Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Bile bile kapımıza dayanan facia

Bile bile kapımıza dayanan facia


HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Sığınmacılar konusunda yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın fragmanı bile değil. Önümdeki tabloyu anlamak için bugünü iyi algılamak gerekiyor. Zafer Partisi (ZP) Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın son yaptığı açıklama kanımızı donduracak türden.

ZP lideri Ümit Özdağ, Batıda benzerlerini gördüğümüz “aşırı sağcı”, “faşist”, “ırkçı” dediğimiz liderlerin Türkiye versiyonu. “Özdağ Türkiye’nin Le Pen”i denmesinin sebebi bu yüzden. Jörg Haider Avusturya için neyi ifade ediyorsa, Geert Wilders Hollanda için neyi çağrıştırıyorsa Ümit Özdağ da Türkiye için aynı şeyi temsil ediyor.

Sadece Batılı ırkçı liderlerin Türkiye’deki izdüşümü olduğu için başkalarına yakıştırdığımız sıfatları Özdağ’a karşı kullanmaktan şu veya bu sebepten dolayı çekiniyoruz.

Bütün bu saydıklarım, Ümit Özdağ’ın her söylediğinin yanlış ve yalan olduğu anlamına gelmiyor elbette. Dikkat çektiği noktalar, ayakları sağlam yere basan sorunlar olduğu için kamuoyunda bu kadar çok ses getirmeyi başarıyor.

ÖZDAĞ: YA SOYLU GİDECEK, YA BEN

Konuyu dağıtmayacağını bildiğim bir anekdotu paylaşayım. Anlatacağım ayrıntı, konuyu dağıtmak şöyle dursun, Özdağ’ın söylediklerinde ne kadar ciddi olduğunu göstermesi bakımından destekleyici olacağına inanıyorum.

Geçen hafta İçişleri Bakanı Soylu’nun Ümit Hoca hakkında söylediği çirkin sözler, hazmedilecek ve unutulacak türden değil.

Soylu’nun bu çirkin ifadelerine “Hodri meydan” diyen Ümit Özdağ, ertesi gün için muhatabını silahsız düelloya çağırdı.

Bilindiği gibi polisler, Meclis’ten çıkan Özdağ’ın “100 metre ötede” denecek kadar yakında bulunan İçişleri Bakanlığı’na gitmesine izin vermedi.

Ne var ki konu kapanmadı. Ümit Özdağ, yakın çevresine şunları anlatmaya devam ediyor:

“Bizim çocuklarımız bizim dışımızda bize rağmen bir akrabalık ilişkisi kurarlar mı bilmem. Ama eğer kursalar bile benim bu şahısla olan kişisel hesaplaşmama engel değil. O benim siyaset yapışıma söz söylemedi, benim şahsıma, insanlığıma dil uzattı.

Bir şekilde bir ortamda bir araya geleceğiz ve o zaman Allah, ya ona ya bana verecek. Ya o gidecek, ya ben.”

Ben Özdağ’ın bu sözlerini son derece ciddiye alıyorum. Umarım bir ortamda bir araya gelmezler.

ÖZDAĞ’IN HAZİRAN-KASIM 2015 UYARISI

Ümit Özdağ, geçen gün önemli bir basın toplantısı yaptı. Bu toplantıda, bir uyarıyı üç kez altını çizerek söyledi:

“Soylu ve ekibi çok tehlikeli bir oyun oynuyor Haziran 2015 – Kasım 2015 arasındaki sürece benzer bir şiddet dalgasının bu sefer sığınmacılar üzerinden planlandığı anlaşılıyor.”

(Videonun tamamını şurada. İlgili sözleri 15’inci dakikada. İki kez peş peşe tekrarlıyor. Ayrıca 23’üncü dakikada aynı tehlikeye tekrar dikkat çekiyor.)

Birilerinin iddia ettiği gibi Özdağ-Soylu kavgası, derin devletin hesaplaşması mı bilmiyorum. Bilmiyorum ama şurası çok açık. Ülke adım adım bir kaosun içine sürükleniyor.

Nobel ödüllü dünyaca ünlü Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in “Kırmızı Pazartesi” adlı ölümsüz bir romanı var. Kitapta Santiago Nasar isimli bir karakter yer alıyor. Bu kişiyi öldürmek isteyen iki kardeş harekete geçiyor.

Kitabı ilginç kılan nokta Nasar’ın öldürüleceğini kasabada herkesin bilmesine rağmen, kimsenin bu cinayete engel olmaya çalışmaması.

Türkiye, adım adım bir felakete sürükleniyor. İşin acı tarafıysa bunu bugün itibariyle hemen herkes biliyor. Sorumlu konumda olan hiç kimse bir önlem almadığı gibi, yaptıkları açıklamalarla tam tersine, ülkeyi yakacağı görülen bu yangına benzin döküyorlar.

Ümit Özdağ, İçişleri Bakanlığı verilerine dayandırdığı rakamlarla Türkiye’deki sığınmacı sayısının 7 milyon 730 bin olduğunu söylüyor. Özdağ, kayıtsız sığınmacılarla bu rakamı 10 milyonun üzerinde olduğu iddiasında.

Sayının doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine bir yorum yapacak konumda değilim. Şurası bir gerçek ki, Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile sığınmacılar var. Kendini bilmez bir avuç sığınmacıların dışındakiler son derece ürkek, çekingen ve zor şartlarda bir hayat sürüyor.

Sığınmacıların bizlere ters gelen bazı hareketlerinin altında, yetişme ortamı ve kültür farklılığının yattığını aklımızdan çıkarmamalıyız. (On yıllardır Avrupa ülkelerinde yaşayan, hatta bu ülke vatandaşı olan Türklerin hâlâ pek çok alışkanlığının bulundukları ülke insanlarına son derece kaba ve itici geldiği tartışılmaz bir gerçek)

Sığınmacıların, ülkenin kılcal damarlarına kadar yayılması, riskin ne kadar büyük olduğunu bizlere gösteriyor.

Ben bir köyde yaşıyorum. İnsanlar yaşanan en küçük bir olumsuzlukta “Şuradaki evde kalanlar yapmıştır. Bakmayın öyle mazlum ve sakin göründüklerine” demekten çekinmiyorlar. Benzeri sözleri, daha önce yaşadığım büyük şehirde de duyuyordum.

Adım adım sığınmacılarla toplum karşı karşıya getiriliyor. Siyasilerin söylemleri, ekonomik sıkıntılar, bu insanları nefret objesine dönüştürmesine yol açıyor.

Yaşanacak bir namus olayı ya da sıradan bir cinayet, ustaca provoke edilecek ve toplum bu insanlara karşı karşıya getirilecek. Bunun sonunda neler olacağını düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor.

15 Haziran-1 Kasım 2015 arasında yaşatılanlar, sağlam bir temele dayanmıyordu. Belli makamların zorlamasıyla ve tek merkezden yürütülen eylemlerdi. 15 Haziran’da düğmeye basıp ülkeyi kana bulayanlar, hedeflerine ulaştıkları 1 Kasım tarihinde yapılanlara bıçakla kesilmiş gibi son verdiler.

Bugünse, ülkede yaşayan her 100 kişiden 85 kişinin varlığından farklı oranlarda rahatsız olduğu bir sığınmacılar sorunu var. Kaşımaya ve provokasyona son derece açık bir alan.

15 Haziran’dan sonra yoktan kıyameti koparan operasyon güçleri, bu potansiyelle neler yapabilir bir düşünün.

Ümit Özdağ söylüyorsa ciddiye alın.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇


Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version