Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Kılıçdaroğlu ne demedi?

Kılıçdaroğlu ne demedi?


YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN

Ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, önceki gün (24 Mayıs 2022) bir video paylaşımı yaptı ve ciddi bir şaibe ortaya çıkardı. İddiaya göre, uzunca süredir TÜRGEV ve ENSAR adlı AKP’ye yakın ve Erdoğan ailesi tarafından kontrol edildiği bilinen vakıflar üzerinden Amerika Birleşik Devletleri’ne çok ciddi miktarlarda ve peyderpey para transferleri yapılmaktaymış. Kılıçdaroğlu bunu Erdoğan ve ailesinin yurtdışına gitme (veya kaçma) planlarının bir parçası olarak değerlendiriyor. Kemal Bey’e göre paravan bu vakıflar üzerinden Erdoğan ve ailesi yurtdışına önemli miktarlarda servet aktarımı yapıyor. Bu elbette CHP genel başkanı tarafından ileri sürülünce, mutlaka ciddiye alınması gereken bir iddiadır. Öncelikle iki vakfın da bu paraları bereden buldukları meçhuldür. Kemal Bey’in iddiasına göre onar-yirmişer milyon dolarlar ardı arkası kesilmeden Amerika’daki paravan bir vakfa aktarılmaktaymış. Toplam meblağ, yine CHP genel başkanının ifadesiyle, bir milyar liranın üzerindeymiş. Bu elbette buzdağının görünen kısmıdır. Kim bilir diplerde daha neler oluyor. Alavere ve dalaverenin bir devlet pratiği haline geldiği, yolsuzluğun astronomik rakamlarla gerçekleştiği, en tepeden en alta kadar rüşvet, yolsuzluk, kara para ve kara para aklama gibi faaliyetlerin, uyuşturucu ticaretinin, komisyon adı altında alınan rüşvetlerin haddinin ve hesabının yapılamadığı bir Türkiye’den bahsediyoruz. Elbette ana başlık olarak yolsuzluklar diye ele alınabilecek bu korkunç kanser, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunlarından sonraki iki numaralı sorunudur. Ben bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun çıkışını son derece önemli buluyorum. CHP lideri doğru yolda!

Bu rejimi bitirirse muhalefet bitirecek. Erdoğan gidecek ve yerine bir başka lider gelecek. Fakat Erdoğan’ın gitmesi her şeyin düzeleceği anlamına gelmez. Hatta şunu açıkça ifade etmek gerekiyor. Erdoğan’ın yerine gelecek ismin önünde iki olasılık olacak. Ya eski sistem – yani rejim – devam edecek, ya da anayasal liberal demokrasiye gidecek reformlar başlayacak. Yeni lider hangisini seçecek? Bu yaşamsal bir konu!

Bu bağlamda, daha önceki yazılarda rejim ve diskur konusuna değinmiştim. Özetle, rejimin diskurunun ana muhalefet de dahil, tüm muhalefet tarafından kullanılmasının rejimi konsolide ettiğini anlatmıştım. Bu diskur terk edilmeden normalleşme olamaz.

Kılıçdaroğlu teknik bir video yayını yaptı. Neden bu yazıda ben diskur konusuna değindim? Çünkü Kılıçdaroğlu videosunda Erdoğan ve ailesinin “kendi Pensilvanya’larını” kurmaya çalıştıklarını söylüyor. Bilindiği üzere Pensilvanya, Gülen Cemaati’ni kastettikleri bir ifade. CHP lideri muhalefet ederken, Erdoğan’ı Gülen Cemaati ile aynı potaya alarak, rejim diskurunu benimsediğini gösteriyor. Ve şunu demeye getiriyor: “İçinizde en az ‘Fetöcü’ biziz”. Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ı dolaylı biçimde aynı rejimin hayali terör örgütü ilan ettiği Gülen Cemaati gibi hareket etmekle itham ediyor.

Şimdi yazının başlığında işaret edilen noktaya gelelim. Kılıçdaroğlu ne demedi?

Bu ortaya çıkartılan para transferi yukarıda değindiğim üzere elbette önemlidir. Fakat bu Türkiye’de ortaya çıkartılan ne ilk yolsuzluktur, ne de en büyük kalibrelisidir. 17 Aralık ve 25 Aralık 2013 tarihlerinde Türkiye belki de dünya tarihinin en büyük yolsuzluk skandallarından biriyle çalkalandı. Erdoğan, oğlu, Erdoğan’a yakın bakanlar ve bürokratlar, iş insanları bu skandalı parçasıydılar. Yolsuzluk o denli büyüktü ki, CHP lideri Kılıçdaroğlu o dönem parlamentoda internete düşen ses tapelerini okudu ve tutanaklara geçirtti. Bu tapelerde dönemin başbakanı Erdoğan ve oğlu Bilal, ellerindeki korkunç miktarlardaki dolarları ve avroları nasıl sıfırlayacaklarının planlarını yapıyorlardı. Amaç belliydi. Aramaların kendilerine uzanacağını görüyorlar, önlem almaya çalışıyorlardı. Fısıldaşmalarından çok korktukları anlaşılıyordu.

Bu inanılması zor olay, Erdoğan ve güç paydaşlarının dayanışmasıyla kısa sürede bir sivil darbeyle sonuçlandı. Görevleri başındaki yargıçları, savcıları ve polisleri apar topar görevden aldılar. Önce onları başka yerlere sürdüler. Ardından mesleklerinden ihraç ettiler, sonra da tutukladılar. Yürütme erki (hükümet), yargı erkine (yani bağımsız olması gereken mahkemelere ve onların emirleri doğrultusunda sorgulama yapan emniyet birimlerine) müdahale etti. Teknik terimle güçler ayrılığı denen ilke, böylelikle ihlal edilmiş oldu. Erdoğan bunu yapmak için derin devletle anlaştı. Ergenekon ve diğer darbe davaları sonlandırıldı. Ergenekoncular hapisten çıkartıldı ve reaktive edildi.

Kılıçdaroğlu dün o videoda tek bir satır olarak bile 17-15 Aralık 2013 yolsuzluklarına atıfta bulunmadı. Düşündürücü değil mi?

Oysa madem an itibarıyla bir yolsuzluk skandalı ortaya çıkartıldı, bu skandala sanki ilk kez böyle bir yolsuzlukla karşılaşılmış gibi yaklaşmak garip değil midir? Yani 17-25 Aralık’ta suçüstü yapılan hükümeti şimdi bu yeni iddialarla beraber köşeye sıkıştırmak ve üzerlerindeki baskıyı arttırmak daha doğru bir strateji olmaz mıydı? Neden CHP ve lideri ilk başlarda 17-15 Aralık’ın üzerine gittikleri halde, bir anda pozisyon değiştirdiler? Neden bu skandal sanki hiç olmamış gibi yapıyorlar? Neden rejimin “Paralel Devlet” ve “FETÖ” diskurunu benimsediler? Neden bu sözlemlerin üzerine inşa edilen 15 Temmuz diskurunu ve onun zemini olan Yenikapı Ruhu’nu kabullendiler? Sorular, sorular…

Şimdi birileri kalkıp bu yeni iddiaların da “FETÖ’nün işi” olduğunu söylese, Kemal Bey ne yanıt verecek? Yoksa kendileri yolsuzluk ortaya çıkardıklarında bu meşru ve normal oluyor da, kendileri dışında ortaya çıkartılan yolsuzlukların inandırıcılık değeri olmuyor mu? Bu nasıl iş? Peki, diyelim böyle. O halde Kemal Bey’in kendisi neden 17 Aralık 2013 sonrası meclis kürsüsünden tapeleri okudu? Neden 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarının tüm bulgularını kamuoyuyla paylaştı? Durumun vahametini ortaya koyduğu onlarca demeci internette duruyor. Neden onlara bugün sahip çıkmıyor?

Bir de daha önce hatırlayacaksınız Man Adaları skandalı vardı. O skandal ortaya çıktığında da aynı bugünkü gibi hiç 17-25 Aralık’a değinmediler. Yok muamelesi yaptılar. Demek ki bu yaklaşım tesadüf değil. Planlı ve programlı bir göremezden gelme söz konusu. Peki neden?

Muhalefetin tutarlı olmasını beklemek Türkiye seçmeninin hakkıdır. Ciddiyet, ilkelilik, adillik, meşruiyet gibi beklentiler varken, CHP liderinin pozisyonu tutarlıdır demek zor.

Görüldüğü kadarıyla muhalefet rejime muhalefet etmiyor. Erdoğan ve güç paydaşlarıyla bir güç mücadelesi içindeler. Ama yapısal eleştirilerden kaçınıyorlar. Sistemi bozmak istemiyorlar. Diskuru terk etmeye ödleri kopuyor. Dahası “FETÖ” söz konusuysa zaten “hangimiz daha anti-FETÖ’cü” yaklaşımını benimsiyorlar. Bu diskur üzerinden hem Türkiye tarihinin en büyük yolsuzluğunu es geçiyorlar ve kendilerini boşa düşürüyorlar, hem de bu diskur üzerinden hukuksuzluğa ve sistematik sosyal soykırıma maruz bırakılan milyonları umursamıyorlar. Sonra da utanmadan onlardan oy bekliyorlar. “Atarız birkaç kırıntı, bizi desteklerler nasılsa” türü bir kümese giren tilki yaklaşımı içindeler. Bunun etik sorunları bir yana, stratejik olarak da Erdoğan’a inanılmaz yarayan bir tutum bu.

Kanımca muhalefete ne dediklerinden çok ne demedikleri perspektifinden yaklaşmalıyız.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version