Site icon İnternet Haberler Köşe Yazıları Yorumlar Siyaset Ekonomi Spor

Hz. Ömer’den Merkel, Mujica ve Wulff’a

Hz. Ömer’den Merkel, Mujica ve Wulff’a


YORUM | AHMET KURUCAN 

Menkıbe Müslümanlığı tabirini duymuş olmanız lazım. Menkıbe tarihi süreçte dini özellikleri itibariyle ön plana çıkmış yiğit, gözüpek, fedakar, cefakar insanların olağanüstü hallerini anlatan öykülere denir. Doğruluğu ve yanlışlığı tartışılan bu menkıbeler içinde gerçekten bilfiil yaşanmış olan hadiseler olabileceği gibi “Şeyh uçmaz müridi uçurur” deyimine haklılık kazandıracak ölçüde o dinin müntesiplerinin uydurduğu hikayeler de vardır. Ama halk sohbetlerinden cami vaazlarına varıncaya kadar toplumsal karşılığı olduğu için rasyonel bir temellendirmeye ihtiyaç dahi duymadan bunlar kulaktan kulağa nesilden nesile aktarılagelir. Hele sözlü kültürün hakim olduğu bir dönemde menkıbe, kıssa, hikaye anlatıcılığı zirve yapmıştır.

Burada sorgulanması gereken birçok husus olmasına rağmen iki tanesine dikkatlerinizi çekeyim. Evvela, başkalarının olağanüstülük yüklediği o davranışların kahramanlarına gidip sorsanız “Siz bu fedakarlığınızı, bu çile çekişinizi, bu kahramanlığınızı hayatın tabii akışı içinde normal bir davranış olarak mı yaptınız yoksa…” Soruyu tamamlamaya gerek görmedim. Büyük bir ihtimal “İmanımın gereği, şartların beni sürüklediği yerde aklen ve mantıken yapmam gereken bir eylem olarak onu gördüm ve yaptım,” diyecektir. Zira aksi bir söylem riyakarlık, baskı ve zorlama gibi sebepleri hatıra getirmektedir.

İkincisi, bizim bu menkıbelerden çıkardığımız dersler, aldığımız ibretler. Genel kültürümüz içinde “Menkıbenin aslına değil faslına bak” denilerek çıkartılacak derse vurgu yapılır ve menkıbede dile getirilen hadisenin yaşanmışlığı ve gerçekliğinin önemsiz olduğunu bu argümanla meşrulaştırmaya çalışılır. Günümüzde de bu görüşü savunan binler yüz binler vardır. Mesela Hz. Ömer’in devlet başkanlığı döneminde fakir insanlara geceleri sırtında un çuvalı taşıması. Mehmet Akif, “Kocakarı ile Ömer” şiirinde bunu ne güzel anlatır. Doğru mudur bu? Tarihçi değilim ama teyide ihtiyacı olan bir bilgi olarak bakarım bu menkıbeye. Fakat sahih rivayetlerden derlenmiş Hz. Ömer’in hilafeti döneminde yaşanan hadiselere bakınca doğru olabilir. Gerçekten Hz. Ömer döneminde yaşanan kıtlık sebebiyle aç insanlar bulunabilir. Devriye gezen Hz. Ömer çakıl taşı ile suyu kaynatarak çocuklarını avutmaya çalışan bir nineye rastlamış olabilir. Gerçekten o nine Akif’in konuşturduğu gibi “Ya ben yetîm avuturken, Emîr uyur mu gerek?” demiş olabilir. Hz. Ömer de o ailenin ihtiyaçlarını sırtında taşıdığı un çuvalı ve elinde tuttuğu bir testi yağ ile karşıladıktan sonra “Kenâr-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu / Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer’den onu!” demiş olabilir. Tanıdığımız Hz. Ömer yapar bunları.

Şimdi asıl soru şu, bu ve bunun gibi yüzlerce menkıbeyi dinledikten sonra biz ne yapıyoruz? İşte İslam bu diyoruz. Hz. Ömer’in adaleti diyoruz. Bu davranışları yapmaya sevk eden ayet ve hadislerde kendine yer bulan öğretileri arkası arkasına sıralıyor ve böyle bir dine mensup olduğumuz için şükrediyoruz; böylesi bir kahramanlara sahip olmaktan ötürü övünüyoruz. Yanlış mı yaptığımız şey? Hayır, yanlış demiyorum. Sadece yaptığımızı söylüyorum.

Ama bu yaptığımız şeyin bizi yanlışa sevk ettiği bir yer var; mazide yaşama, geçmişle öykünme ve bununla tatmin olup günümüzün Ömer’leri olmayı aklımıza ve hayalimize dahi getirmeme. Bugünkü devlet sistematiği içinde dünün Hz. Ömer mevkiinde bulunan kişileri aklımıza getirmiyoruz Müslümanlar olarak. Camide vaizlerin, müftülerin, imamların ağzından dinlediğimiz bu Hz. Ömer kıssalarını, “Ömer! Ömer!” diye diye bizim oylarımızla iktidara gelen liderlerimiz neden yaşamıyor sorusunu sormuyoruz. 32 milyar dolarlık şahsi serveti ile dünyanın en zengin insanları arasında sayılan bir Müslüman ülke prensinin 300 bavulla, 50 kişilik hizmetçi ekibi ile tatile gitmesini dert etmiyoruz. Edenlerimiz de “ah Ömer, vah Ömer” diyor, hepsi bu kadar?

Pekala “Neden bunu gündeme getirdin, bir çözüm önerin mi var?” diyorsanız cevabım, “evet, bir çözüm önerim var”. Diyorum ki bu menkıbeleri ve o menkıbelerdeki davranış modellerinin fikri temellerini ayetlerle, hadislerle anlattıktan sonra günümüze gelelim ve muhataplarımızın zihninde karşılığı olan örnekler verelim. Hz. Ömer ve kocakarı örneğini verdikten sonra 16 yıl Almanya’nın başbakanlığını yapan Merkel’i örnek verelim ve onun sadece bir koruma aracı ve iki koruması ile birlikte gündelik alış verişini marketten kendisinin yaptığını anlatalım. Bu 16 yıllık süreç içinde kocası ile basın yayının karşısına çıkmadığı, devlet imkanlarını şahsi çıkarları adına kullanmadığını, akrabalarını görüp gözetmediğini ısrarla vurgulayalım. İsterseniz son cümlede “Günümüzün Ömer’i’” diyelim, isterseniz “Günümüzde Hz. Ömer misali sorumluluk duygusuna sahip liderlik işte böyle yapılır” diyelim. İsterseniz çok daha radikal bir biçimde “İslam dininin ruhuna, özüne, emir ve yasaklarına uygun bir hayat tarzını günümüzün Müslüman ülkelerinin liderleri değil Batı dünyasının Almanya’sında, Latin Amerika’nın Uruguay’ında görüyoruz diyelim.

Evet Merkel tek değil. Uruguay’ın eski başkanı José Mujica da böyle değil miydi? İsterseniz bir Google yapın, dünyanın en dürüst siyasi liderleri diye yazın arama çubuğuna, karşınıza çıkacak ilk isim Mujica’dır. 2010’da 80 yaşında iken cumhurbaşkanı seçilen Mujica başkanlık sarayına taşınmayı reddetti. 40 yıldır oturduğu çiftlik evinde, eşi, eski komşuları ve topal köpeğiyle yaşadı. Maaşının yüzde 70’ini “İhtiyacım yok” diye yoksullara bağışladı. Birleşmiş Milletler’de yaptığı ve “Kalıcı olan aşk, dostluk, dayanışma ve ailedir. Belirleyici olan hayat olmalıdır. Birikim, tüketim değil” dediği konuşması dünyayı sarstı. “Neden inatla başkanlık sarayına taşınmayı reddettiniz?” sorusuna verdiği şu cevaba bakın Allah aşkına: “Bu, uzun yıllardır ısrar ettiğimiz bir şey. Düşüncelerimizle uyum içinde bir yaşam sürmek… Düşündüğün gibi yaşarsan, yaşadığın gibi düşünürsün.” Off off dediğiniz duyar gibiyim.

Size biraz daha off off dedirteyim. Diyor ki Mujica, “Böyle yaşamak milletvekili olmadan çok önce aldığım bir karar. En yoğun olarak cezaevinde bunu çok düşündüm. Sade, yüksüz, bagajsız, maddi kaygıları olmayan, yalın bir hayat… Hoşuma giden, istediğim şeyleri yapabilmenin en iyi yolu buydu. Benim için özgürlük bu demek.” Ardından ilave ediyor: “Bir ülkenin cumhurbaşkanı olsanız bile, zengin olmak isteyen eninde sonunda ruhunu şeytana satar.”

İyi ama Batı dünyasında menfi örnekler de var diyebilirsiniz.

Doğru. Ona dair örnekleri de verebiliriz. “Kızım Fatıma bile hırsızlık yapsa cezasını veririm,” diyen Hz. Peygamber beyanını anlattıktan sonra örnek olarak eski Alman Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un bir, 719,40 avro tutan tatildeki otel ve yemek masrafını arkadaşının ödediği ardından da Wulff’un yapımcı olan bu arkadaşının filmine destek olması için birisine mektup yazdığı; iki, cumhurbaşkanı olmadan önce Saksonya eyaleti başbakanlığı sırasında zengin bir işadamının karısından, çok düşük bir faizle 500 bin euro tutarında borç almayı kabul etmesi sebebiyle istifa ettiğini anlatabiliriz. Bir tarafta 719 dolar ve makamını suiistimal etme anlamını taşıyan referans mektubu diğer tarafta rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk değil başbakanlık makamında iken düşük faizle borç alması. Bunlar bugün bizim ülkemizde hem de İslamcı olduğunu söyleyen ezan, bayrak, Allah, Peygamber ağızlarından düşmeyen idarecilerimiz tarafından… Cümleyi yine yarım bıraktım. Siz tamamlarsınız artık.

“İyi ama bu ve buna benzer değerlendirmeler sosyal medyada her şeyi göze alan vatandaşlar, yurt dışında da sürgün gazeteciler tarafından zaten dile getiriliyor” diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama bir şeyi kaçırmayın, ben meseleyi menkıbe Müslümanlığı, cami, vaiz, müftü, imam, vaaz, hutbe diyerek hep dini bir çerçevede ele almaya çalıştım. Dolayısıyla bu anlatımları ve örneklemeleri dini eğitim ve öğretim veren insanlarımız yapacak. Cami kürsülerinde ve mihraplarında vaizler, müftüler, imamlar dile getirecek. Düşünsenize, bu Ramazan bayramı hutbesinde bu değerlendirmelerin yer aldığını. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Kocatepe camiinde bayram hutbesinde bunları anlattığını. Yurdun dört bir yanında bütün camilerinde aynı hutbenin verildiğini. Saray sakinleri başta olmak üzere iktidara ve bileşenlerine mensup siyasi parti liderlerinden onları gönülden destekleyen vatandaşların camilerde bu hutbeyi dinlediğini.

Şimdi son cümleyi okuduktan sonra buruk bir tebessümle, “Rüyalara hülyalara bile misafir olması imkansız şeylerden bahsediyorsunuz” diyor olabilirsiniz. Belki haklısınız, belki de değil. Zaman gösterecek. Bugünkü hadiseler karşısında insanların almış olduğu tavır ve yaptıkları tercihler sonucu belirleyecek. Ümitsiz olmaya gerek yok. İnsanlık tarihi içinde bundan daha nice karanlık dönemleri yaşayan devletler, milletler, toplumlar, topluluklar olmuş. Bir insan ömrü içine sığacak şekilde olmasa da düştükleri o bataklıktan çıkmış, sahili selamete ulaşmış ve bu halleriyle insanlığa örnek de olmuşlardır. Biz niye olmayalım? Hem unutmayalım, Allah’ın rahmetinden, merhametinden, inayetinden ümit kesmek Müslümana yaraşmaz ve yakışmaz. Yeter ki doğru işleri doğru zamanda doğru bir şekilde yapalım.

Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***

Exit mobile version