Putin’in imzasını taşıyan Ukrayna işgali tüm şiddetiyle sürüyor. Savaş daha başlamadan önce “Ulusa Sesleniş” konuşmasında Putin, Ukrayna’yı “sosyalizmin yarattığı yapay bir devlet” (Rusya’nın bir parçası) ilan etmişti. Böylece Ukrayna’nın ulusal varlığını savaşın politik hedefine oturtmuştu.
Bu tavrıyla Putin, Ukraynalı neo-nazileri zayıflatmadı, tam tersine Ukrayna ulusal kimliğini onlara hediye etti. Böylece Rus ordusu, karşısında sadece neo-nazileri ve düzenli Ukrayna ordusunu değil, bütün Ukrayna halkını buldu. Ukraynalı Rusların 2014 darbesinden bu yana yaşadığı ulusal baskı ve katliamlar geri plana düştü. Ukrayna’nın varlık-yokluk sorunu merkeze oturdu. Putin’in ve Rus oligarkların Ukrayna’ya el koyma savaşı, Rus halkından da kabul görmedi. On binlerce Rusya vatandaşı da tutuklanmayı göze alarak sokaklara çıktı, Putin’in savaşına karşı barış talebini yükseltti.
Putin’in sıkça dile getirdiği bir diğer tezi ise “SSCB’nin dağılmasının 20’nci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olduğudur. İşin aslı SSCB kendiliğinden ya da birlik cumhuriyetlerinin isyanları sonucunda da dağılmadı. SSCB’yi Yeltsin’de cisimleşen yeniyetme Rus burjuvazisi, Rusya’yı birlikten çıkartarak Aralık 1991’de dağıttı.
Oysa daha Mart 1991’de bir referandum yapılmış ve tüm Sovyet vatandaşlarına “SSCB’nin dağıtılması” veya “yenilenerek devam etmesi” seçenekleri sunulmuştu. Herhangi bir birlik cumhuriyetinde ayrılma yönünde bir çoğunluk çıkacak olursa, bu ülkenin SSCB’den ayrılma hakkının doğacağı önceden ilan edilmişti. Referandumda yüzde 75 oranında “Birliğe devam” kararı çıktı. Hiçbir birlik cumhuriyetinde de ayrılma yönünde bir irade ortaya çıkmadı. Hatta birlik cumhuriyetlerindeki “devam” oyları, Rusya SFSC’deki oranlardan daha da yüksekti (örneğin Rusya SFSC’de yüzde 70 iken Kazakistan SSC’de yüzde 99’du).
SSCB’nin federatif sistemi, siyasi bakımdan Moskova merkezli olmakla birlikte, ekonomik-sosyal bakımdan Rusya’nın aleyhine, birlik cumhuriyetlerinin lehine bir işleyişe dayanıyordu. Lenin ve Stalin’in kurduğu bu sistemde, “ulusal eşitsizliklerin aşılabilmesini gerçekleştirebilmek” için, ekonomik bakımdan daha geri bölgelere daha fazla kaynak aktarılıyordu, yatırımlarda, eğitimde vb. Birlik cumhuriyetlerine öncelik tanınıyordu. Kısaca yeniyetme Rus burjuvazisi, SSCB’yi sırtında bir yük olarak görüyordu. Bu yüzden, zorunlu olduğu halde, Yüksek Sovyet’in oylamasına dahi başvurmadan, darbeci bir tarzda SSCB’yi dağıttı.
SSCB’nin dağıtılmasının ardından, eski parti bürokratlarının bir kısmı, kamu mülkiyetindeki işletmeleri kişisel mülklerine çevirdiler. Kamu zenginliklerini yağmaladılar. Bu dönemde Sovyet sanayisi tam anlamıyla kıyıma uğratıldı. Ortaya çıkan anomali (genel kuralsızlık) ortamında mafya gelişti ve ekonomiye hakim oldu. Bugünün oligarkları, bu dönemde mafyanın işletmelere el koyması, işletme sahiplerinin ise mafya çeteleri kurması sonucu oluştu. Sovyetler dünyanın sayılı endüstriyel ekonomilerinden biri iken, kapitalist Rusya ekonomisi 2000’lere gelindiğinde hammadde ihracatıyla ayakta kalabilen mafyatik bir ekonomiye dönüştü.
Yeltsin döneminde içeride “minimal devlet” politikası izleyen, dışarıda ise ABD ne derse onu yapan Rus oligarşisi, buna mukabil, ABD’nin Rusya’ya husumetinin bitmediğini acı biçimde gördü. Bir yandan NATO durmaksızın doğuya doğru genişliyor, diğer yandan ABD Kafkasya’daki Çeçen isyanına ve Yugoslavya’nın parçalanmasına destek veriyordu. 1999’da NATO’nun Yugoslavya’yı bombalaması ile Rusya bakımından bir dönem kapandı.
Rus oligarklar Sovyet döneminden kalma güvenlik bürokratlarıyla (siloviklerle) yeni bir anlaşmaya vardı. Oligark-silovik ittifakı devletin yeni biçimini de belirledi. Eski KGB ajanı Vladimir Putin bu anlaşmanın bir sonucu olarak devlet içinde hızla yükselerek, Yeltsin’in varisi oldu. Putin, önce tüm özerk bölgelerin üzerine merkezden vali atayarak “federatif yapıyı” ıskartaya çıkardı, sonra Çeçenistan isyanını kanlı biçimde ezdi, Mafyatik kapitalizmin özüne dokunmaksızın, oligarklara ve mafyaya bir ölçüde çeki düzen verdi. Oligarklara siyasete karışma yasağı getirdi, buna girişen oligarkların mallarına el koymaktan, onları hapse atmaktan geri durmadı.
Kısacası Putin, öncelikle içeride “maksimal devlet” yolunu benimsedi ve ardından eski Sovyet cumhuriyetlerini birer Rusya yarı-sömürgesine dönüştürmeye girişti. Kendi yakın bölgesinde ABD emperyalizmi ile sıkı bir nüfuz çatışmasına girdi. 1991 darbesinin doğrudan mirasçısı olan Putin, Rusya ile eski Sovyet cumhuriyetleri arasındaki Sovyetik- sosyalist ilişki biçimini yadsıyan sınıfın temsilcisidir.
Aradan geçen dönemde nispeten sermaye biriktiren ve toparlanan Rus oligarşisi, dün nispi eşitlikçi biçimiyle yıktığı Birliği, bugün sömürgeci temelde yeniden kurmaya çalışıyor. Putin bu sebeple eski Çarlık toprakları üzerinde hak iddia ediyor.
Ukrayna’yı da (ve sonra Gürcistan’ı), tıpkı Belarus, Ermenistan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan gibi bir Rusya yarı-sömürgesine dönüştürmek istiyor. “Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü” ve “Avrasya Ekonomik Bölgesi” Rus emperyalizminin yarı sömürgeleri üzerindeki hâkimiyetinin askeri ve ekonomik araçlarıdır.
Peki, Rusya egemenlik altına almaya çalıştığı ülkelere ne verebilir? Bugün Rusya dünyaya sadece doğalgaz, petrol, tarım ürünleri, silah ve nükleer santral satabilen bir ekonomiye dönüşmüştür. Dolayısıyla, yeni Rus yayılmacılığının (Çarlığı andıran) bir “askeri emperyalizm” biçimini alması ve çıplak güç kullanımına açıktan yönelmesi kaçınılmazdır. Çarlık Rusya’sı da, sermaye birikimi, sermaye ihracı, mali sermaye gücü itibariyle dönemin Britanya’sının, Almanya’sının, Fransa’sının, Avusturya’sının yanında çok cılız kalıyordu, Ne var ki bu durum, “Emperyalizm” kuramcısı Lenin’i, Rusya’yı emperyalist bir devlet olarak değerlendirmekten alıkoymuyordu. Lenin’in “Emperyalizm” kuramını esas aldıkları halde, Rusya’yı emperyalist saymayanlar için, Lenin’in bu tutumu bir referans oluşturabilir.
Son birkaç söz de Putin’in nükleer silah kullanma tehdidi üzerine etmek gerekir. Dünya tarihinde nükleer bomba kullanan yegâne devlet ABD’dir (1945’te Japonya’ya karşı). SSCB, atom bombasını 1948’de tamamen savunma amaçlı olarak geliştirmiş ve Sovyet tarihi boyunca hiçbir zaman, hiçbir ülkeyi nükleer savaşla tehdit etmemiştir. Aksine SSCB hep “nükleer silahı ilk kullanan asla biz olmayacağız“ olmuştur. Putin ise verdiği “nükleer silahları kullanmaya hazır hale getirme” talimatıyla Sovyet mirası bu ahlaki üstünlüğü de tüketmiştir.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***