Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Erdoğan’ın Putin korkusu Türkiye’ye kaybettiriyor

Erdoğan’ın Putin korkusu Türkiye’ye kaybettiriyor


YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

ABD başkenti bugünlerde Türk ve Yunan heyetlerini ağırlıyor.

Geçen hafta Efkan Ala başkanlığındaki Türk heyeti başkent Washington’daydı. Kongre’de temaslarda bulundular ve döndüler.

İki gündür Yunanistan Başbakanı ve beraberindeki heyet ABD başkentinde. Dün ise Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu buradaydı.

İçerikler hakkında bilginiz olmasa bile, Biden yönetiminin iki ülkeye dair yaklaşımlarındaki farkı sadece bu iki ziyaretin genel seyrine bakarak bile anlayabilirsiniz.

Türkiye pahalı lobi şirketleri aracılığıyla Kongre’de birkaç siyasetçi ile görüşmeye çalışırken Yunanistan heyeti Beyaz Saray’da üst düzey ilgi gördü.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Biden tarafından Oval Ofis’te ağırlandı, aynı günün akşamı yine Beyaz Saray’da geniş katılımlı bir resepsiyon düzenlendi. Ertesi gün ise Temsilciler Meclisi ile Senato ortak oturumunda ABD Kongresi üyelerine hitap etti.

Gerek kameralar önünde yapılan açıklamalar gerekse de resepsiyondan izlenim aktaran gazetecilerin paylaşımlarına göre ziyaret son derece “dostane” bir havada geçiyor.

Erdoğan ise Biden’dan gelecek bir telefona razı konumda.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun mevkidaşı Antony Blinken ile yapacağı görüşme ise Türkiye’nin F-35 programından çıkarıldıktan sonra palyatif bir çözüm olsun diye istediği F-16 satış/modernizasyon lobisi için.

Sonuç itibariyle iki ülkenin ABD başkentindeki algısı ve kabulü arasında dağlar kadar fark var. Dahası Türkiye’nin almak istediği F-16’larla ilgili nihai sözü söyleyecek olan ABD Kongresi’nde çok ciddi bir Yunanistan lobisi var.

Her ne kadar Biden yönetimi, “Türkiye’ye F-16 satmak bizim de çıkarlarımıza” dese de Kongre’deki hava hala Türkiye lehine dönmüş değil.

Dahası Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan süreçte Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın çıkışları Batı başkentlerindeki endişeyi-tepkiyi büyütüyor.

Nitekim Tayyip Erdoğan’ın geçen hafta Cuma namazı sonrası yaptığı açıklamada Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine sıcak bakmadığını söylemesi ile tansiyon biraz daha yükseldi. Gerçi başta ABD ve AB başkentlerinden homurtular yükselince Saray’ın sözcüsü İbrahim Kalın devreye girip “kapıyı kapatmadık” mesajı verdi ama ortalık durulmuş değil.

Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itiraz etmesi bilindik Erdoğan fırsatçılığının yeni versiyonu olarak görülüyor.

ABD başkentinde yapılan değerlendirmelere göre Erdoğan’ın bu çıkışı, Biden’ın dikkatini çekme ve F-16 pazarlığında elini yükseltme niyeti içeriyor. Bir yandan da Erdoğan’ın daha önce de benzeri şantajlar-tehditler yaptığı hatırlatılarak sorun çıkmayacağı ifade ediliyor.

Peki ama bir yandan ağır bir ekonomik krizle boğuşan öbür yandan seçime hazırlanan Erdoğan neyin peşinde?

Aleyhine olabilecek bir hamleyi neden yaptı?

Bu soruya verilebilecek cevapları dört ana başlıkta toplamak mümkün. Öncelikle Erdoğan “muhatap alınmayı” bekliyor.

ABD başkentine davet edilip Beyaz Saray’da fotoğraf verebilmek yaklaşan seçimler öncesi Erdoğan için çok önemli. Her ne kadar iç kamuoyunda sürekli ABD karşıtı söylemler dile getirilse de nihayetinde Erdoğan’ın hedefi ABD ile ilişkileri iyi tutmak.

Hatta şunu ifade etmek lazım: Başta Erdoğan olmak üzere tüm AKP’liler mikrofonlara Amerikan karşıtı demeçler verseler de kapalı kapılar ardında ABD yönetimine açık çek veriyorlar.

Gelelim bahsettiğim 4 başlık meselesine.

Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya çıkışını Putin’den bağımsız düşünmek mümkün değil. Çünkü Erdoğan ile Putin arasındaki ilişkiler uzun zamandır egemen ve eşit iki ülke liderinden ziyade “amir-memur” statüsünde.

Başta S-400 hava savunma sistemlerini almak dahil olmak üzere Erdoğan’ın attığı bir çok adımın ekonomik ya da stratejik izahı yok. Adeta “Putin talimat veriyor Erdoğan yapıyor” havası mevcut.

NATO ile ilişkilerde bu durum açıkça gözüküyor.

Mesela Erdoğan daha önce de Baltık Planı’nı veto etmiş ve uzun süre pazarlık yapmıştı. Şimdi de İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı çıkarak adeta Putin adına konuşmuş oldu. Kısacası Erdoğan’ın Putin’in öfkesini -tepkisini çekmeme gibi bir hassasiyeti var.

Daha önce de birkaç kez bu köşede anlatmıştım, Washington’daki yaygın kanı Putin’in elinde Erdoğan’ın siyasi iktidarının sonunu getirecek materyaller olduğu yönünde. Erdoğan’ın bu yüzden Putin’i kızdırmaktan çekindiği ifade ediliyor.

İkinci başlık ise bürokrasideki ideolojik sapma.

Malum olduğu üzere 17-25 Aralık büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası iktidarını koruyabilmek için darbecilerle kol kola giren Erdoğan bürokraside NATO-Batı yanlısı kim varsa tasfiye etti.

Öyle ki bugün devletin tüm kademelerine hakim olan görüş Rusçu-Avrasyacı yaklaşım. Bu durum Erdoğan’ın bazı adımlarına da yansıyor. Zira Erdoğan’ın Putin yanlısı çıkışlarına en büyük desteğin Türkiye’deki Avrasyacı ekipten gelmesi tesadüf değil.

Üçüncü boyutu ise ideolojik takıntı.

Her ne kadar Erdoğan’ın dini-imanı para olsa, baktığı her yerde dolar yeşili görse de kadim bir Batı-Hristiyan karşıtlığı da var. Erdoğan kontrollü olduğu, prompterdan konuştuğu zamanlarda zihin kodlarını gizleyebiliyor ancak zaman zaman kendini dizginleyemiyor. Yani kamuoyunu meşgul eden birçok adımının altında bu ideolojik karşıtlık yatıyor.

Dördüncü nokta ise şantaj politikası.

Erdoğan daha önce defalarca yaptığı gibi Türkiye’nin stratejik konumunu ABD ve AB’ye karşı koz olarak kullanıyor. AB’nin temel korkusu olan  Suriyeli mültecileri adeta bir silah olarak kullanan Erdoğan şimdi de NATO üyeliği meselesinde aynı taktiği izliyor. Sonuçta NATO’da kararlar oy birliği ile alınıyor ve Erdoğan’ın hayır demesi halinde İsveç ve Finlandiya’nın birliğe katılması mümkün olmaz.

Ancak gerek AB’de gerekse de ABD’de kimse Erdoğan’ın şantajı bu noktaya getireceğini düşünmüyor. Kaldı ki Erdoğan’ın ‘sopayı görünce’ manevra aldığını defalarca test ettiler.

Bir başka ifadeyle Erdoğan her zaman olduğu gibi iç kamuoyuna oynayıp siyasi rant elde etme peşinde. Nasıl olsa kendi tabanının radikal dönüşleri dert etmediğini biliyor.

15 Temmuz’un finansörü diye suçladığı Birleşik Arap Emirlikleri Prensini ya da Cemal Kaşıkçı’nın katili diye suçladığı Suudi Arabistan Prensini kucakladığında seçmenleri “Bu nasıl iş?” diye sormadı. Yıllardır her fırsatta sövüp saydığı İsrail ile kucaklaştığında da seçmenleri rahatsız olmadı.

Bu arada yeri gelmişken hatırlatayım: Erdoğan ve AKP yönetimi İsrail askerlerinin hedef gözeterek yani cinayet kastıyla başından vurup öldürdüğü Filistinli gazeteci konusunda sus pus oldu. Türkiye, cenazeye yönelik yüz kızartıcı şiddeti bile kınayamadı.

Özetle daha önce defalarca gördüğümüz bir filmi yeniden izliyoruz. Erdoğan Ukrayna krizinden istifade edip rant devşirmek için şantaj yaptı ama ne AB ne de ABD oralı.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version