Her iki türün de kendine özgü hamaseti ve ortak temaları vardı: “kavga”, “savaş”, “kan”, “kanlı”, “bayrak”, “ihanet”, “yol”, “ışık”, “fener”, “şehit”, “çelik”, “gök”, “sema”, “güneş”, “yıldız”, “ışık”, “kasırga”, “yıldırım”, “tufan”, “karanlık”, “derya”, “cehennem”, “hayat”, “ana”, “sınıf”, “tarih”, “vatan”, “yurt”, “cihan”, “din”, “dil”, “fabrika”, “tarla”, “zafer”, “şan”, “azim”, “çelik”, “mezar” … vb vb. Her iki tür de insanları “çetin” bir mücadeleye ve gerekirse ölüme sorgulamasız davet etmekteydi. O yıllarda bunların üzerinde pek düşünmemiştik elbette. İnsan deneyim kazandıkça, bu hamasi mücadele sözleri, giderek kafasında ironik şekiller almaya başlıyor. Bu marşlardan biri “nasyonalist”, öbürü “enternasyonalist” olmak üzere iki örneği seçip bugünkü bakış açımla bir yorumlama yaptım. Geçmişimdeki safça yönelimlerime de bir cevap elbette bu.
Harp Okulu Marşı
Sözler: Hüsnü ÖncüBeste: Cevat Şakir Çetinel
Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,
“Irk” diye bir kavram hayli tartışmalıdır, hadi bunu geçelim de, bu “ırk” nasıl oluyor da “yıldırımlar yaratıyor”, bunu neden yapıyor? Yıldırım bir doğa olayıdır, bu olaydan nasıl bir yarar umuluyor? Yoksa “yıldırım” imgesiyle çevreye korku mu salınmak isteniyor?
Peki, bu “ırk” “yıldırımlar yaratıyor” olsun, böyle bir ırkın “ahfadı”, yani torunu olmak ne demek oluyor? Bununla övünülüyor mu? Galiba öyle ama ortada övünülecek pek bir şey yok şimdilik. Korku yaratmanın ne gibi övünülecek yanı olabilir ki!
Tufanları gösteren, tarihlerin yâdıyız,
Bu dizeden anlaşıldığı kadarıyla, “tufan”, yani şiddetli bir sel olayı söz konusu. Tarih, bu şiddetli sel olaylarını gösteriyormuş. “Yâdıyız” denerek de kolektif bir “biz”in tarihteki bu şiddetli sel olaylarını “yâd ettiği”, yani andığı söylenmiş oluyor. Tarihteki böylesi büyük felaketleri anmamızın ne gibi bir sonucu ya da yararı var, belli değil.
Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,
“Bu Cumhuriyet”in “kanla” ve “bilgiyle”, “kültür”le kurulduğu söyleniyor. Kanla bilginin yan yana getirilmesi biraz oksimoron gibi görünüyor. Kan, savaşı hatırlatıyor, oysa bilgi ve kültür barışçı ortamlarda gelişebilir ancak.
Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız.
Burada “nigahban” büyük ihtimalle bekçi, nöbetçi anlamına geliyor. Yani ölmez nöbetçi. Muhtemelen yukarıda geçen “Cumhuriyet”in “ölmez nöbetçileri”yiz denmek isteniyor. Evet ama buradaki “cehennemler kudursa” ne demek oluyor? “Cehennemler” nasıl kuduruyor olabilir? Tabii tam kelime anlamıyla değil de yarattığı imajla ele almak gerekiyor. “Kuduran cehennemler” müthiş bir kargaşalık ve dehşet ya da savaş ortamını hatırlatıyor. Yani, böyle dehşet durumlar bile olsa ölümsüz nöbetimizi sürdürüyoruz demek isteniyor.
Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle
“Yıkılmaz satvet” sindirici güç anlamına geliyor. Yani Harbiye, dayanıklı bir sindirici, yıldırıcı güç olarak yaşasın denmiş oluyor.
Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle:
Dinlenmesi emredilen sesin göklerden geldiği ileri sürülüyor. Neden göklerden geliyor acaba? Yerden gelse olmaz mı? Bu “ses”e tanrısal bir güç ve kutsiyet verilmek istenmiş olabilir. Dinleyelim bakalım, ne diyormuş.
Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen,
Kartal yuvalarında, hürdür millet seninle.
Zaten bunu bize söylemiyormuş, Harbiye’ye söylüyormuş, boşu boşuna üstümüze alınmışız. “Sönmez güneş”i anlamak mümkün de ikinci dize biraz sorunlu. “Hür” olan milletle “kartal yuvaları”nın ne alakası var. Tamam, “hür”lüğü millete bahşeden Harbiye, bunu anladık ama “kartal yuvaları” neden araya girdi. “Millet”in, tırmanması, ulaşılması zor olan “kartal yuvaları”nda barındığı söylenmek isteniyor olabilir mi? “Millet” neden o kadar sarp yerlere çıksın ki? Anlaşılması güç bir durum!
Yüz senedir Harbiye bu orduya şan verir,
Çıkardığı dehalar semalara yükselir,
Harbiye’nin “bu orduya” “şan” verdiği anlaşılıyor. Fakat anlaşılamayan nokta, “çıkardığı dehalar”ın semalara yükselmesi. “Dehalar”ın öldükleri ve ruhlarının “semalara yükseldiği” mi söylenmek isteniyor? Diyelim ki öyle, bütün ruhlar “semalara yükseleceği”ne göre bunu “dehalarla” ilgili olarak belirtmenin ne önemi var?
Baştan başa tarihtir mektebin her zerresi,
Sarsılmayan azminle çelik kalalar erir.
Birinci dizeyle ikinci dize bağlantısız gibi görünüyor. Yoksa “sarsılmayan azim” “mektebin” her zerresinin tarih olmasının sonucu mu? Bu olabilir belki. Eriyen “çelik kalalar” neyin nesi, bu “kalalar” neden eritiliyor, belli değil.
Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,
Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,
Doruklara tırmanmış olan bu erler (muhtemelen harp okulu öğrencileri kastediliyor) kime meydan okuyor ve neden? Bu belli değil. Ancak ikinci dize durumu biraz aydınlığa kavuşturuyor. “Yaklaşacak düşmana” meydana okunuyor olsa gerek. Ve bu “düşman”ın öldürülüp mezara gömüleceği söylenmiş oluYor.
Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,
Tarihlere sorun ki bize “Ölmez Türk” derler.
“Kasırga millet”le milletin kasırga gibi güçlü olduğunun anlatılmak istendiği açık. “Bu kasırga millet”i “bağlamak” isteyen bazı “kuvvetler” olduğu anlaşılıyor. Sonra aniden “tarihlere sorun” deniyor. Neyi soracağız? “Tarih” bize cevap yetiştirecek bir özne mi? “Tarih”e “bu milletin” nasıl bir millet olduğunu sormamız gerekiyor. Ve “tarih”in verdiği cevap, “bu millete” “ölmez Türk” dendiği yönünde. Sürpriz sona saklanmış. Meğer bunca laf “ölmez Türk” için edilmiş!
***
Avusturya İşçi Marşı
Anonim
Hayat denilen kavgaya girdik
Çelik adımlarla yürüyoruz
Biz bu karanlık yolun sonunda
Doğacak güneşi görüyoruz
Bu dörtlükte bazı sorunlar var. Marşın yazarına göre, “hayat” bir kavgaymış, en azından öyle “deniyor”muş ve kolektif bir “biz” bu “kavga”ya girmiş.
Sonra bu kolektif “biz” “çelik adımlarla yürümeye” başlıyor. Neden? Hayat bir kavga olduğu için olabilir mi? Yani “kavga”ya adımlarımızı “çelik” gibi atarak gidiyoruz demek isteniyor. Biraz militarist bir hava var ama ne yapalım!
Fakat üçüncü dizede yürünülen bu yolun “karanlık” olduğu anlaşılıyor. Neden karanlık olduğu belirtilmiyor. Tabii ki güneş henüz doğmamış, bir gece yürüyüşü bu. Dördüncü dize “doğacak güneş” vaadiyle bize bunu anlatıyor. Fakat nasıl oluyor da henüz doğmamış olan güneşi görüyoruz. Bu nokta biraz bulanık. “Görüyoruz” yerine “biliyoruz” dense daha mantıki olabilirdi.
Dağları aşıyor bak yakınlaşıyor
Kızıl yıldıza hep koşun
Hah tamam, güneş de doğuyor demek, dağları aşıp yakınlaşıyormuş. Fakat o ne! Dağlayı aşıp yakınlaşan güneş değil, kızıl bir yıldızmış. O zaman henüz ortalık aydınlanmamış. Öte yandan, kızıl yıldız dağları aşıp yakınlaştığına göre neden ona doğru koşalım ki.
Bu bir rüya değil bu bir hülya değil
Yıldızıdır kurtuluşun
Yaklaşmakta olan “kızıl Yıldız”ın bir rüya ya da hülya olmadığını söylediğine göre bunu iddia eden münafıklar olmalı. Bizi onlara karşı uyarıyor ve bunun “kurtuluş” yıldızı olduğunu vurguluyor.
Kara deryalarda bir fenersin
Senin ışığınla yürüyoruz
Galiba bu “kızıl yıldız”ın aynı zamanda bir fener görevi yerine getirdiğini söylemek istiyor. Üstelik “kara deryalar”da bir fener. Daha önce “karanlık bir yolda” yürüyorduk. Şimdi anlaşılan “kara deryalara” açıldık. Güneşin yerini nasıl aniden yıldız aldıysa, yolun yerini de deniz alıverdi. Fakat bir sorun var. Denizde yürünmez. Fener bize ışık tutuyor ve biz deryada yürüyoruz. İşte bu olmaz! Yüzüyoruz dese bu mantığa daha uygun olurdu ama o da karanlık bir denizde fazla maceracı bir girişim olurdu. “Senin ışığınla önümüz aydınlanıyor” dese, o da ses uyumuna aykırı kaçacak. Hay allah!
Biz bu karanlık yolun sonunda
Doğacak güneşi görüyoruz
Yine deryanın yerini yol aldı. Artık bu ani değişikliklere katlanacağız!
Fabrikalarda biz tarlalarda biziz
Biziz hayatı yaratan
Burada mevzu biraz değişti. Deryalar ve yollar, güneşler ve yıldızlar bitti, şimdi sıra kolektif “biz”in tarifine geldi.
Bu “biz” hem fabrikalarda hem de tarlalardaymış. Yani fabrikalarda çalışan işçilerden ve tarlalarda çalışan köylülerden oluşan bir “biz”.
Bu “biz”, fabrika ve tarlalarda çalışarak “hayatı” yaratmakta. Biraz fazla iddialı bir tanımlama. Şundan dolayı ki, hayat fabrika ve tarla üretiminden ibaret değil. Hayatın esas yaratıcısı doğa bir kere. İnsan da onun bir parçası olarak hayatın yaratılmasına katılıyor. Tabii bu arada doğal hayata da zarar veriyor ama burada bu mevzulara girmeyelim.
Din farkı bilmeyiz dil farkı bilmeyiz
Sanki doğduk bir anadan
Tamam, burada ileri bir bilinç söz konusu. Din ve dil farklarını reddedip bütün insanlığı birleştiriyor ama biraz da kestirmecilik var gibi. Esas önemli olan, bir olgu olan din ve dil farklarına rağmen insanların, toplulukların birleşebilmesi. Evet, burada sadece çalışan sınıftan söz ediliyor olabilir. O anlamda anlaşılabilir bu dizeler. Fakat bu sefer de “sanki” bir “ana”dan doğma hali biraz abartılı. Üstelik aynı anadan doğanlar da birbirine düşman olabilir, miras vb. nedeniyle birbirinin gözünü bile oyabilir. Bu yüzden bu “ana” imajı ilk başta etkileyici olsa da biraz altını eşeleyince çapanoğlu çıkabilir.
Anamız amele sınıfıdır
Yurdumuz bütün cihandır bizim
“Ana” imajını tadında bırakmıyor, daha da vurguluyor. Meğer bu “ana” “amele sınıfı”ymış. Neden işçi sınıfı değil de, işçinin daha ilkel halini temsil eden “inşaat amelesi” imajına güç veren “amele sınıfı”, orası anlaşılır gibi değil. Bunu geçelim. “Yurdumuzun” “bütün cihan” olması “vatan” sınırlarını reddettiği için enternasyonalist bir ruhu temsil ediyor. Bu marşın en iyi dizelerinden biri bu.
Hazırlandık son kanlı kavgaya
Başta bayrağımız Leninizm
Neden “son” ve neden “kanlı” bir kavga bu, hiçbir açıklama yok. Sanırım, mücadele edenlere “hadi gayret, artık bu kavga son olacak, ondan sonra barışa ve huzura kavuşacaksınız” denmek istenmiş olabilir. “Son” iyi de “kanlı” bir hayli korkutucu. Bir kavganın “kanlı” olduğunu söylediğiniz zaman kavgaya katılanları ölmeye olduğu kadar öldürmeye de teşvik etmiş oluyorsunuz ki, “vatanı cihan” belleyenler için oldukça çelişkili bir durum.
“Bayrağımız”ın “Leninizm” olduğu telkini ise, hiç hoş değil. “Bayrağımız” özgürlük ve eşitlik denseydi, daha kapsayıcı olurdu.
Bayrağını yükselt daha daha yükselt
Yükselt bayrağı yukarı
Bir de ısrarcı ki. Bayrağı o kadar fazla yükseltince ne olacak sanki!
Bugüne vuralım yarını kuralım
Kaldıralım sınıfları
Vurmayı kırmayı bırakın allahaşkına! İnsanlar zaten şiddetten yılmış. Bugüne vurursan yarını kuramazsın. Yarın, bugünden barışçı ve kurucu bir çalışmaya girişilerek kurulur, eğer kurulacaksa!
[email protected]
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***