara en ufak bir karşılık beklemeden bahşettiği düşünme-konuşma yetisini, ağırlıklı olarak yerküredeki yaşamın imhası doğrultusunda kullanır hâle geldiler. ‘Uygarlık‘ diye adlandırılıp tüm insanî edim ve etkinliğin görünür en yüce hedefi mertebesine yükseltilen şeyin biricik ölçüsü ve ölçütünün de imha gücünün seviyesi ve imhanın derecesi olması bu keyfiyetle ilintilidir.

Büyük Kiros, yaptığı savaşlarda katledilen insan sayısının 100.000’i geçmesiyle ‘büyüklük’ rütbesini hakketmiş ve o dönem dünyasında uygarlığın tartışmasız zirvesini sembolize eder hâle gelmiş / getirilmiştir. Büyük İskender’in büyüklüğü ise Büyük Kiros’un büyüklüğünden daha da büyük bir büyüklüktü, çünkü o, cinayet ve katliamda çıtayı 150.000 gibi baş döndürücü bir yüksekliğe çıkarmayı becermiş ve böylelikle uygarlığın seviyesinde de bir kuantum sıçramasına önayak olmuştu (Bu bağlamda işaret etmekte yarar var ki, insan dışındaki canlılar, uygar insanın savaş zayiatı istatistiklerinde yer almazlar. Yani insanî savaşlarda insanlar tarafından katledilen sayısız at, katır, deve, eşek, köpek, kedi, fil vb. gibi canlıların sayısını bilmemiz mümkün değil. Ama ölen insan sayısından çok çok daha fazla olduğunu tahmin edebiliriz). Bu gayet basit aritmetiği 20’nci ve 21’inci yüzyıllara uygulayıp, günümüz dünyasında uygarlığın zirvesinde olan sosyopolitik formasyonların hangileri olduğunu hesaplamayı da sizlere bırakıyorum. Hiç zamanınızı almayacaktır, sağlamasıyla birlikte 30 saniyede çözersiniz problemi.

Böyle aykırı okunan bir tarih, bir önemli noktayı daha görünür kılıyor. Uygar ve modern insanın bilinen bütün toplumsal üretim ve örgütlenme tarzları aslında tek ve aynı sosyal örgütlenme tarzının varyasyonlarıdır. Ben uygar ve modern toplumun bu egemen toplumsallık düsturunu ve örgütlenme ve yönetim biçimini ‘ölüm itkili falokrasi‘ (ya da ‘ölüm itkili zekererki’) diye adlandırıyorum. Bunu neden böyle adlandırdığımın ayrıntılı tartışmasını başka bir yazıya bırakıp burada sadece bir noktaya değinmekle yetineyim: temel enerji kaynağı ölüm olan bu sistem insanın öldürülebilir oluşu keyfiyetinden istifade eder ve kendisini bu keyfiyet zemin ve ekseninde inşa ve muhafaza eder.

3. İstisnalar – “Bebeğim neremde saklayım seni”1

Şimdi yukarıda birkaç kez ‘istisnalar mahfuz’ türünden ibarelere yer verdim. Kastettiğim şey, uygarlığın ve modernitenin ‘ölüm itkili zekererki’ni radikal bir şekilde reddedip hayatlarını nitel olarak farklı toplumsallık düsturları zemininde örgütlemeyi tercih eden insanların oluşturduğu toplumlardı.

Genel tarihsel bir örnekle başlarsak, ‘modern insan’ın ‘vahşî’, ‘ilkel’ vs. sıfatlarını yakıştırdığı uygarlık ya da modernite dışı insanların, uygar ve modern insandan nitel olarak farklı bir toplumsallık moduna sahip oldukları gerçeği, sayıca çok az ve oldukça yeni birkaç kaynakta dile getirilmeye başladı. Bu sözüm-ona “vahşi” toplumsal formasyonların modern batı toplumlarının, ortalama insanının havsalasının almayacağı türden bir özgürlük ve eşitlik anlayışı temelinde şekillenip hareket ettikleri anlaşılmakta. Neticede hemen hepsi uygar ve modern insan tarafından imha edilen bu toplulukların hikâyesini de başka bir yazıya bırakıp, bu bölümde sadece günümüz dünyasının çağdaş istisnalarının durumuna bir göz atmakla yetinelim.

Yazının iyice uzaması tehlikesi nedeniyle, üç güncel istisnanın kutlu adlarını zikretmekle yetineceğim. Birincisi, Meksika’nın Chiapas eyaletindeki özerk, çok-dilli ve çok-etnisiteli belediyeler ve bölgeler. İkincisi, Şengal ve çevresindeki Êzîdî Kürtlerin öz-örgütlenmesi. Üçüncüsü, 2012’den beri direnerek gelişen Rojava özerk yönetimi.

Bu istisnaların bir ortak özelliği, kendilerini insanın öldürülebilirliği keyfiyeti üzerine inşa eden zekererkli modern rejimlerin 21’inci yüzyılda neredeyse tüm yerküreyi rapt-u zapt altında tutan baskı ve tehditlerine boyun eğmeyip, kendi hayatlarını, ölüme ve imhaya direnerek şekillendirmeyi tercih edenlerin özgür iradeleri üzerine inşa edilmiş toplumsal formasyonlar olmalarıdır.

İkinci ortak özelliği ise, bu bölgelerin tümünün birinci de ifadesini bulan temel tavizsiz duruşları yüzünden, yani modern global imha sanayisine suç ortaklığı ya da yataklık yapmayı bilâ-kayd u şart reddetmeleri sebebiyle, modern dünya sisteminin kesintisiz imha saldırıları altında olmalarıdır.

İnsanın ve sair yerküre sakinlerinin tek umudu, bu henüz emekleme evresinde olan istisnaların, bütün bu korkunç ve had derecede uygar saldırılara rağmen, hayatta kalıp, kendilerine düstur edindikleri o güler yüzlü, o hayatı önceleyen mizaçlarını bütün insanlığa öğretebilmelidir.

4. Lomboz önü çay ve çörek partisine davet

Sön sözlerimi, tekrar başa dönüp, modern insanın çamaşır makinesi lombozu veya türdeş ekranlar önünde oturmakta olan versiyonunun huzurunda ve bir anlamda ona methiye olarak söylemek istiyorum. Çünkü – yukarıdaki tesbit ve beyanlarımdan yeterince anlaşıldığını umuyorum – uygar insanın bu altkümesi, diğer altkümelerin üyelerinden farklı olarak, konuşma-düşünme donanımını, en azından, zekererkli modernitenin imha sanayisine aktif katkı doğrultusunda kullanmamakta.

Yukarda insanlığın biricik umudu olduklarına işaret ettiğim istisnalara yönelik, herşeyden önce tasavvur edilebilir en modern ve en uygar acımasızlıkla karakterize edilebilecek kesintisiz imha saldırı ve savaşlarının işleyiş moduna bir göz atmamız, lomboz-keşimizin methiyeyi hakkettiğini daha sarih hâle getirecektir.

Bu imha operasyon ve savaşlarının nedenleri ve anatomisine ilişkin her gün yüzbinlerce haber, on binlerce tahlil yazısı, binlerce bilimsel makale, yüzlerce doktora çalışması ve onlarca habilitasyon tezi yayınlanıyor. Örneğin, “Amerika” deniyor, “NATO” deniyor, ve imha ve katliam şiddetini artırarak devam ediyor. “Türkiye’nin hırs ve tutkuları” deniyor, “TSK” deniyor, “İran’ın bölgedeki çıkarları” deniyor, ve imha ve katliam şiddetini artırarak devam ediyor. “Rusya” deniyor, “Çin” deniyor, ve imha ve katliam şiddetini artırarak devam ediyor. “Kürtler neden birlik olmuyor” deniyor, [nakarat]. “Kürdistan petrolü ve gazı” deniyor, “petrol boru hatları” deniyor, [nakarat]. “Ukrayna Savaşı’nın yarattığı konjonktür” deniyor, [nakarat].

Velhâsıl-ı Kelâm, deniyor da deniyor ve densin de elbet. Fakat unutulmaması gereken şu: – eski ve nostaljik deyimle – son kertede tetiğe basan, insansız hava aracındaki füzelerin ateşleme düğmelerine basan, uçak ve helikopterlerde gerekli düğme ve şalterleri işleten parmaklar bir takım somut insanî bireylere aittir. Bu insanlar daha erken aşamalarda hiçbir şey yapmamış olsalar da, bu mukadder anlarda doğru tercihi yapma şanslarına sahiptirler. O tetiklere, düğmelere vs. basılmasında artık ne devletin, ne Amerika’nın, ne Nato’nun, ne komutanın emrinin, ne kara bahtın ne de kör tâlihin en ufak bir etkisi yoktur. O anda olanlar ve ondan sonra olacaklar tümüyle parmağın sahibi olan bireyin bilinçli tercihidir ve varoluşun bu yakasında ya da öte yakasında bir gün bu tercihin yol açtığı kıyımın hesabı verilecekse, ol parmak sahibi birey bunu tek başına yapmak zorunda kalacaktır.

 


1 Ahmed Arif’in “Adiloş Bebenin Ninnisi“nden.

Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version