Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

27 Mayıs Cuntacıları ve ABD

27 Mayıs Cuntacıları ve ABD


YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

1957 seçimleri sonrasında gittikçe otoriterleşen Demokrat Parti (DP) iktidarı, cumhuriyet döneminin ilk askerî müdahalesi olan 27 Mayıs Darbesi ile sona erdi.

Ardından başta Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes olmak üzere DP’lilerin yargılanması süreci başladı. Bu aşamada Batı dünyasının cunta hükümetini nasıl karşılayacağı ve DP’lilere yapılan muamelelere nasıl tepki göstereceği merak edilmekteydi.

Seçimle gelmiş DP iktidarını deviren darbeciler adına ilk açıklama Albay Alparslan Türkeş tarafından yapıldı. Türkeş açıklamasında “…Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız” diyerek açıkça Batı’nın yanında olduklarını belirtmişti.

DESTEK ARAYIŞI

Batı dünyasının lideri ABD, Güney Amerika ülkelerinde birçok askeri darbe görse de NATO üyesi Türkiye’deki bir darbeye ilk defa şahit oluyordu. Aslında ABD’nin Menderes iktidarına karşı soğukluğu, 1957’de bariz bir şekilde ortaya çıkan ekonomik krizle başlamıştı.

DP Hükümeti, ABD’den kredi talebinde bulunmaktaysa da ABD buna olumlu cevap vermek yerine “kemerleri sıkmayı” tavsiye etmişti. Sonrasında bir miktar kredi sağlansa da ekonomide beklenen iyileşme gerçekleşmemişti.

Darbeden bir yıl önceki CIA raporlarında ordunun bir ihtilale kalkışabileceği ve bunun üst rütbeli subaylar marifetiyle gerçekleşeceği bildirilmekteydi.

27 Mayıs’la ilgili Amerikan belgelerini inceleyen Fahir Armaoğlu, olayın üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen özellikle Ankara’dan gönderilen belgelerin bazılarının yayınlanmadığını, bazı cümlelerin de çıkarıldığını belirtmektedir.

CIA’nin tespitlerine göre 27 Mayıs darbesi öncesinde yapılacak seçimleri CHP’nin kazanma ihtimali bulunuyor ve ordu DP’yi desteklemeye devam ediyordu.

DP’nin bu dönemde kurduğu Tahkikat Komisyonu’na da ABD’nin Türkiye’nin bir iç meselesi olarak baktığı, CHP-DP arasında giderek artan gerginliğe karışmak istemediği görülmektedir.

ABD Elçiliği’ne göre ordu, Amerikan aleyhtarı değildi ve ordunun üst kademesi, tarafsızlık yanlısıydı. Buna karşılık küçük rütbeli subaylar, hükümet yanlısı ve muhalifler olarak ikiye ayrılmış durumdaydı.

CIA’nin darbeden üç gün önce gönderdiği bilgilere göre Menderes durumun vahametinin farkında değildi. CIA, durumun daha da kötüleşeceğini ve ordunun yönetime el koyma ihtimali olduğunu belirtiyordu. İngiltere elçisi Burrows ise daha 22 Nisan’da bir ihtilal ortamı olduğundan söz etmekteydi.

Darbeyle ilgili ilk bilgilendirmelerde, darbenin iç huzursuzlukların sonucu olduğu ve cunta üyesi bir subayın darbenin ABD karşıtı olmadığına dair teminat verdiği belirtilmekteydi. Darbenin kudretli albayı Türkeş’in ilk açıklaması da bu yöndeydi.

Darbe CIA’nin tahmininin aksine alt rütbeli subaylar tarafından yapılmış, ABD yönetimi ise darbecilerle hemen bağlantı kurmak istemişti. Büyükelçi Warren 28 Mayıs sabahı, darbenin liderliğine getirilen Orgeneral Cemal Gürsel’i ziyaret ederek darbecilere övgüler yağdırmıştı.

Güney Amerika’da birçok darbeye şahit olduğunu söyleyen Warren, 27 Mayıs’ın “en dakik, en etkili ve en süratli” darbe olduğunu söylemişti. Gerçekten de 27 Mayıs darbecileri sadece üç buçuk saat içinde yönetimi ele geçirmişlerdi.

Elçi ayrıca Gürsel’e asıl zorlukların bundan sonra başlayacağını ve bu sorunların Batı’yı ilgilendireceğini ve ABD’nin her türlü yardıma hazır olduğunu belirtmekteydi.

ABD Elçisi’nin bu sözleri, on yıl boyunca Menderes yönetimiyle çalışan Washington’un darbeyi organize eden taraf olmasa da hemen onayladığını göstermektedir.

Buna rağmen elçi, cunta lideri Gürsel’e Türkiye’de istikrarın bozulduğunu belirtmiş, ordunun siyasete doğrudan müdahil olmasının problemlere yol açacağını söylemiş ve en kısa zamanda seçimlere gidilmesini istemişti. 

Elçi’nin diğer uyarısı ise Bayar, Menderes ve diğer DP’liler hakkındaydı. Buna karşılık Gürsel, DP’lilere hiçbir kötü muamele yapılmayacağı ve ortalık duruluncaya kadar kendilerine deniz kenarında konforlu evlerde aileleriyle birlikte yaşayabileceklerine dair söz veriyordu.

Gürsel’in darbeden sonraki ilk görüşmede 1 Haziran maaşları için para talebinde bulunabilmesi de darbecilerin ABD’nin desteğine güvendiklerinin açık bir kanıtı olarak gösterilebilir.

Darbeciler tarafından oluşturulan Milli Birlik Kurulu’nun (MBK) taleplerinden birisi de Eisenhower yönetiminin bir destek mesajı yayınlamasıydı. Nitekim ABD, Türkiye’nin yeni yönetiminin NATO ve CENTO’ya bağlılığından memnuniyetini ve en kısa zamanda yönetimin seçilmiş bir iktidara devrini vurgulayan bir açıklama yapmıştır.

İngiltere de ABD ile aynı siyaseti izlemiş ve kısa zamanda darbe yönetimini tanımıştı. İngiliz elçisi, 31 Mayıs’ta Gürsel’le görüşerek ortak çıkarlar çerçevesinde birlikte hareket edileceğini açıklamakta ve ABD elçisi gibi Menderes ve arkadaşları için güvence talep etmekteydi.

YASSIADA VE İDAMLAR

ABD’nin bundan sonra yaşanan gelişmelerde rahatsız olduğu konuların başında Eminsu’lar Olayı gelmektedir.

Gürsel, yanında Türkeş de olduğu halde Warren’la bir görüşme yaparak, ordunun üst kademelerinde yaşlanma meydana geldiğini, bu nedenle büyük bir tasfiye yapmak istediklerini belirterek verilmesi planlanan tazminatlar için yüz milyon dolar talebinde bulunmuştu.

Aslında bu tasfiyenin amacı, cuntanın ordudaki hakimiyetinin artırılmasıydı. ABD ise, başlangıçta bu teklife ordunun savaş gücünün zaafa uğrayacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır.

Warren, Washington’a tasfiye hususunda özellikle Türkeş’in aceleci ve ısrarcı olduğunu belirtiyordu. ABD, Warren’ın itirazına rağmen NATO Başkomutanı’nın devreye girmesiyle tasfiyeler için on milyon vermeyi kabul edecektir.

ABD’nin darbecilere desteğinde MBK Hükümeti’nin düşmesi halinde Sovyetlerin devreye gireceği endişesinin olduğu anlaşılmaktadır.

ABD’nin DP’lilerin tutuklanma ve yargılanmalarını da anlayamadığı görülmektedir. Elçiye göre ordu, Menderes ve arkadaşlarından nefret ediyor, halk da önde gelen DP’lilerin idamını istiyordu. Warren bunun üzerine Gürsel’i idamlar konusunda uyarmış ve bunun Amerikan yardımlarına ve iyi ilişkilere zarar verebileceğini belirtmiştir.

Armaoğlu, Yassıada ve idamlar konusunda ABD belgelerinin sansürlendiği kanaatindedir. Başkan Eisenhower da hatıratında 27 Mayıs için sadece üzüntülerini belirtmekle yetinmiştir.

İngiltere’nin Ankara büyükelçisi, Yassıada yargılamalarının darbenin meşruiyeti için organize edildiğini düşünüyor ve yargılamalarla ilgili olarak Londra’yı düzenli olarak bilgilendiriyordu. Londra ise elçinin raporları doğrultusunda Yassıada yargılamaları ve idamlar konusunda bir yönlendirme yapmaktan kaçınmayı tercih ediyordu.

Darbe yönetimi, yargılamaların adil olarak yapıldığını belirtiyor, yabancı misyon şeflerini yargılamaları izlemeye davet ediyor hatta Dışişleri Bakanı Selim Sarper, hiçbir ölüm cezası kararının infaz edilmeyeceğini söylüyordu.

Buna rağmen İngiltere, idamların infazından bir ay önce bir uyarı yapmış ve “NATO ve CENTO’nun sadık savunucuları olan Menderes ve arkadaşlarının idamlarının Batı toplumunun yüksek değerleriyle uyuşmadığını” bildirmişti.

İngiliz elçi idamlara karşı Batı Almanya elçisi ile de iş birliği yapıyor ancak doğrudan müdahalenin yanlış olduğunu düşünüyordu.

TİMSAH GÖZYAŞLARI MI?

Mevcut bilgilere göre ABD, 27 Mayıs’tan önce bir “ihtilal” beklentisi içinde olsa da ayrıntılı bir bilgiye sahip değildi. Buna rağmen cuntacıların “Batı yanlısı” mesajları ve Gürsel’le yapılan görüşme, ABD’nin darbeye olumlu bakmasını sağlamıştır.

Ayrıca ABD; yıllarca iş birliği yaptığı DP liderlerinin hem tutukluluk ve yargılanmalarına hem de idamlarına kendi öncelikleri açısından yaklaşmıştır.

Kendi menfaatleri için darbecilerle işbirliği yapmış, sadece zaman zaman uyarılarda bulunmakla ve demokrasi vurgusu yapmakla yetinmiştir.

İngiltere’nin ise darbeyi tanıma konusunda ABD ile benzer politikaları izlemesine karşılık idamlar konusunda daha aktif olduğu görülmektedir.

Hatta Kraliçe II. Elizabeth İran’a giderken Ankara’da havaalanında Cemal Gürsel’le görüşerek uyarılarda bulunmuştur. Kraliçenin darbe yönetimini ziyaret eden ilk yabancı devlet başkanı olması, cuntanın itibarını da artıran bir gelişmedir.  

Kraliçe’nin endişelerine karşılık Gürsel; yargılamaların en iyi hakimler tarafından yapıldığını, sanıklara iyi avukatların temin edildiğini belirtiyor, kansız gerçekleşen darbenin yine kansız devamı için gerekirse müdahale edeceğini söylüyordu.

Yassıada’da verilen idam kararlarına karşı ABD, İngiltere, Almanya, Fransa ve Pakistan hükümetleri, infazların ertelenmesi için çağrıda bulundularsa da çok geç kalmışlardı. Zaten talep Gürsel yerine Dışişleri Bakanlığı’na iletilmişti. Diğer yandan Gürsel’in de cuntacılar üzerinde fazla bir otoritesi olmadığı ortaya çıkmıştı.

27 Mayıs darbecileriyle kısa zamanda işbirliği yapan Batı dünyası, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idamlarının önlenmesinde öncelikle çıkarlarını düşünmüş, MBK ile ilişkilerini bozmama politikasını tercih etmişlerdi.

Eğer ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batı dünyası, yeterli derecede baskı yapsaydı,  muhtemelen MBK geri adım atabilir ve Türk siyasi hayatının yüz karası olan idamlar yaşanmayabilirdi.

Batı dünyasının demokratik ülkeleri, darbe yönetimini çok kısa sürede tanımakla Türkiye’de darbe geleneğini onaylayarak daha sonra yaşanacak 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbecilerine de cesaret verdiler. Böylece Türkiye’de gerçek anlamda bir demokrasinin öncelikleri olmadığını da ortaya koydular.

***

Kaynaklar: F. Armaoğlu,”Amerikan Belgelerinde 27 Mayıs Olayı”, Belleten, 1996,S. 227; C. Göktepe, “İngiliz Kaynaklarına Göre Türkiye’deki 27 Mayıs Darbesi”, Türkler, Ankara, Yeni Türkiye, 2002, C. 17; B. Akça, S. Kıyanç; “CIA ve 27 Mayıs Darbesi”, Tarih Okulu Dergisi, 2018, S. XXXVIII; M. K. Yeşilbursa, “İngiliz Belgelerine Göre 1960, 1971 ve 1980 Müdahaleleri”, Vakanuvis, 2019, Yıl: 4, S. 1.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version