Festival kapsamında izlediğim ilk film Quentin Dupieux’nun Incredible But True’su oldu. 74 dakikalık film, Fransa-Belçika ortak yapımı bir kara komedi.
Fransa’da, şehirden uzak, bahçe içinde, müstakil bir eve talip olan Alain (Alain Chabat) ile Marie (Léa Drucker) kredi çekerek satın alırlar ve böylelikle hayatlarında ilk kez kendilerine ait bir evleri olur. Şampanya patlatarak kutladıkları ilk akşamları, paralel kurguyla, emlakçının onları evi gezdirmesiyle ilerler. Dupieux’nun filmin genelindeki sahneler arası kısa, hızlı kurgusu rap müziği çağrıştırdı bana. Filmin tema müzikleri ise açılıştaki bilgisayar oyununda da olduğu gibi, uzayı düşünmemizi sağlıyor. Zamanda yolculuk söz konusuyken kaçınılmaz olan da bu…
Alain ile Marie’nin yeni evlerinin bodrum katında, aşağıya inen bir tünel vardır. Emlakçı, evi gezdirdiğinde bir sürprizden bahsederek onları kendisiyle birlikte tünele inmeye çağırdığında Marie, bu bilinmezlikten ürküp, inmek istemese de Alain’in cesaret vermesiyle hep birlikte tünelden aşağı inerler. Emlakçının dediği sürpriz onları on iki saat ileriye götürmüştür.
Sigorta acentesinde çalışan Alain’in patronu Gégé, (Benoît Magimel) kız arkadaşı ile birlikte (Anaïs Demoustier) akşam yemeğine gelir ve Marie’nin tünel aracılığıyla düşeceği gençleşme saplantısının benzerini Gégé’de görürüz. Rasyonaliteden uzaklaştıkça tuhaflığı ve şaşırtıcılığı artan karakterlerin davranışları üzerinden, ölüm korkusu, gençleşme ve tüketim arasındaki ilişkileri gözler önüne seriyor, Türkiye gösteriminde Garip ama Gerçek adıyla çevrilen film.
Gégé de, Marie gibi, genç ve zinde kalma saplantısını uçlarda yaşayan biridir. Elektronik penis ameliyatı ile yarı mekanik birine dönüşmüştür.
Tünele inmek konusunda başından beri isteksiz görünen Alain, her ne kadar “eski dünyayı” sembolize etse de, filmin finali itibariyle onun tutumunun hiç de yanlış olmadığını gösteriyor yönetmen. Çılgınlıklarla dolu teknolojik büyümenin, varlıklar adına her zaman olumlu açıdan ilerleme demek olmayacağını anlatıyor. Alice Harikalar Diyarında’ki sihirli deliği çağrıştıran tünel, yatay değil aşağı düzleme götürür içine gireni. Bu yönüyle bana bir diğer çağrışım yaptığı eser Don Quijote oldu. Don Quijote’un Montesinoların Mağarası’na inerek üç gün üç gece geçirdiğini söylemesi üzerine Sancho karşı çıkar ve onun sadece bir saat aşağıda, mağarada kaldığını söyler. Don Quijote bu, gerçeklik algısı herkesin dediği gibi değildir, onun inandığı gibidir gerçeklik; elbette üç saat kalmıştır!
Mitolojide boyutlar arası yolculuğu ile nam salan kedi, filmde komşunun arada bir üç beş gün ortadan kaybolan kedisi olarak karşımıza çıkar. Alain’e de tünele girmemesi yönünde bir işaret verir belki… Ve belki evin arkasındaki hurdaya çıkmış, eski, kırmızı arabayla da bir ilişkisi vardır kedinin…
Bugün artık medikal uygulamaların ve fotoğraf filtrelerinin bombardımanında, insanın deneyim sığınağı bedeninin başkalaşması ile barışmak, kırışan, esneyen ciltle çatışmadan olgunlaşmak, neredeyse dervişane bir ruha sahip olmayı gerektiriyor. Filmdeki çürük elma gibi, tünelden gire çıka dışındaki çürük yok olur ama gerçekten de artık çürük bir elma değil midir?
Garip Ama Gerçek, siber çağın ve tüketim çılgınlığının fantastik bir eleştirisi. Biyoiktidarın dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya oluştuğundan hareketle, Marie’nin gençleşerek top model olma arzusu ile Gégé’nin bitimsiz cinsel performans arzusu, Foucault’nun biyoiktidar & kapitalizm ilişkisi üzerine söylediklerini-yazdıklarını akla getiriyor. Bu anlamda film, genç, güçlü, güzel kalma isteği ile tüketim ilişkisinin iç içeliğini ustalıkla ortaya koyuyor.
Film, absürt durumlarıyla güldürürken birden gerçeklikle baş başa bırakıyor seyirciyi. Dupieux, filmin hızlı kurgusu-kreşendosuyla yükselen seyirciye, son karede anlam bulan incelikli bir barış davetinde bulunuyor. İnsanın kendisiyle barışmasının bedeniyle ve ölüm gerçeğiyle barışmasından geçtiği…
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***