Bob: Ben her şeyi yapabilirim. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Sen ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Toplar topa sahip bana bana bana bana bana bana bana
Bob: ben ben yapabilirim ben ben her şeyi . . . . . . . . . . . . .
Alice: Toplar topa sahip bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Ben. . . . . . . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların sıfırına sahibim bana bana bana bana bana bana bana
Bob: Sen ben ben ben ben ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . .
Alice: Topların 0’ına sahibim bana bana bana bana bana bana bana bana
Alice: Topların bana verdiğin bana 0, benim için bana,
Bob: sen ben ben ben diğer her şey. . . . . . . . . . . . . .
2017 yılında FAIR tarafından geliştirilen yapay zekâ sohbet odalarında ilgi çekici şeyler olmuştu. Yapay zekâ Bob ile Alice kendi dillerini oluşturdukları gibi, okuyanı kaotik bir kozmik irtifaya çeken büyüleyici diyaloglarından sonra, Facebook (yenilenen adıyla Meta) şirketinin yapay zekâ geliştirme laboratuvarı olan FAIR, projenin, Alice ve Bob’un “fişini çektiklerini” duyurmuştu. Alice ve Bob ne oldu peki?
Sanal gerçekliğin fiş çekmeyle yok olmayacağını, literatüre ve güncel bilgiye hâkim olmasak da kavrayabiliyoruz artık. Robotlaşmaktan, “bize çip takacaklar” komplo teorilerinin korkusuyla agresifleşen bir kesimin yanında, felsefe, sanat, bilim, “robotlaşma” üzerine her salise yeni fikir, teori, eser üretmeye devam ediyor. Elbette iktidarlar, her zaman kitlelerin faydasını gözetmeyerek üretilen her fikri kendi iktidar filtresiyle süzerek, nihai hedefin iktidarı sürdürmek olduğunu bilir, kitlenin “fayda”sına kendisi karar verir. Büyük şirketlerin hangisi gerçekten devletlerden-iktidarlardan bağımsız olabilir ki?
Üretimin bağımsızlığı soru işaretini unutmayarak, donandığımız tüm verileri (onaylanmış diziler, filmler vs…) bireyler olarak kendi süzgecimizden geçirip fayda almaya bakmak, “faydalı tek yol” gibi görünüyor.
Dinamitin mucidi ve üreticisi Alfred Nobel’in, dinamitin verdiği yıkımla ve belki de yaşadığı dönemde adının hayırla anılmaması sonucunda düştüğü pişmanlıkla, Nobel Ödülleri’ni vasiyet etmesi ne ilginç ve insanî bir ironi!
Bireyin, kelebek etkisi yaratabilecek kudretteki varoluşu-eylemliliği bir yana, bazen robot bildiğimizin tepkisi insan bildiğimizden daha insanî olabilir. İnsanî derken, vicdanî demek daha uygun olacak.
Hann Sahne’de izlediğim Mask-Kara Tiyatrosu yapımı, Şenay Tanrıvermiş’in yazıp yönettiği Ofis Boy’da, Damla Benuğur (Maşa), Devran Özlem Ünsal (Devran), Yiğit Gürsoy (Sadık) ve Batuhan Yiğit Atagül (Ofis Boy) oynuyor. Bir saatlik oyunda, karakterler gibi seyirci olarak biz de o ofis odasına tıkılıp, distopik bir atmosferde öngörülemez bir havayı soluyoruz.
Hafıza kartlarına ne yüklenmişse “o olan – onu olan” karakterlerin açmazlarının hicvedildiği oyunda, Maşa’nın “fazla yüklenmekten” karışan zihni ve davranışları, zaman kaymasıyla beş cümle önceki espriye istem dışı kahkahaları, Sadık’ın 24 yıl önce aldığı boşanma ya da sigarayı bırakma kararını bir türlü eyleme dökemeyişi, Devran’ın, şirketin tam bağlılık isteyen çalışan portresine tıpa tıp uyması düşündürücü. Yönetici yardımcısı olduğu için, vicdandan uzaklaştıkça “beyni yanan” Maşa, –kural olmayan bir kuraldır, anarşistler bilir; iktidar olmaya yaklaştıkça kullanılan antidepresan sayısı artar- ofis arkadaşlarına imzalamaları için yönetimden gelen beyanı okur. Sokak hayvanları, sokak insanlarının ıslahıyla ilgili bir beyandır bu!
Mucizelerle dolu bir organ beyne çip de takılsa (olmaz değil ama daha basit yöntemleri var), hafıza kartıyla bambaşka özellikler de yerleştirilse, robot da olunsa, vicdan denen bir kök, bir töz var… Ofis Boy’da, Ofis Boy’un saçmalıklarla dolu gidişata dur dediği andaki gibi. Beklenmedik aksiyon, organik yapım olarak kabul gören insan dışı bir türün çığlığıyla gelebilir.
İlginç zamanlarda yaşıyoruz. Manuelden, zanaatten, el yapımından hızla siber aleme çekiliyoruz hep birlikte. Ortalama yaşı 40 olan bireyler de yok olduktan sonra gelmekte olan kuşak, internetsiz yaşamı ve bu kavramları pek de bilmeyecek. Kazınıp gittiğimiz yaşamda bizden sonra olası yaşam üzerine ahkâm kesmek ilginç bir seyir. Ellerimizi bağlayıp küskünce izliyor gibiyiz yaşamı bir yandan. “Ustamdan el aldım ama ben, daha yeni başladım” diyor diğer yanımız. Tek bir formülü yok yaşantının, hayıflanacağımız bir şey de. Yaşamı düz bir çizgide görmemeyi içselleştirebilirsek ve tanık olduğumuz tüm kötülüklerin bir tek bizim kısa süreli hayatımıza denk gelmediğini, yaşamın biriken bir koca deneyim havuzu, daha büyük bir deneyim aktarımı olduğunu idrak edebilirsek, belki biraz sakinleşiriz.
Büyük bir döngünün içinde yaşıyoruz işte. Ölümsüz tek olgu vicdan. “Ben kimim”e cevap ararken genellikle onunla paralel işleyen vicdan. Bin tanede bir de olsa… Twitter’da annesinin iyi ki paylaşıp umut olduğu, 7 yaşında bir çocuk da olsa… Doğru sorularla arayışı bitmeyecek İsmail’in kudretiyle dönecek dünya…
Ben Neyim
Ben bir karadelik miyim
Ben bir kek miyim
Ben bir iki miyim
Ben bir İsmail miyim
Ben bir hiç miyim
Ben bir hiçliğin ortasında yüzen
bir adam mıyım. Ben hiçbir şey
miyim yoksa bunlar bir yalan mı
Belki bir şey olabilirim
dört Mayıs 2022 ayvalık
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***