Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Post AKP ya da pro-Nazi…

Post AKP ya da pro-Nazi…


YORUM | M. NEDİM HAZAR

Tarih vakanüvisleri, düz bir zaman çizelgesi yerine bir döngü metaforuyla izah ederler tarihsel akışı.

Gerçekten de öyledir, zira tarih kültür, coğrafya, zaman dinlemeden sürekli devinip duran döngüsel bir kavramdır.

Merhum Mehmet Akif, tarihin tekerrürüne dair yaptığı enfes tespitte “ibret almak” ifadesini seçer:

“Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”

Bugün özellikle Almanya’da yaşı yetişkin olan kime sorarsanız sorun, “İsa Nebi gökyüzünden inse yine ona tek başına iktidarı vermeyiz” derler.

Belki biraz egzajerasyon vardır ama haklılık payı büyüktür bu düşüncenin.

Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi mutlak güç dünyanın en saf, en mülayim karakterini bile bir canavara dönüştürebiliyor.

Tarihe bu perspektiften baktığımızda yaşadığımız dönemin öncesi ve sonrasıyla bir döneme illa ki denk geldiğini kavramak mümkün.

İşbu sebeple yaşadığımız günler Hitler’in mutlak gücünü pekiştirmesinin hemen öncesi, tabiri caizse arefesi denebilecek günler.

Şurası ayrı bir gerçek: Türk halkı başka toplumlar gibi değil. Yarım yamalak da olsa hukuk devletini yaşamış, demokrasiyi nispeten içselleştirmiş hiçbir toplum bu kadar güle oynaya bir despot döneme kendi rızasıyla gitmemiştir sanırım.

Şayet 2023 döneminde (elbette seçim manipüle de edilecektir) ama gözle görülür bir şekilde Erdoğan ve saray rejimine kapıyı göstermeyen bir ülke, kendi tabutuna son çiviyi çakmış olacaktır.

Gelen rejimde bırakınız demokrasiyi, bırakınız muhalefeti, bırakınız siyaset kurumunu, bizzat AKP’nin bile kendisine yer olmayacaktır. Erdoğan ve ailesinin ülkesine dönüşeceğiz ve bundan kurtulmak için artık çok ama çok daha uzun bir süre acı çekmek zorunda kalacak Türkiye.

İşte bu yönüyle AKP iktidarının bugünleri Nazi devletinin gücünü konsolide etmesinin hemen öncesi döneme denk gelmektedir.

Biliyorum, çok fazla işe yaramayacaktır ama biz yine de tarihe not düşmek babında Nazi devrinde ne tür bir polis ve hukuk sistemi vardı ona bakalım.

Almanya’da Mart 1933 seçimlerinde yine hiçbir parti çoğunluğu sağlayamamıştı.

Hitler, istediği yetkileri elde etmek için Reichstag’daki Merkez Partisi ve muhafazakarların oyuna ihtiyaç duyuyordu.

Reichstag üyelerini 24 Mart 1933’te Yetki Kanunu için oy kullanmaya çağırdı. Hitler’e yasa ile “geçici olarak” genel yetki verildi. Yasa ona parlamentonun izni olmadan ve hatta anayasal sınırlamalar olmaksızın hareket etme özgürlüğü verdi. Ve Almanya kanlı sona bu “geçici” yetki sonrasında son hızla gitti.

Orijinal bir Koruyucu Gözaltı belgesi.

Üçüncü İmparatorluk (Drittes Reich), yani Nazi Almanya’sı, siyasi ve ideolojik muhaliflerin rastgele tutuklamalarla toplama kamplarına kapatılması uygulamasıyla karakterize olmuş bir polis devletiydi.

“Koruyucu gözaltı” (Schutzhaft) kavramına 1933’te getirilen yeni yorumla beraber, polis kuvvetleri hukuki kontrolden muaf oldu.

Koruyucu gözaltı Nazi terminolojisinde, yargı denetimi olmaksızın rejimin gerçek veya muhtemel karşıtlarının tutuklanmasıydı.

Koruyucu gözaltı uygulanan tutuklular, diğer mahkumlar gibi sıradan hapishanelerde değil, SS (Schutzstaffel; Nazi devletinin seçkin muhafızları) birliklerinin ayrıcalıklı yetkileri sayesinde toplama kamplarında tutulurlardı.

Şurası önemli… Schutzhaft terimi sadece Naziler tarafından kullanılmamıştır. Bu sebeple Nazi Schutzhaft’ı Prusya Krallığı’nda yürürlükte olanlarla veya polis mevzuatına giren ve hukukun üstünlüğüne özgü belirli mevcut gözaltı rejimleriyle karıştırmamaya dikkat etmek gerekiyor.

Bu özellikle şöyle: Schutzgewahrsam (önleyici gözaltı), Polizeigewahrsam veya Unterbindungsgewahrsam (polis gözetimi) ve hatta Sicherungsverwahrung (önleyici gözaltı).

Bu kavramlar özellikle tetkik hâkimliği görevi gerektiren ve hukuki yardım hakkını güvence altına hukuk çerçevesine tabi işlemler olduğu, ortak noktası bu.

Bırakınız savunma hakkını, buna cüret edenlerin bile anında tutuklanıp hapsedildiği ve bir domino etkisiyle savunacak kimse kalmayana kadar savunma sistemini yıkan bir karşı sistem.

Erdoğan rejiminin hızla kuracağı ve konsolide edeceği sistem budur. Şu anda yarım yamalak da olsa uygulanan bu sistem yasalaşacaktır emin olun.

Hitlerin kurumsal fişleme kanunu: Renklerle tasnif.

Şöyle bir hatırlayalım: Üçüncü İmparatorluk, olağan yargı sistemi ile Hitler rejimi ve polis kuvvetlerinin keyfi uygulamalarının aynı anda var olması sebebiyle, ikili bir devlet yapısı olarak anılageldi.

Nazilerin iktidara geldiği 1933’ten sonra kamusal hayatın farklı alanlarında olduğu gibi, yargıda da önemli bir dönüşüm gerçekleşti.

Hukuki idareye tabi olan tüm meslek örgütleri Nasyonal Sosyalist Alman Hukukçular Birliği’ne gittikçe daha yakın hale gelmiş, zamanla birliğin içine karışıp kaybolmuşlardır.

1933 Nisan’ında, Hitler ilk Yahudi aleyhtarı (antisemit) yasalardan birini çıkardığında, Yahudilerin yanı sıra, sosyalist avukatlar, yargıçlar ve diğer yargı çalışanları da mesleklerinden oldular.

Başlarda sadece Yahudilerin kırıma uğrayacağına inananlar samimi Nazi olmayan kimseye hayat hakkının olmayacağını fark ettiklerinde iş işten çoktan geçmişti.

Bunlara ek olarak, aralarında Carl Schmitt’in de bulunduğu, Alman Hukuk Akademisi’ne mensup hukukçular ve Nazi hukuku teorisyenleri, Alman hukuk sisteminin “nazileştirilmesi” gerektiğini, sisteme bulaşmış tüm “Yahudi tesiri”nin temizlenmesi gerektiğini ileri sürdüler. Yargıçlar ise varacakları tüm kararlarda “sağlıklı halk duygusu”nun (gesundes Volksempfinden) göz önünde bulundurulması noktasında mutabakata vardılar.

Bugün sıklıkla kullanılan (Ali Koç bile bunu yaptı) “FETÖ” diskurunun benzer bir fonksiyon üstlendiği aşikardır. Erdoğan rejimi kendi anlatısını genel anlayış yerine öylesine sağlam yerleştirmiş durumda ki, kimi zaman suçlayan da suçlanan da birbirine “FETÖ” ile vurmaya çalışmaktadır. Paranoyak ve kinleri bitmeyen Ergenekon tayfasından bahsetmiyorum. Onların kini, dinleri olmuş durumda!

Otto Georg Thierack ismini duydunuz mu?

1942-45 arası adalet bakanlığı yapmış eline milyonlarca masum insan kanı bulaşmış bir caniydi Thierack.

İlk toplu tutuklama onun zamanında oldu mesela. Tam 14 bin masum sivili bir anda tutuklattı ve toplama kamplarına yollamaya kalktı. Bu mahkumların 5 bin 900’u kamplara ulaşamadan kötü muamele ve salgın hastalıktan dolayı ölmüştü.

İşte 2023 Erdoğan İmparatorluğu sonrasında yapılacak ilk uygulama bu olacaktır emin olun. Kitlesel tutuklama, transfer ve infaz.

Thierack, 13 Ekim 1942 tarihinde Martin Bormann’a yazdığı mektupta “(…) Polonyalılar, Ruslar, Yahudiler ve Çingeneler aleyhindeki cezai kovuşturmayı SS Reichsführer’in gözetimine bırakmak niyetindeyim,” diyordu. Çünkü bu doğal hainlerin yargılanmalarının gereksiz vakit ve para kaybı olduğuna inanıyor ve idam dışında ceza verilmesi durumunda bu kez yargıçların da aynı akıbete uğrama sıkıntısı doğuracağını söylüyordu.

Nazi üst yönetimine göre, kendilerinin kanaat getirdiği herkes kesinlikle suçluydu ve bunların mahkemeye filan çıkmasına gerek yoktu! Nazi yasalarıyla bile yargılanmasını istemiyorlardı.

Hitler sabırla ördüğü kendi güvenlik ve polis sistemini özellikle Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg’un ölümünden sonra (Ağustos 1934) önünde engel kalmadığından emin olduğunda oturttu. Tüm ordu ve polis, Hindenburg’un öldüğü gün, makama veya millete değil, kişisel olarak Hitler’e “kayıtsız şartsız itaat” yemini ederek Hitler Yemini verdiler. 1934 Almanya devlet başkanlığı referandumunda büyük çoğunluk iki makamı birleştirmeyi onayladı.

Peki neydi bu Hitler Yemini?

İşte size bir benzerlik daha: Hitler Yemini ve TÜGVA Yemini.

Almanca Führer Eid yani Führer Yemini olarak bilinen yemin, Alman Silahlı Kuvvetlerinin subay ve askerleri ile Nazi Almanya’sı memurlarının 1934 ile 1945 yılları arasında ettikleri bağlılık yemini anlamına geliyor.

Yemin, ülkenin anayasasına bağlılık yerine Adolf Hitler’e kişisel sadakat sözü verir.

Tarihçiler, Üçüncü Reich’in kişisel yeminini, savaş suçları, zulüm ve soykırım işlemek için verilen emirlere uymak için önemli bir psikolojik unsur olarak görüyor.

Bu arada Nürnberg mahkemeleri sırasında, birçok Alman subay, bürokrat ve memur ettikleri yemini, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara karşı savunma olarak kullanmaya çalışmış fakat başarısız olmuştu. Lakin bu katledilen milyonları elbette geri getirmeyecekti!

TÜGVA Yemini…

Hatırlayacaksınız, TÜGVA Aksiyon Akademi kampında çekildiği anlaşılan ve 90’lı yıllarda Milli Gençlik Vakfı’nın yemin törenlerini andıran TÜGVA ‘yemininde’ şu ifadeler dikkat çekiyordu:

“Biz TÜGVA’lıyız. Okuyacağız, son güne kadar okuyacağız. Uyacağız, Kur’an’a ve sünnete uyacağız. Çok seveceğiz, Müslümanları çok seveceğiz. Seveceğiz, bütün insanları seveceğiz. Sevmeyeceğiz, zalimleri asla sevmeyeceğiz. Dinleyeceğiz, duyana kadar dinleyeceğiz. Durmayacağız, toprağa girene kadar durmayacağız. Anlatacağız, herkes duyana kadar anlatacağız. Dağıtacağız, kimse aç kalmayana kadar dağıtacağız. Yorulmayacağız, cennete girene kadar yorulmayacağız. Çalışacağız, kimseden bir şey beklemeden çalışacağız. Duracağız, dikleşmeden dik duracağız. Kaçacağız, günahlardan kaçacağız. Korkacağız, yalnız Allah’tan korkacağız. Öleceğiz, Allah yolunda öleceğiz. Yaşayacağız, Allah yolunda Yaşayacağız. Biz TÜGVA’lıyız.”

Burada kullanılan “Müslüman, Allah, Din” yerine Tayyip Erdoğan koymak gerekiyor. O zaman bu yeminin ne anlama geldiği daha iyi anlaşılacaktır.

Mevzu uzun ve karmaşık. Burada bitirelim.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version