YORUM | PROF. MEHMET EFE ÇAMAN
Gezi davası sonuçlandı. Sanki çok büyük bir adalet beklentisi varmış gibi bir hava estiğine bakmayın. Herkes bu rejimin ve mahkemelerinin ne olduğunu biliyor esasında. Beklentiler Osman Kavala’ya yönelik Türkiye dışındaki destekten kaynaklanıyordu. Birçokları Kavala’nın AB ve ABD başta olmak üzere Batılı devletler tarafından – haklı olarak – desteklenmesinden dolayı son dakikada bir tahliye olabileceğini düşünüyordu. Bunu daha önce rahip Brunson, Deniz Yücel, Meşale Tolu, Serkan Gölge gibi davalarda da görmüştük. Bu rejim uluslararası toplum tarafından baskı altına alındığında hukuksuz yargılamalardan bile olumlu sonuç alınabiliyor. Fakat Bu kez daha farklı bir durumla karşılaşıldı. Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Bu ne anlama geliyor? Bu soruya geçmeden, bakalım Erdoğan bu dava ile ilgili neler düşünüyor.
Kararın ardından Erdoğan şunları söylüyor: “En son malum bir zatla ilgili verilen karar bazı çevreleri çok rahatsız etti. Şimdi birçok yerden arayanlar var. Yurt dışına gittiğimiz zamanlarda da bize bazı telkinlerde bulunanlar oldu. Biz de onlara kusura bakmayın dedik. Bizim ülkemiz hukuk devleti dedik”. Sonra daha da ileri gidiyor: “Artık AİHM’lik iş kalmadı. Bitti o iş. Çünkü burada hüküm giydi. Hüküm giydiği için bu işin AİHM’le alakası yok. AİHM alacak, bakacak, hüküm giydi diyecek. Bu ağırlaştırılmış müebbettir. Türk yargısının vermiş olduğu bu karara yerlisi yabancısı herkes saygı duymak mecburiyetinde. Başka ülkelerin hukuku var da bizim hukukumuz yok mu? Özellikle yerli Soros, Gezi olaylarının koordinatörlüğü sebebiyle devleti hiçe sayan, devletin kurumlarına saldıran ki bunun bedelini ödeyecektir. Olay budur. Bunlar uluslararası hukuku bilmiyorlar. Artık AİHM’lik iş kalmadı. Bitti o iş. Çünkü burada hüküm giydi. Hüküm giydiği için bu işin AİHM’le alakası yok. AİHM alacak, bakacak, hüküm giydi diyecek. Bu ağırlaştırılmış müebbettir. Türk yargısının vermiş olduğu bu karara yerlisi yabancısı herkes saygı duymak mecburiyetinde. Başka ülkelerin hukuku var da bizim hukukumuz yok mu? Özellikle yerli Soros, Gezi olaylarının koordinatörlüğü sebebiyle devleti hiçe sayan, devletin kurumlarına saldıran ki bunun bedelini ödeyecektir. Olay budur.”
Bu ifadelerden, Erdoğan’ın Osman Kavala’nın hükmünü bizzat veren kişi olduğunu anlamak zor değil. Kavala’nın hayalindeki Türkiye ile Erdoğan’ın Türkiye’si, malumunuz, birbirine taban tabana zıt iki kutbu oluşturuyor. Erdoğan, Kavala’nın siyasal duruşunu kendisine hedef almış görünüyor. Osman Kavala’dan bahsederken “malum zat” diyor ya da kısaca “o” diye bahsediyor. Putin de muhalif lider Navalny’den bahsederken, onun ismini telaffuzdan kaçınıyor. Diktatörlerin kendilerine potansiyel olarak rakip gördükleri kişi ya da kurumları bu şekilde aşağılamaya ve onları görünmez kılmaya çalıştıkları biliniyor. Erdoğan bu metodu kullanıyor. Osman Kavala’yı bu dille ötekileştiriyor, onu kendi pozisyonu olan yerli ve milli olmak dışında bir yere konumlandırarak, tabanını kendi çevresinde kenetliyor. Kavala’ya “yerli Soros” diyerek, onu Açık Toplumcu Yahudi kökenli işadamı Soros üzerinden etiketliyor. Oysa geçmişte kendisinin Soros’la buluştuğu fotoğraflar arşivlerde. Ufak bir internet araştırmasıyla, sadece Soros ve Erdoğan yazarak bu fotoğrafa ulaşmak olanaklı. Dahası, Gezi süreci sonrasında da Soros’la görüştüğü biliniyor.
Yani geçmişte Erdoğan ve AKP Soros’la buluşacak kadar samimiydi. Dahası, Soros’un savunduğu birçok fikri AKP ve Erdoğan da savunmaktaydı. Soros’un tezleri nedir? Çok gizli kapaklı, tehlikeli veya aşırı fikirleri falan yok. Soros, hukuk devletini, çok sesli ve çoğulcu bir toplumu, insan ve azınlık haklarının garanti altında olduğu bir toplumsal ve siyasal düzeni savunuyor. Kavala da tüm insan hakları aktivizmini ve siyasi duruşunu bu değerler üzerine inşa etmiş biri. Bu denklemde Erdoğan’ın pozisyonu önemlidir. Çünkü 2002-2013 yılları arasında Erdoğan tümüyle bu değerler doğrultusunda politikaları destekledi ve AB reformlarını gerçekleştirdi. 2013 sonrasında otoriterleşmeye başladı ve 2016’da 15 Temmuz’un akabinde otoriter tek adamcı bir sistemi konsolide etti. Yani burada mesele ne Soros, ne de Kavala. Asıl mesele, Erdoğan’ın yanardöner siyasi kariyeri. Erdoğan’ın Osman Kavala’dan nefreti, bundan kaynaklanıyor. Kavala’nın varlığı Erdoğan’ın foyasını meydana çıkartıyor. Kavala adeta bir tür turnusol kâğıdı gibi, Erdoğan’ı rahatsız ediyor. Çünkü Erdoğan’ın rengini belli ediyor. Ona ne olduğunu ve ne olmadığını söylüyor.
Erdoğan Kavala’nın “Gezi Parkı olaylarının perde arkası koordinatörü” olduğunu iddia ediyor. Ne var ki rejimin sirk mahkemesi, bu konuda ne tatmin edici bir kanıt ortaya koyabildi, ne de Kavala ile Gezi Parkı eylemleri arasında herhangi bir bağ kurabildi. Ortada bir çuval suçlama var ve bunlar tümüyle kaynağı işkembe olan savlar. Tabi savcıların hayal gücü denebilir, ama mesele bu kadar basit değil. Bu iş sadece üç beş sene deneyimi olan, kalifikasyon yetersizliğinden muzdarip paçoz ve Milli Görüş’çü (ya da pragmatik-Erdoğancı) birkaç savcının işi değil. Bu dava, Erdoğan’ın şahsi bir meselesidir. Gezi Parkı direnişi, Erdoğan’ın uykularını kaçıran en korkulu senaryo! Mısır’da Mübarek’in ve Libya’da Kaddafi’nin akıbetini biliyor. Kendisini onlarla aynı bağlamda konumlandırıyor, yani kendisinin bir diktatör olduğunun farkında. Ancak sisteme Mısır ve Libya’daki diktatörler kadar hâkim olamadığının da bilincinde. Yani Türkiye’de Gezi türü bir direnişin işleri tepetaklak edebileceğini görüyor. Bu nedenle, Gezi davasını bir tür mostralık gözdağı imkânı olarak kullanmayı seçti. Şu mesajı veriyor: “Ayağınızı denk alın. Yargı diye bir şey yok. Her şeyi ben kontrol ediyorum. İstediğimi içeri tıkarım. Hatta istediğimi terörist, ajan, vatan haini, casus falan ilan edebilirim. Sizi – hatta yedi ceddinizi – içeri tıkar, ömür boyu orada tutabilirim.”
İşin bir diğer boyutu da önemli: Türkiye muhalefetinin tutarsız ve ilkesiz duruşu! Muhalefetten sadece siyasi partileri kastetmiyorum. Entelijensiya ve toplumsal muhalefet de buna dâhil. Genel sorun şu: Herkes kendi mahallesinin, kabilesinin, ideolojisinin insan hakları sorunlarıyla ilgili. Mesela Kavala davasına haklı olarak ilgi gösterenler, aynı sirk mahkemelerinin Selahattin Demirtaş veya Sedat Laçiner davalarında da benzeri hukuk katliamlarını yaptıklarını bilerek ve isteyerek görmezden geliyor. Evet, Türkiye muhalefeti kasten ayrımcılık yapıyor. İlkeler bazında değil, ideolojik eğilimleri bazında hareket ediyor. İşine gelen insanların insan haklarını savunuyor, onlara adalet talep ediyor. Fakat benzeri, hatta aynısının tıpkısı sorunlar başka kabile veya mahallelerden birilerinin başına gelirse, başını öteki tarafa çeviriyor. Gezi davası bu bakımdan da iyi bir turnusol oldu. Elbette sonuna kadar Kavala ve diğer sekiz mahkûmun haklarını savunalım. Onlara adalet talep edelim, onların arkasında duralım. Onlarla dayanışalım. Ama aynı zamanda onlarla aynı kaderi paylaşan diğer politik tutuklulara da aynı reflekslerle yaklaşalım. Ayrımcılık yapmaksızın, ilkeler bazında onların da hakkını ve hukukunu savunalım. Bu muhalefeti güçlü kılar. Bu, rejimi köşeye sıkıştırır. Bu, ilk kez tabandan tavana doğru bir demokratik harekete temek teşkil edebilir. Bu ihtiyacımız olan şeydir! İşte Gezi davasının buna önayak olmasını bekliyorum. Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Ahmet Altan gibi farklı kulvarlarda demokrasi mücadelesi yapanlara, Sedat Laçiner, Hidayet Karaca, Mehmet Baransu gibi isimleri de eklemek, herkese eşit kriterler bazında hak ve hukuk talep etmek gerekiyor.
Yol uzun. Ama bir yerlerden başlamak kaçınılmaz. Kanımca Gezi davası ve Osman Kavala’nın demokrasi mücadelesi, sembolik kilometre taşlarından biri. Hiçbir demokrasi mücadelesi kolay olmuyor. Asgari müştereklerde toplumu birleştirmeyi başaramayan bir demokrasi mücadelesi, otoriter rejimleri yenemez. Bu bakımdan muhalefetin tüm farklı unsurlarıyla şapkalarını önüne koyup düşünmesi lazım!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***